HAMAS'IN İSRAİL SALDIRISI: YENİ BİR 11 EYLÜL MÜ?

Prof. Dr. Fahri ERENEL
Tüm Yazıları
Hamas'ın düzenlediği bu saldırının gerçekleştirilme şeklinin başta harekete geçilen zaman olmak üzere öncekilerden birçok açıdan farklı olduğunu, çok yönlü saldırının ciddi bir hazırlık ve planlama, bunun içinde tam zamanlı istihbarat gerektiğini vurgulamak gerekir.

Ankara’da gerçekleştirilmeye çalışılan terör eyleminin ardından Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki hava operasyonlarına odaklandığımız sırada Hamas’ın planlı bir şekilde hemen her türlü teknolojiyi kullanarak ve kesin verilere dayalı olarak düzenlediği saldırılar birden dikkatlerimizin İsrail-Filistin-Hamas üzerine yoğunlaşmasına neden oldu.

Ve Malezya eski Başbakanı Mahatkir bin Muhammed’in “iki bin yıllık deneyim ve dünya kadar bilgi bizim yaşamlarımızı taş devri insanlarından daha iyi yönetmemize yetmedi” sözü ile ne derece haklı olduğu bir kez daha ispatlandı.

Hamas’ın düzenlediği bu saldırının gerçekleştirilme şeklinin başta harekete geçilen zaman olmak üzere öncekilerden birçok açıdan farklı olduğunu, çok yönlü saldırının ciddi bir hazırlık ve planlama, bunun içinde tam zamanlı istihbarat gerektiğini vurgulamak gerekir. 

SALDIRI HABERİNİN OLMADIĞI GERÇEKÇİ OLMAYACAK

Dünyanın en etkin istihbarat örgütleri arasında yer alan MOSSAD’ın ve sürekli teyakkuz durumunda bulunan İsrail Ordusunun, bölgedeki çok sayıda ki askeri ve istihbarat unsurları ile halen güçlü olduğu imajını vermeye çalışan ABD’nin, ABD’nin pek sözünden çıkmayan Mısır İstihbaratı’nın, bölgeye yakın Kıbrıs adasında üsleri ve gözleri bulunan İngiltere’nin bu saldırı öncesi planlama ve hazırlıklardan haberi olmadığını söyleyebilmek gerçekçi olmayacaktır.

İsrail, bir süredir özellikle Mescid-i Aksa üzerinden sahneye koymaya çalıştığı oyunlarla bu tür saldırının Hamas açısından meşruluğu için zemin hazırladığı gözden kaçırılmamalıdır. Bir süredir iç protestolarla zor durumda olan Netanyahu için bu saldırının bulunmaz bir fırsat yarattığı, giderek dağılan bir görüntü veren İsrail kamuoyunu tekrar birleştirebilmek için bu hamleye göz yumduğunu veya müdahale için beklemiş olduğu dikkatlerden uzak tutmamalıyız.

Netanyahu’nun saldırı sonrası söylemeleri, Chris Hedges’in “Savaş:Bizi Anlamlandıran Güç” adlı eserinde belirttiği “savaş kırılganlık ve ümitsizlik dönemlerinde dikkati başka yöne çekme açısından etkilidir.” sözünün sahada bir kez daha uygulandığının örneğini oluşturduğu değerlendirilmektedir.

11 EYLÜL BENZETMESİ

Bu saldırı sonrası Netanyahu’nun yeni 11 Eylül benzetmesi İsrail’in dünya kamuoyu nezdinde terörist saldırıya uğrayan bir ülke gibi algılanmasını sağlamaya yönelik olduğu düşünülmektedir. ABD’nin 11 Eylül’ü sonrası yaptıklarının saha farklılığı ile tekrar sahneye konulması mümkün görünmektedir.

ABD Başkanı 11 Eylül sonrası Afganistan’a saldırı ve işgalini meşru göstermek için “ya teröristlesin ya bizimle” ifadesi ile dünya kamuoyu ve ülkelerini yanına çektiği film senaryosunun yeni şartlara göre yenilenme ihtimali ve uygulanma ihtimali giderek artmaktadır.

DEAŞ ile mücadeleyi Türkiye, ülkesi içinde ve dışında yürütüyor, bizim bu nedenle Suriye’de kalmamızı gerektirecek neden yok şeklinde, ABD yönetimine yöneltilen eleştirilerin, öneri ve raporların yarattığı ikircikli havanın da dağılmasını sağlayacak ve ABD’nin zaten bulunma nedeni olan İsrail’in güvenliğini dikkate alarak Suriye’de kalması ve askeri gücünü daha da güçlendirmesi sağlayacak nitelikte bir fırsat olarak da değerlendirilmelidir Hamas saldırısı.

Bir ülke kendi vatandaşlarının ölüm ve yaralanmasına göz yumabilir mi, diye soracak olursak ve bu sorunun muhatabı İsrail olursa cevabın evet olabileceğini değerlendirebiliriz. Bekasını sağlamayı başkalarına ait toprak ve kutsal yerleri işgal ederek, bölgelerin gerçek sahiplerini yok sayarak kararlar alan, istediği ülkelere saldıran, işgal eden, işgal ettiği topraklara daimi olarak yerleşerek sözde vaat edilmiş topraklar diyerek genişlemeye devam eden, işgal ettiği Suriye’nin Golan Tepelerini topraklarını tapu müdürü rolüne soyunarak ve medya önünde bu toprakların İsrail’e ait olduğunu yazan belgeyi imzalayan ABD Başkanı Trump ve bütün ABD Başkanlarının İsrail’in uluslararası hukuka aykırı olarak pervasızca yürüttüğü bütün saldırılarda savaş suçu işledikleri birçok belgede sabittir. Putin’i mahkum etmek isteyenlerin önce ellerinde ki kanın hesabını vermeleri gerekmektedir. Ancak, bu adaleti sağlayacak bir mekanizma asla mevcut  değildir. Bundan sonra da olmayacaktır. ABD ve İsrail gibi hesap vermez devletler devlet terörü uygulamaya devam edeceklerdir.

GENİŞLEME VE YAYILMA İHTİMALİ

Bu saldırının giderek genişleme ve Suriye’ye doğru yayılma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. İsrail uzun süredir İran’ın Suriye’de bulunan milis yapısına hava saldırıları düzenleyerek zarar vermeye çalışıyordu. Netanyahu’nun “bu saldırıyı İran yönlendirdi” açıklamasını ve savaş ilanı kararını “Casus Belli” olarak değerlendirebiliriz. Suriye’deki İran hedeflerinin İsrail, ABD ve İngiltere’nin ortak hava veya füze saldırıları ile vurulması halinde, Suriye’de ki ortamın daha karıştıracağı dikkate alınmalıdır.

ABD’nin birkaç gün içinde NATO’yu olağanüstü toplantıya çağırması beklenebilir. İsrail’i CENTCOM’un koruma ve müdahale bölgesi içinde olarak ilan eden ABD’nin, Netanyahu’nun yeni 11 Eylül olarak nitelendirdiği saldırıyı etrafından uzaklaşmaya başlayan ülkeleri tekrar etrafında konsolide edebilmek için bir fırsata dönüştürme çabası içine girebilir. NATO ülkeleri ve özellikle Türkiye üzerinde baskı oluşturarak İsrail’in derhal NATO güvenlik şemsiyesi altına alınması girişimini başlatabilir. Bu girişimler özellikle Çin-Suriye arasında stratejik ortaklığa dönüşen ilişkileri yavaşlatabilmek ve İsrail’i Çin’den uzaklaştırma maksadı ile de kullanabilir. Yine saldırı sonrası oluşacak ortamı kullanarak G20 zirvesi sırasında alınan Hindistan-Ortadoğu ve Avrupa koridorunun kabul görme ve uygulamaya geçilme ihtimalini arttırma girişimleri de olabileceği düşünülmelidir.

Yeni 11 Eylül’ün hedefinin İran olma ihtimali oldukça fazladır. Bu hedef hem ABD’nin hem de İsrail’in işine en çok gelecek hedef olacaktır. Rusya’nın Ukrayna ile devam etmekte olan savaşı, Çin’in askeri güç açısından henüz ABD ile mücadele gücünden çok uzak olması İran’ın bu ortaklık karşısında yalnız bırakabilecektir.

Bu saldırılarda İsrail’in çatışma hukukuna uygun ve insan hakları kavramlarını gözeterek harekat icra etmesinin asla söz konusu olmayacağı İsrail’in geçmişi bize söylemektedir.

2006 yılında yayımlanan İnsan Hakları İzleme Örgütü raporuna göre; İsrail, Lübnan’ın güneyine yaptığı saldırı da 4.6 milyon kadar parça tesirli patlayıcı kullanmıştır. Bu rakam,1991 Körfez savaşından beri herhangi bir saldırı da kullanılan en yüksek parça tesirli patlayıcı miktarı olmanın yanı sıra hedef bölgenin genişliğini dikkate aldığımızda saldırının yoğunluğunun tarihte eşi benzeri görülmeyen boyutu ile de ön plana çıktığı görülmektedir.  İsrail’in daha fazla patlayıcı atmamış olmasının nedeni, cephane stokunu tamamen tüketmiş olmasıdır. Bölgeye atılan patlayıcıların %90’ı,son 3 gün içinde, BM’nin ateşkes önergesinin kabule edildiği ancak yürürlüğe girmediği zaman dilimi içinde kullanılmıştır. 1000’i sivil olmak üzere 1200 Lübnanlı hayatını kaybetmiştir. İsrail tam anlamı ile devlet terörü kapsamına giren bu eylemlerini sürekli tekrar etmektedir.1982 yılında, Lübnan’daki Şabra ve Şatilla kamplarına yönelik saldırılarda da 15-20 bin Lübnanlı ve Filistinli sivili katletmiştir (Güçlünün Silahı:Aksan ve Bailes,2014, s.218-219).

Savaş, hız kesmeden artarak devam edecektir. Hiçbir kuruluş veya devletin arabulucu olmaya cesaret edemeyeceği bir sürece doğru ilerliyoruz. Dünyanın daha anarşik olmaya doğru adımlarını hızlandıracağı süreç başlamıştır.