PAÇOZLUĞA ALKIŞ

Doç. Dr. Can CEYLAN
Şimdilerde üstü örtülmesin, bilinsin ve suçlular cezâlandırılsın istiyoruz ve haber malzemesi yapıp kamuoyuna duyuruyoruz ama hem rezillik hem paçozluk hem de suç oranı artıyor.

Sosyal medya yaygınlaşınca iyice ortaya çıktı ve ondan önce televizyon kanalları çoğaldı zannediyoruz, ama seviyesizlik, banallik ve paçozluk çok eskiden beri var.

Gelin kaynana kavgasından akrabalar arası kavgaya ve komşunun karısına veya kocasına göz koymalara kadar medyayı işgâl eden bütün bu rezillikler, taşın altındaki yılan yuvası, ahşap kaplama arkasındaki haşerat ordusu gibi, hep oradaydı. Oradaydı ama bu kadar görünür değildi. Herkes biliyordu ama “normalleşmesin” diye üstünü örtüyordu. Toplumun zıvanadan çıktığı zannı yaygınlaşmasın isteniyordu. Bu, temizlik yapar gibi yapıp tozu halının altına süpürmeye benzetilebilir. Yaygınlaşmaması gibi takınılan bu tavır iyi niyetli bir ihmâldi ve dura dura iyice mayalandı ve artık mızrak çuvala sığmaz hâle geldi. Kaldı ki, mızrağı çuvala sığdırmak da artık pek makbul bir şey değil.

Şimdilerde üstü örtülmesin, bilinsin ve suçlular cezâlandırılsın istiyoruz ve haber malzemesi yapıp kamuoyuna duyuruyoruz ama hem rezillik hem paçozluk hem de suç oranı artıyor. Olan mağduriyetinin duyulmasıyla ekranlarda sâdece bir gün gözükmeyi kâr(!) zannedenlere oluyor. Hepsi musalla taşındaki bir vakitlik saltanat misâli, birkaç gün gündem oluyorlar ve sonra bir mendil gibi kullanılıp atılıyorlar. Bu rezilliklerin duyurulmasından nemalanların yeni rezil ve paçoz bulma gibi bir endişeleri de maalesef olmuyor.

Şimdilerde “haber” olan eskiden “ayıp” denir gizlenirdi. Artık haberler de reyting üzerinden servis edildiği için televizyonlarda reyting, sosyal medyada beğeni ve izlenme sayıları sessiz ama çok gürültülü alkış yerine geçmektedir. Reklamın iyisi kötüsü olmaz ifâdesindeki ahlâkî duyarsızlık artık başat bir “PiaR” stratejisi hâline geldi.

Niye bu gürültü?

Hani mahallenin dedikoducuları vardır. Kadınların adı çıkmıştır, ama erkekler daha fazla dedikodu yaparlar. Kadınlar bir günde kırk kapının tokmağını tutar, erkekler kırk kahvenin masasına oturur. El âlem diye tanımladığı ama her gün yüz yüze baktığı mahallelinin ardından konuşur. Konuşmazsa rahat edemez; uyku uyuyamaz.

Lafa gelince dedikodu sevmezler ama “benden duymuş olma” dedikten sonra “ben de söyleyenlerin yalancısıyım” diye devam edip katmerlendirdiği dedikoduyu yapanlar, artık sosyal medyada daha rahat hareket eder oldular. Meğerse dedikodu yapmak için belli bir yaşa gelmek, yapacak başka işi olmamak gibi şartlar çok da gerekli değilmiş. Toplumun büyük bir kesimi yolda yürürken, araba kullanırken, alışveriş yaparken, okulda (sözüm ona) ders dinlerken, iş yerinde toplantıdayken, yemek yerken iki arada bir derede hemen dijital klavyeye rükû edip işini görüyor.

Dünyânın “küçük” olduğunu unutanlar dijital dünyânın küresel ama bir köyden bile daha küçük olduğunu görmezden gelip herkese “sen” diye hitap etme seviyesine düşmekten çekinmiyor. “Bilmiyorum” deme erdeminde yoksun olduğu için her konuda yorum yapma hevesinde olanlar, hem geleneksel hem de sosyal medyanın aranan ve tâkip edilen yorumcuları olup çıkıverdiler.

Komşusunun dedikodusunu yapan, duvara bardak koyarak dinlemek gibi yarım yamalak duyduğu mevzuyu kendi suizannıyla tamamlayıp dillendiren bu “bilmiş” tayfanın amacı, kendi âilesindeki sorunları örtbas etmek için mahalle dedikodusu yapanlardan farklı değildir.

Mutfağındaki ve tuvaletindeki fizikî kirlilik ve yatak odasındaki ahlâkî kirlilik duyulup bilinmesin diye dedikodu yapan mahalle dedikoducuları gibi gürültü çıkaran bu tayfa, mahalleden medya ve sosyal medyaya “terfi” etmiş durumdadır.  O kadar ki, dedikodunun adı “spekülasyon” ya da “komplo teorisi” olmuş durumdadır. Bunu “mahalle ağzı” ile değil de, “anket sonuçları”, “istatistiksel veri” veya “saygın üniversitelerin yayınladığı rapor” gibi dayanaklarla “ben de onların yalancısıyım” dercesine konuşup anlatınca ve bunu televizyon ekranında ya da sosyal medya kanalında yapınca dedikodu kazanı daha da büyüyüp sayısız sanal kepçe ile karıştırılıp bir girdap hâline geliyor. Sonra resmî devlet kurumları bile kırk kişinin çıkaramadığı taşı kuyuya atan bir deliyle uğraşmak zorunda kalıyor.

Benim rezilliğimi görme

Bu girdabın içindeki malzemede nitelik aramak abesle iştigâldir. Girip de nitelik arayan kendi niteliğinden kayıplar yaşar. Ne olursa olsun her şey, kim olursa olsun herkes yalan ya da doğru diye bakmadan alkış alıyor. Birkaç saat içinde yüzbinlere ulaşan izlenme sayıları, niceliğin niteliği boğması için yetip de artıyor. Sorulduğunda “sâdece belgesel seyrediyorum” diyenlerin kabarttığı bu nicelik dağının yükselmesinin sebebi, çıkan gürültü ile herkesin kendi ayıbını örtme gayretidir. Yoksa bunca seviyesizliğin, kalitesizliğin, niteliksizliğin ve paçozluğun alkış olmasının başka ne sebebi olabilir!

Bu alkışın sebebi, bana bakma canbaza bak, demektir. Nasıl olsa bu kargaşada kimse beni göremez deyip gemi azıya alarak ipten kazıktan kurtulmuşçasına azıtanlar, kendi rezâletleri arttıkça yaptıkları alkış da artmaktadır.

Kuru değil kara gürültü

Ünlü İngiliz oyun yazarı ve tiyatro işletmecisi William Shakespeare’in “Much Ado About Nothing” adlı eserini Can Yücel “Kuru Gürültü” olarak Türkçeye tercüme etmiştir. Bu eser, kelimenin tam anlamıyla “hiçbir şey” için çıkartılan gürültüyü anlatmaktadır. Ama bizim yaşadıklarımız ise “kara gürültü”dür.

Bu gürültünün büyük bir çoğunluğu anlık paylaşımlara verilen anlık tepkilerdir. Önemli bir kısmı da mizah amaçlı yapılmıştır. Ama Shakespeare’in mezkur eserinde dediği gibi “gülerken ağlamak, ağlanacak şeye gülmekten daha iyi değil mi?”

Sınırları bilinmeyen koca bir sosyal medyada ağlanacak hâllere gülünmektedir. Gülmeyenler ise en fazla yorum kısmına “ağlayan emoji” koymakta ve sağanak hâldeki paylaşımlardan bir sonrakine geçmektedir.

Bu kara gürültü içinde kimileri kendi rezilliklerini gizlerken, kimileri de ben tezâhürat yapmazsam stadyumun tribünleri sessiz kalır diye düşünen takım taraftarı gibi kendini fasulyeden sayıp akıntıya kapılmaktadır. Ama bu akıntı çarpık kentleşme yüzünden yatağı daraltılan akarsuyun tartışmasıyla yaşanan felâketten daha büyük felâketleri yaşatmakta ve maalesef “normalleştiği” için dikkat çekmemektedir.