LOZAN'I ZAFER DIYE YUTTURANLAR

Ekin GÜN 02 Eki 2016

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
​Cumhurbaşkanı Erdoğan perşembe günü muhtarlar toplantısında Lozan Antlaşması'yla ilgili şu açıklamayı yaptı: "1920'de bize Sevr'i gösterdiler, 1923'de Lozan'ı bize razı ettiler. Birileri bize Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. Şu anda Ege'yi görüyorsunuz değil mi? Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'da verdik.

Cumhurbaşkanı Erdoğan perşembe günü muhtarlar toplantısında Lozan Antlaşması’yla ilgili şu açıklamayı yaptı: “1920'de bize Sevr'i gösterdiler, 1923'de Lozan'ı bize razı ettiler. Birileri bize Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. Şu anda Ege'yi görüyorsunuz değil mi? Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'da verdik. Oralar bizimdi, oralarda hala camilerimiz, mabetlerimiz var. Şu anda hala Ege'de kıta sahanlığı ne olacak bunları konuşuyoruz. Hala bunun mücadelesini veriyoruz. İşte o anlaşmada masada oturanlar sebebiyle. O masaya oturanlar o anlaşmanın hakkını vermediler, veremediler.”

Artık insan eliyle yapılan anlaşmaların dogmatikliğinden kurtulup tarihsel gerçeklerimizi tartışmamızın zamanı geldi de geçiyor. Bu tartışmayla birlikte hem ülkemizin içinde bulunmuş olduğu durumu daha net anlayabiliriz, hem de geçmişten bugüne dek küresel sistemin coğrafyamız üzerinde oynadığı oyunları. Zira ilk adım olarak milyonlarca kilometrekarelik topraklarımızın masada nasıl kaybedildiğini tartışmamız bize bu minvalde büyük fayda sağlayacaktır.

Lozan’da kaybettiğimiz sadece 12 ada değildi. Misak-i Milli’nin içinde olan Batum, Antakya, Batı Trakya’yı kaybettiğimiz gibi Kıbrıs’ı, Sudan’ı ve Mısır’ı da İngilizlere bıraktık. Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin yoğunlukta olduğu yerler Misak-i Milli sınırları içerisinde sayılmasına rağmen %75 oranında Müslüman Türklerin yaşadığı Batı Trakya’nın Yunanistan’da kalmasının herhalde hiçbir makul açıklaması olamaz. Kaldı ki savaşta Yunanistan’a karşı bir zafer elde etmişken!

Gelgelelim Musul meselesi de öyledir. Lozan Antlaşması’nı imzalayan İsmet Paşa Musul konusunda da hiç ısrarcı olmamıştır. Hatta İngiliz Heyeti’nin Başkanı Lord Curzon’a şunu demekten çekinmemiştir: “Musul ve Kerkük’ün sizde kalmasında hiçbir sakınca yoktur”

Lozan’da karşımızda sekiz devlet vardı. Savaşı kazanıp masaya oturmamıza rağmen Fransızca, İngilizce ve İtalyanca resmi dil olarak kabul edilmişti. Başka bir dil yasaktı. Savaşı kazanmış bir ülke olarak Lozan Antlaşması’nın Türkçe nüshası yoktur, ancak Türkçe’ye çevrilmiş bir nüshası vardır. Galip devlet olarak oturduğumuz masada Türkçe’nin de resmi dil olması gerekirken bu konuda bir talep olmamıştır.

Bu noktada bilinen en büyük yanlışlardan biri de Sevr Antlaşması’nın Türkiye’nin elini kolunu bağladığıdır. Bu hem yanlıştır, hem de açıkça bir yalandır. Çünkü Sevr Antlaşması sadece dayatma olarak kalmış ve Padişah’ın altında bir imzası yoktur. Bununla birlikte bu antlaşma ne İngiliz ne de Fransız meclislerinden geçmiştir. Dolayısıyla bir bağlayıcılığı vardır denilemez.

Lozan’a dönem zarfında Birinci Meclis itiraz etmiştir. Bu Meclis Mustafa Kemal Paşa tarafından dağıtılarak Lozan’ı onaylayacak kişilerle istihdam edilmiş ve Lozan Antlaşması Meclis’ten bu sayede geçirilmiştir. Ancak devlet başkanı olan Mustafa Kemal’in antlaşmayı onaylaması Hilafetin kaldırılmasından tam 28 gün sonra gerçekleşmiştir. İngilizler de Lozan’ı onaylamak için Hilafetin kaldırılmasını beklemişler, ancak ondan sonra antlaşmayı onaylamışlardır. Bu da ayrıca tartışılmaya muhtaç bir konudur.

Antlaşma onaylansa da Mustafa Kemal, Lozan Antlaşması’ndan duyduğu rahatsızlığı ancak yıllar sonra dillendirmiş ve 1933 yılında Amerikalı General Mc. Arthur’a şu sözü söylemiştir: “Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve Ege Adalarını geri alacağım. Selanik de dâhil Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine geri katacağım.” Ki zaten Mustafa Kemal’in Musul’u ve Hatay’ı geri almak için bu tarihten sonra hareket etmesi bunun göstergesidir. Musul konusunda başarısız olunsa da, Hatay 1939’da topraklarımıza katılmış, Mustafa Kemal’in de ömrü bunu görmeye yetmemiştir.

Lozan tartışılmaya muhtaç bir konudur. Bunu da tarihçiler ellerini taşın altına koyup yapmak zorundadır. Bize zafer diye yutturulan bu anlaşmanın arka planında neler yaşanmıştır, savaştan galip çıkmamıza rağmen kaybettiğimiz topraklar ne ifade etmektedir ve o günden bugüne küresellerin amaçladıkları nedir? Soruları çoğaltarak öznel değil, nesnel bir şekilde tartışmanın tam vaktidir!

***

SEN O KOLTUĞA NASIL GELDIN KEMAL BEY?

15 Temmuz FETÖ darbe girişimi aslında Kemal Bey için güzel bir şanstı. Yerli ve milli politikalarını hayata geçirip toplumun yanında durarak siyaseten hayırlı işler yapabilirdi ama bu şansı hatırlayacağınız gibi darbeden sonra Taksim’de yapmış olduğu mitingde elinin tersiyle itti.

Kemal Bey darbeye karşı çıkıyordu ama darbe yapanın adını ağzına almıyordu. Bir saat konuşup da FETÖ dememeyi başarmıştı (Aslında şimdi bazı güruhlar da bu konuda Kemal Bey gibi davranıyor. Darbeye karşı çıkıyor ama darbeyi yapan özneyi anmıyor. Bu darbeye FETÖ kalkışmıştır, FETÖ de küresel güçlerin taşeronudur. Bu hedeften sapmak mücadelemizin rotasını şaşırtır, darbenin arkasındaki güçleri de görmemize engel olur. Aman dikkat… Algı operatörlerinin oyununa gelmeyelim!). Daha sonra bin bir nazla Yenikapı’ya geldi, orada da “laiklik vs.” gibi şeyler saçmalamıştı ama buna da şükür demiştik! Zaten ardından kendisine suikast girişimi oldu, ABD Büyükelçisi John Bass’la görüştükten sonra da “KHK’ları AYM’ye taşıyabiliriz” dedi. FETÖ tarafından mağdur edilen milyonları unuttu, terör örgütü mensuplarının devletten kazınmasına itiraz etti.

Şimdi de Kemal Bey Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerçekleri söylemesine çok bozulmuş olacak ki şöyle diyor: “Lozan Türkiye'nin tapu senedidir. Biz Lozan'ı savunuyoruz, onlar Sevr'i savunuyorlar. Biz Cumhuriyet'i savunuyoruz onlar hilafeti savunuyorlar. O koltuğa Cumhuriyet sayesinde oturduğunu unutmayacaksın.” 

Kemal Bey bu sefer yalnız değil, Yunanistan Başbakanı Çipras da onun gibi düşünüyor: “Lozan Antlaşması ve tüm uluslararası hukuk, uygar dünyanın gerçekleri ve hiç kimse, buna Ankara da dâhil, bunu inkâr edemez. Herkes buna saygı göstermeli. Bu ne kadar acı verici görünse de.”

Kemal Bey sonunda bu halkla değil ama Yunanistan’la aynı fikirde olmayı başardı! Tabi ayrıca Erdoğan’a o koltuğa nasıl geldiği hususunda birkaç kelam ediyor da kendisi o koltuğa FETÖ tarafından kumpasa uğrayan Deniz Baykal’ın istifası sayesinde gelmedi mi, hem de üç defa “aday olmayacağım” deyip sonra aday olarak? Bundan da biraz bahsetse fena olmayacak. 

***

MÜCADELEMIZE “FRANSIZ” KALMAYANLAR DA VAR 

Paris Match'ın Genel Yayın Yönetmeni Gilles Martin-Chauffier, bir Fransız televizyonunda aynen şu cümleleri kullandı: “Türkiye bölgenin en istikrarlı ülkesi. Ve üstelik orada seçimler var ve düzenli yapılıyor. Yüzde 48 oy almasına rağmen diğer partilerin görüşlerini alıyor anayasa çalışmalarına katılmalarını istiyor. Türkiye bugün bizim için mülteci akınını durduran tek ülke. Görmezden gelmeniz bunlar olmuyor anlamına gelmez. Erdoğan her geçen gün daha popüler bir lider. Türkler için o De Gaulle. Biz Fransızlar bunu kabul etmek istemiyoruz. İslamcı Başbakan Erbakan darbeyle devrildiğinde de susmuştuk.” 

Her geçen gün Batı tarafından sistematik ve art niyetli bir şekilde karalandığımız dönemde insan, Batı’dan bir kişinin bu hakkaniyetleri dile getirmesine bile hayret ediyor. Batı’nın küresel sisteme hizmet eden devletlerine ve yönetimlerine rağmen o ülkelerden gerçekleri böylesine cesur bir şekilde dile getiren insanların çıkması sevindirici.