HAVA BEDAVA , ELEKTRİK BEDAVA

Alican DEĞER 28 Nis 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Kimse elektrik parasını tahsil edemiyor. Görevliler kazara sayaç denetimine giderse ya dayak yiyor, ya teslim alınıyor.

Kimse elektrik parasını tahsil edemiyor. Görevliler kazara sayaç denetimine giderse ya dayak yiyor, ya teslim alınıyor. Asker, polis ise hiç karışmıyor. Rakamlar öylesine büyük ki, kimi yerlerde elektriğin yüzde 95’i kaçak. Bu rakam zaten yalnızca kamu kurumlarının fatura ödediğini ortaya koyuyor.  Üstelik hane başına olan tüketim batıdaki benzer bir evden üç misli fazla. Yani batıdaki bir ev bir birim elektrik kullanıyorsa, güneydoğudaki bir ev üç birim elektrik kullanıyor. Üstelik bunun da parasını ödemiyor. Üstüne üstlük bu durum 35 yıldır da devam ediyor.

Bu, faturasını günü gününe ödeyen, bir günlük gecikmede karanlıkta kalan bizlere haksızlık. Ne bahanesi olursa olsun. Kimse kaçak elektrik kullanımını mazur gösteremez. Güneydoğu’daki fakir ise Kastamonu’daki fakire de aynı hakkı vermek gerekir.Elektrik dağıtımı güya özelleşti. Bir çok bölge özel şirketlere devredildi. Şimdi bir düşünün Güneydoğu veya Doğu bölgesinin elektrik dağıtım işini alır mısınız? Devlet verdiği elektriğin parasını sizden isteyecek, siz tahsil edemeyip yüzmilyonlarca lira zarar edeceksiniz. Üstelik tehdit, şantaj, dayak, siyasi baskı gırla.

Güneydoğu’daki 6 ilde yani Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Batman, Siirt ve Şırnak’da yılda ortalama 20 milyar kilovatsaat elektrik tüketiliyor. Ortalamada tahsil edilebilen bu tutarın yüzde 25’i. Yüzde 55 kaçak kullanan yer de var, yüzde 95’i bulan da. 
Bu elektriğin parasının hiç ödenmediğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Batıda, örneğin Kırklareli’nde oturan bir kişi, Şırnak’ta kendisinden üç misli fazla tüketen, üstelik parasını ödemeyen bir kişinin masrafını üstleniyor. İstanbul’da biz yüzde 10 daha fazla elektrik parası ödeyerek bu hukuksuzluğu finanse ediyoruz.
Bu konuda çok da çarpıcı bir örnek bulunuyor. Viranşehir senede yaklaşık 1.5 milyar liralık elektrik kullanıyor. Burada kayıp-kaçak oranı yüzde 90’ın üzerinde. Türkiye ortalaması abone başına tüketim aylık 550 kilowatt/saat ama Viranşehir’de bu rakam 3 bin 250 kilowatt/saat. Yani Türkiye’nin 6 buçuk katı fazla elektrik kullanılıyor. Kimi köylerinde ise kaçak oranı yüzde 99’u buluyor.
Para tahsil edilemiyor, faturadan yapılan yüzde 75 indirim bile talep görmüyor. Şebekeden aşırı elektrik çekiliyor. Pekiyi, şebeke bu yükü kaldıramayıp  arızalanırsa ne oluyor dersiniz? Ne olacak, ortalık ayağa kalkıyor.  Kitle goygoyculuğuyla hiç bir yere varamayız. Hepimiz kuyuların içindeki suyu ısıtıldığı, ahırlara elektrikli ısıtıcı kurulduğu, eski tip metal yatakları tavana bağlayıp elektrikli ısıtma sistemlerinin oluşturulduğu hikayeleri duyuyoruz. Bu işin artık son bulması gerekiyor.  Anlaşılıyor ki, devletimiz bizim cebimizden bölgede diyet ödüyor. Kimileri bölücü örgütün desteğiyle zaten para ödemiyor, kimileri ise “Aman bunlar devlet yanlısı, dokunmayalım” denilerek kollanıyor.

Olan ise bizlere oluyor. 

Aklınızda kalsın diye bölgelere göre birkaç kayıp kaçak oranı vermek istiyorum.  Dicle Bölgesi yüzde 70.70 ile ilk sırada. Onu, yüzde 53 ile Van Gölü Bölgesi takip ediyor. Trakya Bölgesi’ndeki kayıp kaçak oranı ise sadece yüzde 5.8

Dürüst insan dolandırılamaz

Evet. Kesinlikle doğru bir laf. Dürüst insanı dolandırmak mümkün değildir. Çünkü dürüst biri hırsa kapılmaz, hakkı olmayan birşeyi istemez. Dolayısıyla da oyuna getirilemez. 1950’li yıllardan 80’lerin ortalarına kadar film yıldızı kadar ünlü dolandırıcılarımız vardı. 
Tanınmış sinema sanatçısı Melike Zobu’nun babası ‘Raki’ lakaplı Güney Zobu ve ‘Sülün Osman’ lakaplı Osman Ziya Sülün gibi.

Raki

Klasik dolandırıcı profilinin aksine Güney Zobu, ayrıcalıklı bir aileden geliyordu. Dedesi ünlü paşalardan Hasan Rıza Zobu, babası Moskova Büyükelçisi Şemsettin Zobu idi. Ayrıca ünlü iş adamı Kuzey Zobu’nun ağabeyiydi. Güney Zobu’nun başarısının en önemli sırrı, hedef kitlesini doğru seçmekti. Her daim yasadışı işler çevirmeye çalışanları dolandırıyor, bir başka deyişle ava gideni avladığı için şikayet edilemiyordu. En büyük vurgunlarını dövizle yapmıştı. Dolar taşımanın büyük suç olduğu yıllardı. Zobu’nun hedefi de bavul ile döviz kaçırmaya çalışan uyanıklardı. Kurbanlarına ‘keriz’ veya kerizin eş anlamlısı olan ‘kunduzi’ diyordu. Gözüne kestirdiklerini, piyasa kurunun çok altında bir fiyatla döviz satmayı vaat ederek avlıyordu. Balya balya parayla ön kapıdan girip arka taraftan kaçıyordu. Zobu’nun en ilginç vukuatlarından biri de 6. Filo’nun İstanbul’u ziyareti sırasında, bir iş çevirmek üzere Amerikan subayı kıyafetiyle, dönemin en lüks mekanı Hilton’a gitmesi ve orada karşılaştığı Süleyman Demirel’i de sanki subaymış gibi kandırıp dakikalarca sohbet etmesiydi. Zobu çok iyi derecede İngilizce bilirdi.

Sülün Osman

Çevirdiği dolaplar filmlere, hatta Orman Kemal romanlarına konu olan Sülün Osman, bir tür halk kahramanıydı. Galata Kulesi ve Beyazıt Meydanı dahil kentin en ünlü yerlerini, eserlerini İstanbul’a yeni gelen taşralılara satma becerisine sahipti. Rivayete göre Sülün Osman o kadar ikna ediciydi ki kente yeni gelenlerden saat kulesindeki saate bakmak için bile para toplamışlığı vardı. İşini bir Rum dolandırıcıdan öğrendiğini söylüyordu. “Benim dolandırdığım insanlar dolandırıcıydı aslında. Bana yaklaşma sebepleri de beni dolandırmaktı” diyordu. 

“10 tane bilezikle geliyorum adamın önüne akşam vakti... Kuyumcunun kapısındayız... Ve dükkan kapalı... Karımın hastalığını anlatıyorum, acilen bilezikleri bozdurmam gerektiğini... O an nöbetçi eczaneye gidip hastaneden istedikleri ilaçları almamın şart olduğunu söylüyorum falan. Hakiki olsalar bileziklerin fiyatı bin lira. Diyorum ki ‘300 liraya ihtiyacım var. Paranın gerisi umurumda değil, yeter ki karım ameliyat masasında kalmasın’. Adam sabah kuyumcuya gidip bilezikleri bin liraya bozdurabileceğini ve birkaç saat içinde havadan 700 lira kazanacağını düşünüyor. O arada benim ayakçım ortaya çıkıyor ve almak istiyor bilezikleri. Telaşlanıyor adam kazanç imkanı kaybolacak diye. 300 lirayı verip alıyor bilezikleri. Ben de kayboluyorum ortalıktan. Adam ertesi sabah kuyumcuya gidip de bileziklerin sahte olduğunu öğrenince ‘dolandırıldım’ diye karakola gidiyor. Ben aranıyorum. Demiyorlar ki ona ‘be adam, bin liralık bileziği 300 liraya almayı düşünürken aklında ne vardı?’. Gayet açık ki beni dolandırmayı planlamıştı. Ben, hayatım boyunca beni dolandırmaya kalkışmamış tek bir kişiyi bile dolandırmadım.”

Muhammed Ali, Superman’e karşı

Şimdilerde Batman, Superman’e karşı filmi ortalığı kasıp kavuruyor ya. Bu film Muhammed Ali, Superman Karşıkarşıya’nın yanında bir hiç. İnternette dolaşırken bu çizgi romanın kapağını gördüm. Çok hoşuma gitti.  Üşenmedim araştırdım. Çünkü Muhammed Ali çocukluğumu yaşadığım yıllarda Türkiye için çok önemli bir figürdü. Müslüman olmuştu ve Dünya ağır siklet boks şampiyonuydu. Birleşik Devletler’deki maçları saat farkı yüzünden buralarda sabaha karşıya denk geliyordu. Babam, siyah beyaz bol karıncalı ekranda Muhammed Ali maçı izlemek için saat kurarlardı. Sabaha karşı beşte bütün aile uyanır boks maçı izlerdik. Sanki o yumruk attıkça biz vuruyor, sanki o yendikçe biz yeniyor gibi olurduk. Başta bahsettiğim çizgi romanın orijinali DC yayınları tarafından çıkarılmış. Türkiye’de ise B yayınları. Ancak dikkatli bakınca Türkiye’de muhtemelen telif ödenmeden, aydınger üzerinden kopya tekniği ile basıma hazırlanan çizgi romanın kapağında Amerika’dakinde olmayan birşey dikkati çekiyor. Bizimkinde ‘Eralp’ imzası görünüyor. Orjinal kapağa da sahip çıkmış, üstelik bir de imza atmışız. Kapağın alt tarafında şimdilerde Superman’a karşı mücadele veren Batman’ın izleyiciler arasında olduğunu görüyoruz. Heyecanla maçı izliyor. -))