​EKONOMİK KRİZLERİN ARKASINDAKİ TEMEL SEBEP: SERMAYE BİRİKİMİ – II: BÜYÜME VE SERMAYE BİRİKİM SÜRECİ

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Geçen yazıda Karl Marx'ın kapitalizm eleştirisini sınıfsal temeller üzerine oturan bir toplumda ücret ve kâr paylarını arttırma çabasından doğan sınıf çatışmasına bağladığından bahsetmiştim.

Geçen yazıda Karl Marx’ın kapitalizm eleştirisini sınıfsal temeller üzerine oturan bir toplumda ücret ve kâr paylarını arttırma çabasından doğan sınıf çatışmasına bağladığından bahsetmiştim. Marx’a göre doğası gereği uzlaşmayacak bir çatışmanın sonucunda kapitalist ekonomiler aşırı üretim, satılamayan mallar, yüksek işsizlik ve düşen kârlarla kaçınılmaz bir krize girecekti. Pekiyi, Marx’ın bu söylemleri reddedilebilir miydi? Evet, reddedilebilirdi. Bu cevabı Neo-Klasik iktisatçılar verdiler: Neo-Klasik büyüme teorisi… Bu teoriye göre, kapitalist bir ekonominin krize gitmeden sermaye birikimi yapabileceği, bu yüzden her ekonominin nüfus artış hızı, amortisman oranı ve teknolojik gelişme hızının toplamına eşit olan bir doğal büyüme oranında büyüyeceği söylenmekteydi. Ancak bütün bunlar tam rekabetçi piyasa yapısı, devlet müdahalesinin olmadığı bir özel ekonomi ve dışa kapalı otarşik bir ekonomi varsayımlarına dayalıydı. Ki bu varsayımlar, Yirminci Yüzyıl ekonomilerini düşündüğümüzde hiç de gerçekçi sayılmazdı. 

Bu yazıda büyüme teorileri ve sermaye birikimi konusunu ayrıntılı olarak anlatacağım. Büyüme teorilerinin temel konusu nedir? Genel varsayımları ve temel soruları nelerdir? Eksiklikleri nelerdir? Bu soruları cevaplamaya çalışacağım.

BÜYÜME TEORİLERİNİN TEMEL KONUSU NEDİR?

İktisat biliminde büyüme teorileri adı altında toplanan çalışmalar zannedildiği gibi üç ayda bir açıklanan GSYİH’nın güncel büyüme oranını incelemez. Çünkü GSYİH’nın büyüme oranı, esasen, bir ekonomideki yerleşiklerin toplam harcamalarındaki büyümeyi sergiler. Pekiyi büyüme neyi inceler? Büyüme iktisadının konusu bir ekonominin bütün kaynaklarını kullanarak elde edebileceği maksimum üretim düzeyinin, yani tam istihdam GSYİH’nın veya potansiyel üretimin büyüme oranını belirleyen dinamikleri inceler. Bir ülke para basarak, “dost ve kardeş ülkelerden” borç alarak veya mülklerini (arazi, fabrika, enerji santrali ve liman gibi tesisler veya MB altın ve döviz rezervlerini) satarak harcamalarını finanse edebilir. Ama bunlar üretim kapasitesini arttırmayacağı gibi aksine azaltabilir. Potansiyel üretimi arttıracak olan nedir? Üretimde kullanılan girdilerin miktarındaki artış ve yine üretimde etken girdiler olan üretim faktörlerinin verimliliğinde artış. Yeni hammadde kaynaklarının (yeni doğal gaz ve petrol rezervlerinin ve çeşitli madenlerin) keşfi üretimde kullanılacak hammadde miktarını arttırır. Bu da üretim kapasitesinin artması için gerekli koşullardan biridir ama yeterli değildir. Bunlar yanında üretim faktörleri olan emek, sermaye, toprak ve girişimin miktarlarının da artması gerekir. Emeğin artışı iktisadi kurallara bağlı değildir, nüfusun artışına bağlıdır. Öte yandan sermaye artışı doğrudan iktisadi bir ilişkidir ve yatırımlara bağlıdır. Toprağın miktarının değişmediği varsayılır ki bu gerçekçidir. Girişimin artması ise teşebbüs hürriyeti, ticaret kültürü ile coğrafi ve tarihi etkenlere bağlıdır. Bu yüzden büyüme teorisindeki modellerin ezici çoğunluğu sermaye miktarındaki artışı açıklamayı amaç edinirler. Üretim faktörlerinin verimliliği ise teknolojik gelişme hızı ve işgücünün verimlilik artışına bağlıdır. 

BÜYÜME TEORİLERİNİN GENEL VARSAYIMLARI 

Büyüme iktisadına göz attığımızda çok farklı büyüme teorilerinin belli varsayımları ortak olarak belirlediklerini görürüz. Bir kere büyüme modelleri uzun dönemlidir, yani on yıllar alacak sürede gerçekleşmesi beklenen değişimleri inceler. Bu yüzden, örneğin, Merkez Bankasının politika faizinin artırmasının üç ay sonra yol açacağı değişimler bu modellerin araştırma konusu dışındadır. Fakat, örneğin, 1960’larda Demirel dönemindeki planlı kalkınma ve sanayileşme hamlesinin 1980 ve sonrasındaki sanayileşme ve şehirlileşme üzerindeki etkileri tam da büyüme iktisadının araştırma konusudur. İkinci olarak, büyüme iktisadı modelleri genelde kapalı ekonomi varsayar. Bu da şu anlama gelmektedir: Doğrudan dış yatırımlar yoktur ve dışarıya ne göç verilir ne de dışarıdan göç alınır. Aynı zamanda dış borç ilişkileri de, uzun dönemde, yok sayılır. Üçüncü olarak tam rekabet varsayılır ve devletin aktif olarak müdahale etmediği varsayılır, (Harrod – Domar ve Kaldor Passinetti Modelleri bu varsayımların sonucunda istikrarlı büyüme için devlet yatırımlarının gerekli olduğu sonucuna ulaşırlar, DMD). Tam rekabet varsayımı da ekonomilerin fiyatları belirleme gücü olmayan küçük ölçekli (KOBİ’ler benzeri) firmalardan oluştuğunu öngörür. Yani büyüme modellerinde dev fabrikaların, küresel ölçekte üretim yapan firmaların yeri yoktur. Dördüncü olarak, birkaç istisna haricinde, uzun dönemli bir ilişki varsayıldığı için tasarruf yatırım eşitliği varsayılır. Tasarruf uzun dönemde sadece milli gelirin bir fonksiyonudur, yani servet birikimi ve kredili tüketim yok sayılır. Bütün tasarrufun zorunlu olarak yatırıma dönüştüğü kabul edilir, dolayısıyla tasarruftan ayrı bir yatırım fonksiyonu kabul edilmez. Beşincisi, çoğunluk büyüme modellerinde tek tip bir sermaye varsayılır, fizikî ve beşerî sermayeler ile altyapı sermayesi arasındaki farklar ihmal edilir. Altıncısı büyüme teorilerini çoğunda (hepsi değil) bütün bir ekonomi için tek bir üretim fonksiyonu varsayılır ve bu üretim fonksiyonunda sadece fizikî sermaye ve emek yer alır. Alt yapı sermayesi hiçbir şekilde ayrı bir sermaye tipi olarak görülmez, endojen büyüme modelleri haricinde beşerî sermaye yok sayılır, girişim gücü ihmal edilir ve toprak sınırsız miktarda kabul edilir. Farklı sektörlerdeki farklı oranlarda kullanılan sermaye ve emek miktarları (genel denge modelleri haricinde) ihmal edilir. Tabii bu varsayımları birer birer sayınca diyeceksiniz ki, “Hocam, bu modeller bugünkü gerçekleri içermiyor, nasıl bilim bu?” Ama bilim tam da budur: İlk önce basit bir model kurarsınız, bir gerçeği en temel sebebiyle açıklarsınız. Bu model gerçeği yeterince açıklamazsa modeli geliştirir ve karmaşıklaştırırsınız. Bu yüzden, bugünkü gerçekleri açıklayacak daha karmaşık ve daha açıklayıcı modellerin geliştirilmesi zaruridir. 

BÜYÜME TEORİLERİNİN TEMEL SORULARI VE SIR ROY HARROD

Yukarıda anlattığımız varsayımlar dahilinde Büyüme İktisadının temel soruları ilk sefa Sir Roy Harrod tarafından sorulmuş ve cevaplandırılmaya çalışılmıştır. Harrod üç farklı büyüme oranından bahsetmiştir: temin edilen veya arzu edilen büyüme oranı (warranted growth rate), güncel büyüme oranı (actual growth rate) ve doğal büyüme oranı (natural growth rate). Temin edilen büyüme oranı yatırımcıların ve sermayedarların arzu ettiği büyüme oranıdır. Güncel büyüme oranı üç ayda bir açıklanan reel GSYİH büyüme oranı iken doğal büyüme oranı da potansiyel üretimin büyüme oranıdır. 

Harrod’un ilk sorusu bir doğal büyüme oranı olup olmadığıdır? Harrod’a göre böyle bir oran vardır.  Harrod teknolojik gelişme hızının sıfır olduğunu varsayar. Tasarruf oranının (toplumun gelirlerinin yüzde kaçını tasarrufa ayırdığını gösteren oran) sabit bir değer olduğunu ve sosyolojik normlarla belirlendiğini kabul eder. Üretimde sermaye ve emek kullanım oranları ile sermaye ve emek verimliliklerinin teknolojik olarak sabit olduğunu varsayar. Yine amortisman oranının (makinelerin yıllık yıpranma ve yenilenme oranı) yine teknik olarak sabit olduğunu varsayar. Nüfus artış hızı da demografik bir değişkendir. Buna bağlı olarak doğal büyüme oranı nüfus artış hızı ve amortisman oranının toplamına eşittir. İkinci soru güncel büyüme oranı ile temin edilen büyüme oranının birbirine eşit olup olmadığıdır. Harrod burada yatırımcıların beklentilerini bir hızlandıran modeli ile açıklar ve güncel büyüme oranı ile temin edilen büyüme oranının her zaman birbirini tutmayabileceği, hatta tutmasının çok küçük bir ihtimal olduğunu gösterir. Üçüncü soru da temin edilen ve güncel büyüme oranları birbirini tutarsa bu oranların doğal büyüme oranına yakınsayıp yakınsayamayacağıdır? Bunun için tasarruf oranı bölü sermayenin ortalama verimliliği oranının (bir makinenin bir saatte kaç birim üretim yapacağını gösteren oran) doğal büyüme oranına eşitlenmesi gerekir. Ama bunu sağlayacak hiçbir ekonomik mekanizma yoktur. Çünkü tasarruf oranı, sermayenin ortalama verimlilik oranı, nüfus artış oranı ve amortisman oranı birbirinden ve ekonomik değişkenlerden bağımsız ve sabittir. Bu eşitliğin oluşması tesadüflere bağlıdır. Buradan ne sonuç çıkar? Devlet müdahalesi olmadan kapitalist ekonomi kendi haline bırakılırsa güncel büyümenin doğal büyüme oranına yaklaşması tesadüflere bağlıdır. Kapitalist ekonomi ya bir depresyona ve sonu gelmez durgunluğa girecektir ya da sonu hiperenflasyona kadar gidebilecek aşırı hızlı bir büyüme sürecine girecektir. Yani kapitalist sistem doğası gereği istikrarsızdır ve müreffeh ve istikrarlı bir toplum için devlet müdahalesi şarttır. 

Bu sonuca ulaşırken kapitalist ekonomide Harrod tasarruf oranı ve sermayenin verimlilik oranını değişmediğini varsaymıştır. Aynı zamanda girişim gücünün etkisini ve teknolojik gelişmeyi de ihmal etmiştir. Bunlar modelinin zayıf yönleridir. Ancak, kendisinden sonra gelecek büyüme modellerinden farklı olarak tasarruftan ayrı bir yatırım fonksiyonu da varsaymıştır. Bu da güçlü tarafıdır. Marx’a çok benzer bir şekilde sabit oranlara dayalı bir üretim fonksiyonu (Leontieff tipi üretim fonksiyonu) kullanmış ve onun gibi kapitalizmin doğasından gelen istikrarsızlığı vurgulamıştır. Ama Marx’tan fazla olarak bir doğal büyüme oranı da tanımlamıştır ve kapitalist ekonominin bir yolla güncel büyüme oranlarını bu doğal büyüme oranına yakınlaştırırsa krizlere girmekten kurtulabileceğini göstermiştir. Oysa Marx çözümü kapitalist ekonominin ortadan kalkmasında görmekteydi. Pazartesi günkü yazımda sermayenin ortalama verimlilik oranının değiştiği Solow - Swann ve tasarruf oranının değiştiği Kaldor – Passinetti modellerini inceleyeceğim.