​TÜRKİYE NASIL İSTİKRARLI VE SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR BÜYÜME TUTTURABİLİR?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Bugünün şartları nelerdi?

Geçen yazıda bugünün şartlarında oluşan karmaşık ekonomik yapının nasıl bir büyüme modeli ile tanımlanabileceğinin genel şartlarını vermiştim. Bugünün şartları nelerdi? Birincisi küreselleşmenin yol açtığı sonuçlar: dış sermaye hareketleri, doğrudan yatırımlar ve dış göç dalgaları. İkincisi üretimin karmaşık doğası: Sermaye tek tip olarak değil ama birbirini tamamlayan üç tipte tanımlanmalı. Yine emek de sadece fizikî emek olarak değil fiziki ve zihni emeğin bileşimi olarak tanımlanmalı. Üçüncüsü teknolojik değişimi ve teknik ilerlemeyi günün şartlarına uyan daha dinamik bir süreçle modellemek. Dördüncüsü tek sektörlü bir ekonomi varsayımından vaz geçip çok sektörlü bir ekonomiyi modellemek. Bu dört temel prensip çerçevesinde Türkiye’nin iktisadi büyümesinin sürdürülebilir ve istikrarlı bir şekilde daha yüksek oranlara çıkması ne şekilde mümkün olur? Bugünkü yazımda bu soruyu cevaplamaya çalışacağım.

ANA HEDEF: DOĞAL BÜYÜME ORANINI YÜZDE 7’YE ÇIKARMAK

Doğal büyüme oranı (natural growth rate), daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, nüfus artış hızı, amortisman oranı, teknik ilerleme hızı ve emeğin verimlilik artış oranının toplamından oluşur. Bütün büyüme modellerinin ortak sonuçlarından biri nüfus artış hızını (daha fazla doğumu teşvik ederek veya dış göçle) arttırmak veya amortisman oranını (ekonomik ömrü bitmemiş fabrika, tesis ve altyapıyı yenileyerek) yükseltmek doğal büyüme oranını arttırsa da kişi başı gelir ve kişi başı sermaye stokunu düşürmektedir. Buna fakirleştiren büyüme denir ve hiçbir hükümet böyle bir büyüme hedeflemez. O zaman teknik ilerleme hızı ve emeğin verimlilik artış oranını arttırmak gerekir. Teknolojik değişimin teknik ilerlemeye dönüşebilmesi için inovasyon yatırımlarına ihtiyaç vardır. İnovasyon yatırımı içinse her şeyden önce finansman gerekir. Türkiye’de firmaların bırakın süreç ve ürün inovasyonu yapmasını, mevcut fabrikalarını büyütebilmek için bile finansmana ulaşmaları çok sıkıntılıdır. Kredilerin büyük kısmı firmaların ancak mevcut durumlarını korumalarını sağlayacak kadar büyüklüktedir. Yetersiz tasarruf bunun temel sebebidir. Benzeri şekilde inovasyonu kendi sermayesi ile finanse edebilecek büyük ölçekli firmalarımız da çok az sayıdadır. Teknik ilerlemede belli bir seviyenin üzerine çıkamamış firmalar için yabancı finansman kaynakları da son derece sınırlıdır. Bu yüzden teknik ilerlemenin devlet tarafından finanse edilmesi, gerekirse sadece teknoloji üretecek kamu firmalarının kurulması önem arz etmektedir. Tek başına para yeter mi? Yetmez. Bilimsel çalışmaların, proje onaylarının ülkenin önümüzdeki en az yirmi yıllık sektörel üretim hedeflerine göre organize edilmesi gerekir. Yani üniversitelerin üretimi ile (bu gerek icat, keşif ve inovasyon çalışmaları olsun gerekse beşerî sermaye üretimi olsun) farklı sektörlerdeki sanayi ve tarım üretiminin birbirini tamamlayacak şekilde planlanması gerekir. Türkiye’de çok fazla üniversite bulunmaktadır, yine bu üniversitelerde belli bölümler orantısız olarak (iktisat, işletme, iletişim, kamun yönetimi ve hukuk gibi) büyümüştür. Yani bazı işkolları için ihtiyaç fazlası beşerî sermaye birikimi olurken bazı işkolları içinse ihtiyaçtan çok az beşerî sermaye üretilmektedir. Üretimde ara eleman ihtiyacı had safhadadır ama buna yönelik bir eğitim reformu yoktur. Yani eğitim sistemini bugünün ve gelecek yirmi yılın ihtiyaçlarını gözeterek yeniden düzenlemek, eğitimin kalitesini arttırmak ve bilimsel eğitimle ülkenin üretim hedeflerini bir arada planlamak gerekmektedir. Bunlar olursa 10 yıl içinde doğal büyüme oranını yüzde 5’ten yüzde 7’ye çekebiliriz.  

YAN HEDEF: TEMİN EDİLEN BÜYÜME ORANINI DAHA İSTİKRARLI HALE GETİRMEK

Temin edilen büyüme oranı (warranted growth rate) yine bütün büyüme iktisadı modellerinde ortalama tasarruf oranı ile sermayenin ortalama üretkenliği oranının çarpımına eşittir. Yani tasarruf edilen gelirin uzun dönemde ne kadar üretim kapasitesi artışına yol açacağını gösterir. Burada büyüme modellerinde ihmal edilen kritik bir rol finans kesiminin rolüdür. Finans kesimi tasarrufları farklı sektörlerde üretim ve yatırım finansmanı olarak değerlendirir. Teorik modellerde (kolaylaştırma adına) tek sektörlü üretim temel alınırken, gerçekte ekonomide birbirinden farklı yüzlerce sektör bulunmaktadır. Kredilerin hangi sektörlere ne kadar dağıtıldığına göre sermayenin ortalama verimlilik oranı değişir. Bankacılık ve finans kesimi 10 yıllık veya 20 yıllık perspektifle yatırımlara bakmaz. Daha kısa vadeli görüşe sahiptir. Böyle olunca iş sadece finans kesiminin insafına bırakılırsa bazı sektörlere aşırı kredi plasmanı olurken diğer bazılarına yetersiz kredi plasmanı olur. Bu da orantısız ve dengesiz büyümeye yol açar. Bunun için kamu bankaları dengeleyici bir unsur olarak kullanılabilir. Ancak, her zaman belirttiğim gibi, büyük ölçekli genel bir büyüme ve kalkınma planı çerçevesinde kredilerin sektörel dağılımı yönlendirilmelidir. Bugün görünen tabloda devlet müdahale ile orantısız kredi dağılımını azaltacağı yerde daha da arttırmaktadır.  

BİRİNCİ TEMEL STRATEJİ: SEKTÖREL YATIRIM VE EĞİTİM PLANLAMASI

Yukarıda bahsedilen iki ana hedefe ulaşabilmek için, yani daha yüksek bir doğal büyüme hızı ve daha istikrarlı bir temin edilen büyüme hızına ulaşabilmek için, planlamanın şart olduğundan bahsetmiştik. Ama bu planlama nasıl yapılmalı? Öncelikle bu planlamayı yapacak özerk bir kurumun olması gerekli; eski DPT gibi. Tabiî ki, bu kurum, yeni çağın şartlarına göre yenilenmiş olarak teçhiz edilmeli. İkinci olarak uzun dönemi (10 ve 20 yıllık süreleri) kapsayacak şekilde sanayileşmede ve ihracatta öncelikli sektörler belirlenmeli. Bunun yanında doğal büyüme hızını yüzde 7’ye çıkaracak bir genel büyüme hedefi de konmalı. Bu hedeflere daha nitelikli ürünler ve daha yüksek katma değerli üretimle ulaşılacağı âşikârdır. Sonuç olarak iş dönüp dolaşıp beşerî sermaye birikimine gelmekte… Eğitim sisteminin, bu anlamda, yeniden düzenlenmesi, 10 – 20 yıllık süreçlerde öncelikli ihtiyacımız olan beşeri sermayenin hangi niteliklere sahip olması gerektiğinin ölçülmesi, bu hedefler doğrultusunda insan yetiştirilmesi çok önemlidir. Yani eğitime yatırım sadece sosyal bir harcama ve destek değil, aslında iktisadi büyümenin temel motorunu teşkil eden bir süreçtir.  

İKİNCİ TEMEL STRATEJİ: DIŞ FİNANSMAN KAYNAKLARININ ETKİN YÖNETİLMESİ

İnovasyon yatırımlarının ve üç tipte sermaye birikiminin ihtiyaç duyduğu yatırımların uygun finansal kaynakları gerektirdiği ortadadır. Türkiye’nin en temel yapısal problemlerinden biri de düşük ortalama tasarruf oranlarıdır. Böyle olunca, özellikle küreselleşme süreci içinde, tasarruf açığı dış borçla karşılanır. Burada kritik nokta şudur: Dış borcun ödenebilir olması için ülkenin yıllık üretim kapasitesindeki nominal artışın kur artış oranı artı bir yıllık dış borç ana para ödemesi artı dış borç faizini karşılayacak düzeyde olması gerekir. Kötü bir örnek olarak son yılların Türkiye ekonomisini ele alabiliriz: 2022 yılı ortalama enflasyonuna yüzde 50 diyelim. Büyüme oranı da kabaca yüzde 5 olsun. Yıllık güncel gelir artışının da tamamen üretim kapasitesi artışı olduğunu varsayalım (ki bu çok iyimser hatta hayalî bir varsayımdır). Öte yandan dış borç faizimizin oranı 2022 yılı yüzde 7 diyelim. Dolar kuru da 18’den 26’ya çıkarak yüzde 44 değer kazanmıştır. Toplam dış borcun ana parasının yüzde 20’si geri ödendiği düşünülüsün. Nominal üretim kapasitesi artışı yüzde 55 iken dış borç artış oranı yüzde 71’dir. Aradaki yüzde 16’lık açık yeniden dış borç alınarak kapatılmaktadır. Bu durum sürdürülebilir değildir. Bu dengesiz ve orantısız büyümenin yol açtığı bir sonuçtur. Dış borçlar kredi kanalıyla üretken olmayan hizmetler ve inşaat sektörüne gittiği için nominal üretim artışı borcun artış hızını karşılayamamaktadır. Bu yüzden dış borç kaynaklarının birinci temel stratejide öngörülecek olan üretken sektörlere dağıtılmasını sağlamak ve bunu örgütlemek kamu otoritesinin birinci önceliği olmalıdır.       

ÜÇÜNCÜ TEMEL STRATEJİ: DIŞ GÖÇÜN KONTROL ALTINA ALINIP SINIRLANDIRILMASI

İktisat biliminde Rybczynski Teoremi şunu söyler: Bir ülkede üretim kaynaklarından birinin artışı o ülkede o kaynağı yoğun olarak kullanan sektörlerin üretimini mutlak olarak arttırırken, diğer sektörlerin üretimlerinin nispî olarak düşmesine yol açar. Asya, Afrika ve Orta Doğu’nun niteliksiz işgücünü bir ülkeye doldurursanız, niteliksiz işgücünü yoğun olarak kullanan, kalitesiz ve düşük katma değerli ürünler imâl eden sektörlerin ekonomi içindeki payları büyürken, nitelikli işgücü kullanan, teknoloji ve beşerî sermaye yoğun sektörlerin ekonomi içindeki payı küçülür. Uzun dönemde sonuç en zenginden en fakire herkesin daha fakirleşmesidir. Yani atlet, don patiska satarak kalkınma hedefleyip bölgesel güç olma hayali görüyorsunuz demektir! Ne güzel İstanbul be!

DÖRDÜNCÜ TEMEL STRATEJİ: TEKNOLOJİK DEĞİŞİME DEVLET DESTEĞİ

Söylediklerimi tekrar etmeme gerek yok! Türkiye’de teknoloji üretebilecek ve onu öz sermayesi ile finanse edecek büyüklükte firmalarımız bir elin parmaklarını geçmemektedir. Dış sermaye teknoloji ve inovasyon konusunda seçici davranmaktadır; bu yüzden de inovasyon için yeterince dış destek de sağlanamamaktadır. Ehh, memlekette de tasarruf açığı vardır. O zaman teknoloji yatırımlarına kim öncelik edecek? Tabiî ki devlet. Savunma sanayimizde gelişmeler güzel bir örnektir. Ancak geliştirilen ürün ve tekniklerin diğer sektörlere aktarılması ve bunun belli bir plan çerçevesinde yapılması da Türk Devletinin en öncelikli hedefi olmalıdır.