FOSSEPTİK BEYİNLER, LAĞIM ÇUKURU RUHLAR

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
​Oysa her şey ne kadar da temiz ve hijyenik görülüyordu; hatta steril. Ortalık pırıl pırıldı; mis gibi kokuyordu bedenler. Vücûdu saran kıyâfetler bir ihtişâmın, bir arınmış "medeniyet"in tezâhürüydü.

Oysa her şey ne kadar da temiz ve hijyenik görülüyordu; hatta steril. Ortalık pırıl pırıldı; mis gibi kokuyordu bedenler. Vücûdu saran kıyâfetler bir ihtişâmın, bir arınmış “medeniyet”in tezâhürüydü.

Târihin kirli sayfaları yırtılıp atılmış, geçmişin boynuna “kötü yaftası” asılmış ve mahzenlere kapatılmıştı. Bütün geri kalmışlıkların kapısına kilit vurulmuştu. Bizi ileriye götürecek, istikbâlin önde gelen ulusları arasına sokacak, bize mutluluk çığlıkları attıracak kurallar, prensipler, ilkeler eksiksiz bir şekilde ortaya konmuştu.

Başka iklim, başka coğrafya, başka târihsel altyapı, başka tip ve inanç olsa da, Avrupa’da denenen ve Batı’nın “doğu ucu” olan Yeni Dünyâ’da başarısı tescil edilen yaşam tarzı, noktasına virgülüne dokunmadan alınmıştı. Ne güzel; biz de onlar gibi olacaktık. Olduk da. Ama ne olduğunu bilmediğimiz, özünden haberdâr olmadığımız bir şey olmuştuk.

Doğu-batı yönünde binlerce yıldır gidip gelen trenin ilk vagonu ve hatta lokomotifi iken, Batı’ya giden veya Batı’nın gittiği yöne giden trenin son vagonu olmuştuk. Bu son vagonda Batı’dan hiçbir yolcu yoktu, olmadı da. Olamazdı, çünkü bu vagon, ön vagonların çöplerinin atıldığı, kanalizasyonunun boşaltıldığı vagondu.

Bu vagona, ön vagondan atılan pislik, atık, çöp kokusu, birilerine misk-i amber gibi gelmişti ve hâlâ geliyor. Bu pislik yığını, bu vagondaki birileri için o kadar kıymetli ve eşsiz değerdeydi ki, kendi pisliklerinin ön vagondan gelen pisliklere karışmasını bir şans, bir onur gibi görüyorlardı. Üzerlerine bulaşan Batı pisliğini şeref madalyası zannediyorlardı. O kadar ki, daha birkaç sene önce, bu “son vagon yolcuları”ndan biri, demokrasiye vurulan darbe sırasında dışkı yedirme işkencesini aklınca güzel göstermek için “insanların atası olan maymunlar birbirlerine dışkı hediye eder ve yerler. Dışkı yemek iyi bir şeydir” diyerek, ne kadar mide bulandırıcı bir beyne ve rûha sâhip olduğunu göstermişti.

Yazdığı kitaplar, kâğıt isrâfından başka bir şey olmayan biri de, bu son vagona zorla bindirilen ve pisliğe bulaşmamak için akla karayı seçen temiz ruhlu insanlara karşı duyduğu nefreti şöyle açıklamıştı: “Bir uçurumdan düşerken başörtülü bir kadın elini uzatsa, onun elini tutmaktansa ölmeyi tercih ederim.”

Fosseptik Kardeşliği

Batı pisliğini ve dışkısını onur madalyası zanneden bu fosseptik beyinli ve lağım çukuru ruhlar, birbirlerine o kadar bağlıdır ki, yedikleri içtikleri ayrı gitmesin diye hâcetlerine bile sâhip çıkarlar. Ne laf söylerler, ne de laf söyletirler. Güpegündüz yolun ortasına bevletmeye ses çıkarmazlar, çünkü onlara göre değil beyinleri ve bedenleri, bedenlerinden çıkan tek bir damla bile değerlidir.

Papazın kıydığı nikâha laf söylemeyip imamın nikâh kıymasını “gericilik” olarak gören bu “lağım cemaati”nin gözleri, kulakları, burunları Batı’ya giden trenin ön vagonlarından atılan pisliklerle tıkanmıştır. Ağızları da bu pisliklerle doldurulmuştur. Bu yüzden pisliği pislik olarak görmez ve koklamazlar, küfrü küfür olarak duymaz.

Temizlik ve mâsumiyet, bu lağım cemaatini rahatsız eder, çünkü temizliğin ve mâsumiyetin varlığı, onların içine battıkları pisliği ortaya çıkarır. Pisliklerinin zıtlığı olmasın ve pislikleri anlaşılmasın diye, temizliğe ve mâsumiyete düşmandırlar. Kendi suçlarını ve günahlarını gizlemek ve güzel göstermek için, gerçek güzelliğe ve mâsumiyete karşı çıkarlar. Mâsumları mânen öldürür, katlederler; yapamazlarsa dışlarlar, iftira atarlar.

Pisliklerinin ve suçlarının yanına temizliği ve mâsumiyeti yaklaştırmazlar. Temizlik ve mâsumiyet bünyelerine ters düşer. Onlar gibi düşünmeyen, dünyâya onların tanımlarıyla bakmayan herkesi kendilerinden aşağıda görürler. Kendilerinden olmayanlarla tokalaşmayı bile, Batı’ya giden trenin sâhibi olan efendilerine ihânet olarak görürler.

Ön vagonlardan gelen pisliklerle dolu ağızlarıyla konuştuklarında etrafa pis kokular yayıldığını anlayamazlar. En kötü ağız kokusu bile, bu koku kadar iğrenç değildir.

Herkesi kendileri gibi pislikle körleşmiş, sağırlaşmış zannederler. Kendi pislik dolu ağızlarından çıkanları konuşmayanları sustururlar. Konuşanları taltif eder, ödüller verirler.

Ezilen Ezer

Bu “son vagon yolcuları”, bu “lağım cemaati” mensupları, kendileri gibi olmayanlara “Promete” muamelesi yaparlar. Dışlarlar, itip kakarlar, hakaret ederler. Bu vagonun vitrinlerinden biri olan filmlerde kendilerini câzip gösterip, diğerlerine kötü rol verirler. Hırsız, tecâvüzcü, tâcizci, ahlaksız, yalancı, düzenbaz rolleriyle algı mühendisliği yaparlar. Lütfettikleri(!) en ehven-i şer rol, hizmetçilik, gündelikçilik veya kapıcılıktır.

Topuklu Yükseklik

Bu “son vagon yolcuları”, bu “lağım cemaati” mensuplarının kendilerini diğerlerinden yüksek zannetmelerinin tek mantıklı sebebi, pislikler ayaklarına bulaşmasın diye giydikleri topuklu ayakkabılardır. Bu ayakkabılar yüzünden ölçüleri bozulmuş bedenleriyle, sâhiplerine salladıkları kuyruklarını pahalı kıyâfetlerinin altına gizlerler. Üstü dekolte ama altı uzun elbiseleri giymelerinin sebebi bu olsa gerek.

Bunları Kazanmak Mümkün Değil

Her türlü farklılık yan yana yaşayabilir. Zıt renkler arasında uyum sağlanabilir. Aykırı sesler, armonik olarak bir araya getirilebilir. Ama çiçek bahçesinin yanına fosseptik çukuru açılmaz. Bu “lağım cemaati”, oturma odasının ortasındaki helâ taşı gibi durmaktadır. Yaydığı koku artık tahammül edilemez seviyededir. Kendi seviyeleri de gübre ve tezekten bile aşağıdadır. Bunları kazanmaya uğraşmak zaman kaybı ve merhameti hak edenlere haksızlık olur. En pratik çözüm, bunlarla zaman kaybetmeyip sâlih ameller için gayret sarf etmek ve onları her şeyi bağrına basan doğanın merhametine ve her şeyin hâkimi Allah’ın adâletine bırakmaktır.