Eski adıyla Burma bir başka adıyla Birmanya ve şimdi ki adıyla Myanmar, 60 milyon nüfusuyla Güney Doğu Asya'nın en büyük ikinci ülkesidir.
Eski adıyla Burma bir başka adıyla Birmanya ve şimdi ki adıyla Myanmar, 60 milyon nüfusuyla Güney Doğu Asya’nın en büyük ikinci ülkesidir. 1962-2011 arasında askeri rejimle yönetilen ülke, 2011’den itibaren eski General U Thein Sein’in liderliğinde kurulan sivil hükümet tarafından idare edilmeye başlandı, ancak hükümetin önemli bir kısmını eski askerler oluşturuyor. Çok zengin kaynaklara sahip olmasına rağmen askeri rejim nedeniyle 1962’den bu yana dünyanın en fakir ülkelerinden biri haline gelmiş. Özellikle sağlık sistemi alanında durum çok kötü ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre dünyada 190. sırada yer alıyor.
50 yıldır askeri iktidar tarafından yönetilen Myanmar (Burma), tam anlamıyla Asya’nın kapalı kutusudur. 1962 öncesinde Asya’nın en zengin ikinci ülkesi iken General Ne Win’in başlattığı Burmese Way to Socialism programı sayesinde bölgesinin en fakir ülkelerinden biri haline gelmiştir. Ülke 1962 yılında tıkılıp kalmış, ne ülke altyapısı ne de sosyal yapı açısından en ufak bir ilerleme göze çarpmıyor. En büyük destekçileri ise Çin komünistleri.
Uzun yıllar ev hapsinden sonra şimdi Dışişleri Bakanı ve Devlet Başkanlığından sorumlu Devlet Bakanlığı (başka yerde böyle bir şey yok Burma’ya has bir yönetim biçimi) yapan Nobel Ödüllü Aung San Suu Kyi Arakan bölgesinde Müslümanlar yapılan zulmü yok sayıyor ve masum insanları terörist olarak görüyor. Myanmarlı komünist yönetim bir taraftan Çin’den diğer taraftan Budist Hindistan’dan aldığı destekle Burmalı Müslümanlara göz açtırmıyorlar.
Bendeniz Müslümanların yaşadığı Arakan bölgesine 1992 yılında Türk basınından ilk giren basın mensubu olarak oradaki zulmü gözlerimle gördüm. Bu zulümleri çeşitli gazetelerde yazı dizisi olarak yazdım. Tarih ve Düşünce Dergisi’nin 1999 Kasım sayısında da bir dosya olarak neşredildi. Aradan geçen çeyrek asırda durum hiç değişmediği gibi daha da kötüye gitti.
Güney Asya’ya İslam’ı Araplar götürmüş, Türkler ise yaymış, benimsetmiş ve sevdirmiştir. Osmanlı döneminde Burma’ya da içine alan Hint alt kıtasında Osmanlı Halifesi adına hutbeler okunurdu. Zulüm gören ve dün olduğu gibi bugün de tifo ve koleranın kol gezdiği ilkel çadırlarda yaşamak zorunda kalan Arakanlı Müslümanların bana anlattıklarını sizlere aktarıyorum: “Küçük köyler çitlerle çevrilerek toplama kamplarına dönüştürüldü. Köyler, camiler ve okullar yok edildi. Cinayetler, tecavüzler, tutuklama ve işkenceler yapıldı. Tutuklama ve etnik temizlik korkusuyla 1978’de 300 binden fazla Rohingyalı Müslüman Arakan’ı terk ederek Bangladeş’e sığındı. Ülkenin yerlisi olan Rohingyalı Müslümanlar vatandaşlıktan çıkartıldı. Budistler, Müslümanları ülkenin “misafir vatandaşları” olarak gördüler. Müslüman kadınlar “mesleki beceri eğitimi” adı altında toplama kamplarına götürülerek tecavüze maruz kaldılar. Bunların bazıları hamile kaldı ve Budistlerle evlenmek zorunda kaldılar kimileri intihar ederek canına kıydı. Zulmün bin bir türlüsü Müslümanlara yapılırken Birleşmiş Milletler izlemekte yetindi. Müslüman Devletlerin ise sesi soluğu hiç çıkmadı.”
Bugün “Ben Rohingya Müslümanıyım demek” Budist ve Komünist ülke Myanmar’da “Ben işkence istiyorum, idam olmak istiyorum” demekle eşdeğerdir. Öldürülen Müslümanlar için, “Vatanın huzurunu bozan terörist olduğu için öldürüldü” notu düşülüyor. Arakan bölgesinde ve diğer bölgelerde yaşayan hiçbir Müslüman, dinini, kültürünü ve örfünü açıkça beyan edemez ve yaşayamaz. Arakan bölgesi Müslümanların kanaat liderlerinden görüştüğüm Dr.Muhammed Yunus, Müslümanları bu hale gelmesinden İngilizlerin parmağının olduğuna işaret etmişti: “İngilizler Burma’dan çıkarken Arakan Bölgesinde yaşayan Müslümanların topraklarının bir kısmını Hindistan’a verirken bir kısmını da Burma’da bıraktılar. Böylece hem Müslümanları ikiye bölmüş oldular hem de fitne tohumu atılmış oldu. Myanmarlı komünist yöneticiler sizin topraklarınız Bangladeş’te diyerek onları göçe zorluyor. Hâlbuki tarihi kayıtlar ve belgeler sabittir ki bu topraklar Müslümanların tarih boyunca yaşadığı topraklardır” diyor.
Hâsılı kelam Birleşmiş Milletleri de harekete geçirerek zulmün pençesinde inleyen Müslüman kardeşlerimize sahip çıkmamız her şeyden önce ve öte bir insani ve İslami görevimizdir. Türkiye’nin yaptığı budur ve takdire de şayandır.