Ekrem İmamoğlu'nun bu durumu, temizlik için eve gelen gündelikçiye benziyor. Evin hanımı, hiç yorulmadan neyin nasıl yapılacağını söylüyor.
Türk siyâsî târihî, benzersiz bir dönem geçiriyor. Bu dönem o kadar benzersiz ki, ne CHP’nin tek parti olarak girdiği seçimler, ne 1946’daki “açık oy, gizli sayım”, ne 12 Eylül sonrası “postal korkusu” altındaki seçimler, ne de “367 Krizi”, tekrarlanacak olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimiyle kıyaslanamaz. Bunun sebeplerinin başında, değil genel seçimin İstanbul özelinde tekrarlanması; yerel yönetim seçiminin tekrarlanıyor olmasına rağmen, adaylardan birinin neredeyse Türkiye turuna çıkması geliyor. Her iki aday da, Ramazan Bayramı sebebiyle memleketlerine giden İstanbul seçmenlerini geri gelmeye dâvet etti.
Ancak başka sebepler de var ki, esas bu sebepler bu seçimi benzersiz yapıyor. Bu ikinci grup sebeplerin başında ise, tekrarlanacak olan seçimlerin CHP içinde yarattığı gerilim. Bu gerilimi üç başlık altında inceleyebiliriz:
1- İmamoğlu, CHP tabanının doğal adayı değil.
16 Haziran’da ortak televizyon programında “portakalı soydum başucuma koydum” bağlamında konuşan Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayı olmadan önce (Kılıçdaroğlu’nun ifâdesiyle) “yerel yönetim başarısı”(!) gösterdiği Beylikdüzü, İstanbul’un otuz dokuz ilçesi arasındaki en yeni ilçelerden biri. Yaşı otuzun üstünde olan herkes, Beylikdüzü’nün tarla olduğu zamanları bilir. Her ne kadar Ekrem İmamoğlu, “Beton Ekrem” lakâbına sebep olan yapılaşmayla Beylikdüzü’nü “düz” bir bölge olmaktan çıkarmış olsa da, bu gerçek Beylikdüzü’nün CHP’nin güçlü olduğu diğer ilçeler arasında neden öne çıkardığını açıklamıyor. Kadıköy, Bakırköy, Beşiktaş, Şişli gibi CHP’nin güçlü seçmen tabanına sâhip olduğu bölgelerde ilçe başkanlığı yapmış mevcut ya da eski başkanlar dururken, Beylikdüzü gibi “yeni” bir ilçeden Büyükşehir’e aday gösterilmesinin ardında CHP tabanı açısından sıkıntılar var. Kadıköy, Bakırköy, Beşiktaş, Şişli gibi ilçelerde başkanlık yapanlar, CHP’nin il ve genel merkez yönetiminde ağırlığı olan isimlerdir. Dolayısıyla bu isimlere “davul sende, tokmak bizde” demek kolay değildir. İmamoğlu ise “genç” imajıyla ve büyükşehir başkanlık sevdâsıyla bu iş için oldukça uygun, ama CHP tabanı için doğal adayı değil.
2- CHP teşkilâtı hiç zahmete girmiyor.
Ekrem İmamoğlu, 23 Haziran’da seçilirse onu bu tuzağa itenlerin sözünden çıkamayacağı için, sorun yok. Daha muhtemel olan sonuç ile kaybederse de, kaybeden CHP ya da Millet İttifâkı’nın diğer partileri olmayacak; Ekrem İmamoğlu, CHP geçmişinde bolca bulunan “mağlup adaylar arşivi”ndeki yerini alacak. Ekrem İmamoğlu’nun bu durumu, temizlik için eve gelen gündelikçiye benziyor. Evin hanımı, hiç yorulmadan neyin nasıl yapılacağını söylüyor. Ev temizleniyor. Gündelikçi, parasını alıp gidince ev temizlenmiş oluyor ve evin hanımı “temizlik tebriğini” alıyor. Ev mis gibi oluyor, ama kimin yaptığı değil, kimin yaptırdığı önemli oluyor. Bu yüzden CHP teşkilâtı, her iki sonuç için aslan payını alacak taraf olarak, parmağını kıpırdatmıyor. Aksine, Ekrem İmamoğlu’na uydurma ve yanlış bilgiler verip “yalancı” durumuna düşmesine sebep oluyor. Ama Ekrem İmamoğlu, bu yalanlar yüzünden düştüğü durumu hiç kabul etmiyor.
Bu imâj üzerinden bakıldığında Ekrem İmamoğlu, “Taşeron CHP’li” rolünü oynamaktadır. Kazanması hâlinde, başarı il ve genel merkezin başarısı olacaktır. AK Parti yenilmiş olacak ve ganimet paylaşımı başlayacaktır. Bu paylaşımda Ekrem İmamoğlu, “antrikot-musakka” arasında seçim yapabilirse, kendini şanslı hissetmelidir. Kaybetmesi durumunda ise, zâten yazlık bölgelerde mevzilenmiş CHP tabanı “yenildik ama ezilmedik” tesellisiyle birkaç haftalık sessizliğe bürünerek, her zamanki gibi durumu kurtaracaktır.
3- Ortak yayın telâşı.
Binali Yıldırım’ın ortak yayın teklifini kabul edip Uğur Dündar ismini ortaya atmasından sonrası süreç, durumunda hiç de rahat olmadığının ispatıdır. Uğur Dündar, topa önce girdi ama daha sonra geri çekildi. “Moderatörlük ihâlesi” İsmail Küçükkaya’da kalmışdı. İsmail Küçükkaya, “sorular istenmiş” yalanının hesâbını(!) yayında sordu ancak Ekrem İmamoğlu, hem İsmail Küçükkaya’nın canlı olarak gözünün içine baka baka hem de kameraya bakıp milyonların yüzüne yalan söyledi. Can Ataklı gibi isimlerin “iyi niyetli uyarı” mâhiyetinde olup bence içi boş beyanlarından da anlaşılıyor ki, bu yayın Ekrem İmamoğlu için “sandıktan önceki son çıkış” oldu.. Ekrem İmamoğlu’na destek verenlerin çoğu, Binali Yıldırım’ın karşısında puan kaybedeceğini anlayıp “uyarı” kılıfıyla yan çizmektedir. Ama artık bundan geri dönüş yoktur. Senelerdir istedikleri bir şeyden gerçekleşmiştir ve bu yayının gâlibi olmasa da, mağlubu Ekrem İmamoğlu olmuştur.
CHP’de İç Temizlik
Son yaptığı gafların ve özür dilemediği yalanlarının ardından gerçek yüzü iyice ortaya çıkan Ekrem İmamoğlu’nun puanı düşüşe geçti. Fatih Portakal’dan bile “örtülü fırça” yedikten sonra iflâh olacağa benzemiyor. Altı ay gibi kısa bir sürede bu kadar şişirilmiş ve parlatılmış, sanatçısından iş adamına kadar CHP’li her kesimden destek verilmiş adayın kaybetmesi, CHP’deki rahatsız kesimin elini güçlendirecektir. Bu rahatsızlık, genel merkez tarafından “Ekrem İmamoğlu’nun kurban verilmesi” şeklinde geçiştirilebilir. Ama bu kadar desteğe rağmen bile kazanılamaması Kılıçdaroğlu’nun da o koltuktaki rahatını bozacaktır. Böyle bir süreçle birlikte, CHP “fabrika ayarları” konusunda bir gelişme yaşayabilir.
Bütün bu sebepler yüzünden, 23 Haziran artık bir yerel seçim tekrârı değil, CHP’nin yeniden yapılanma konusundaki yol ayrımıdır. CHP, kutuplaşma karşıtlığının bayraktarlığını yaşarken, kavram kargaşasına düşüp parti içindeki kutuplaşmaları nasıl yöneteceği sorunuyla karşı karşıya kalmıştır.