NE DİYE YAYGARA KOPARIYORSUNUZ?

Alican DEĞER 29 Haz 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Ülke yönetmek mahalle bakkalı yönetmeye benzemez ki. Sıradan bir mahalle bakkalı bile komşularıyla iyi geçinmek zorundadır.

Ülke yönetmek mahalle bakkalı yönetmeye benzemez ki. Sıradan bir mahalle bakkalı bile komşularıyla iyi geçinmek zorundadır. Ülkeler ve ülke çıkarları söz konusu olduğunda bunun çok daha önemli olduğu tartışılamaz bile. 19. yüzyıla damgasını vurmuş olan İngiliz devlet adamı Lord Palmerston'ın uluslararası diplomasiye kazandırdığı "İngiltere'nin ebedi dostları ve ebedi düşmanları yoktur, çıkarları vardır" sözü ünlüdür. Bu son derece önemli bir tahlildir ve dünya politikasını belirler.

Aynı şey Türkiye için de gereklidir. Bizim de sürekli düşmanlarımız ve dostlarımız olmamalıdır. Çünkü ülkemizin çıkarları vardır. Ve bu çıkarlar, zamanla değişebilir. Bazen çıkarımız gereği kavga etmemiz gerekebilir. Bazen ise barışmamız. Önemli olan bunu doğru sıra ile yapabilmektedir. Eğer olası hata durumu varsa düzeltmek de yine ülke çıkarı gereğidir. Masa başında oturup kalem kahramanlığı yapmak kolay. Hepiniz dış işlerinden fazla dışişleri uzmanı, ekonomi uzmanlarından fazla ekonomi uzmanı, genel kurmaydan fazla askeri uzmansınız anasını satayım. Ne oluyor? İsterseniz buyurun gelin siz yönetin. Tabii ki herşeyi eleştirebilirsiniz. Ama edep ya hu. Barışmak ne zamandan beri eleştiri konusu oldu. İnsanlar barıştı diye eleştirilebilir mi? Ya ülkeler? Ülkeler barışınca niye eleştirirsiniz? Tersini mi istiyorsunuz? Sürekli kavga mı edilmeli? Sürekli gerginlik mi yaşanmalı? Nereye varmak istiyorsunuz ki?

Her soytarıya bir “Demokles’in kılıcı”

Demokles’in kılıcı deyimini duymuşsunuzdur. Anlamı, zor görevde olanların başının üzerinde bir kılıç sallandığıdır. O görevin ne derece zor ve tehlikeli olduğunu gösterir. Peki ya hikayesini bilir misiniz? Hikayesi daha da ilginçtir. Geçmiş zamanlarda Demokles kral iken bir soytarısı varmış. Demokles soytarısını severmiş. Çünkü kendisini güldürürmüş. Soytarı da her zaman Demokles’in yönetim biçimini eleştirirmiş. “O karar öyle mi verilir?” yada “Bu böyle mi yapılır?” diye söylenirmiş. Soytarının en büyük arzusu bir gün için bile olsa kral olmakmış. Hep “Ben bir gün kral olsam neler yapardım” dermiş.

Sonunda Demokles ikna olmuş. Bir gün değil ama bir akşam yemeği boyunca  soytarısını kral ilan etmiş. Soytarı heyecan içindeymiş. Kral sofrası hazırlanmış. Herkes büyük saygı ile bir yemeklik kral olan soytarıyı beklemeye başlamış. Soytarı afra tafra ile gelmiş oturmuş. Oturmuş ama bir gariplik var. Herkes başının üzerindeki bir noktaya bakıyormuş. Kafasını kaldırmış bir de ne görsün. Başının üzerinde bir kılıç sallanıyor. Bir at kılına bağlı. Koptu kopacak. Koparsa soytarı ikiye bölünecek. Soytarı kan ter içinde o yemek boyunca krallık yapmış. Demokles soytarısına bir ders vermiş. Krallığın aslında ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmış. “Evet kral olabilirsin ama hayatın bir at kılına bağlıdır demek istemiş.* Demoklesin kılıcı deyimi de böyle doğmuş.

Şok, Şok Şok, Flaş, Flaş, Flaş

Ortalık şok geçirenlerden ve flaşlananlardan geçilmiyor. Her kavramın içini boşaltmaya bayılıyoruz. En ufak bir şeyde muhattapların hemen “Şok” geçirdiğini düşünüyoruz. (Düşünüyoruz derken biz gazetecileri kastediyorum. Yoksa sizin birşey geçirdiğiniz falan yok) Ya da “Filancanın elinde şeytan tırnağı çıktı” haberini flaş olarak veriyoruz. Biliyorum. Böyle daha çok dikkat çekiyor. Ama gerçek “Şok” ve *Flaş”a ne olacak? Gerçekten bu deyimleri hak eden bir olay yaşandığında ne diyeceğiz? “Ultra şok” veya “Mega Flaş” mı?

“En bi gerçek şok bu haberde” diye yayın mı yapacağız?

Bu kültür Reha Muhtar ile başladı. Ama onun bile belli kuralları vardı. Sonra ortama giren yabancı bir kanser hücresi gibi diğer tüm hücreleri ele geçirmeye başladı.  Artık magazinciler ve spor spikerleri genizden gelen vurgulu ve cazgır sesleriyle bağırıyorlar: “Şok-Şok- Şok. Flaş-Flaş-Flaş” diye. Haberciler de geri durmuyor. Hele internet siteleri. Bir “Tık” daha için yapmadıkları madrabazlık kalmıyor. Habere konu olanın yüzünü buzlamak mı istersiniz? Haberin içeriğinde olmayan bir unsuru soru ile başlığa çıkarmak mı? Hepsi bir arada. Resmen sizleri kandırıyoruz. “Bizde var” diye vaat ediyoruz, ama fos çıkıyor. Siz bunları yediğiniz sürece bizler yapmaya devam edeceğiz. Bilesiniz. Önce sizin vazgeçmeniz gerekiyor. 

Sonra tükürdüğünü yalamayasın

İngiltere referandum yaptı, AB’den ayrılma kararı aldı. Ben daha sonrası için biraz fikir jimnastiği yapmak istiyorum. Diyelim ki, İngiltere ayrıldıktan bir süre sonra geri dönmek istedi. O zaman ne olacak? Bizim çektiklerimizi çeker mi dersiniz? Acaba Fransa veya Almanya bir açıklama yapıp, “Bu üyeliği halkımıza sormamız lazım” derler mi? Derlerse ne komik olur? Veya 1.3 milyon nüfuslu Estonya, “Ben onları istemem” derse ortalık karışır mı? 400 bin nüfuslu Malta ya yan çizerse. İngilizler Malta’ya yalvar yakar olurlar mı? En komiği de ne olur biliyor musunuz? İngilizler çıkıp İskoçlar bağımsızlıklarını ilan edip AB’ye girerlerse. Tarih boyunca İngilizlerle kah dargın, kah barışık yaşayan İskoçlar onları tekrar Avrupa Birliği’ne alırlar mı dersiniz?

Bence İngilizler bu sevdadan bir an önce vaz geçsinler. Çünkü karşılarına hiç de alışık olmadıkları, hiç de beklemedikleri bir duvar çıkabilir. Kıbrıs Harekatına kızıp NATO’dan çıkan Yunanistan’ın sonra dönmek için nasıl çaresizce yalvardığını hatırlamak gerekir. Zaten 12 yıl çaba ile girdikleri AB’den bir kez çıkarlarsa, valla İngiltere’yi kimse geri almayabilir. Veya burnunu çok fena sürter.