'GÜNEŞ'İ NASIL BATIRDIK

Alican DEĞER 26 Nis 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Asil Nadir artık vatanında. Tabii bize de eski defterleri açmak düşüyor. Güneş Gazetesi'ni hatırlarsınız. Çok da iyi gazeteydi.

Asil Nadir artık vatanında. Tabii bize de eski defterleri açmak düşüyor. Güneş Gazetesi’ni hatırlarsınız. Çok da iyi gazeteydi. Neyse ben yıllarca orada çalıştım. Gazetenin yayın serüveni başka bir hikaye ben batış kısmını anlatayım. Asil Nadir zora girince Türkiye’ye her ay yolladığı paralar artık gelmez oldu. Gazetede bir biri ardına yönetici değişimi başladı. Maaşlar ödenmiyor, işler kötü gidiyordu. Eski hızlı zamanlarımız. Bir ay, üç ay, beş ay… Maaşsızlık da cana tak demiş. Parasızlık o derece ki, hepimiz basın kartları olmasa işe gelemeyeceğiz. Dış ajanslar kesik. Eski telekslerden kırpıntı yapıp dış haberler sayfaları hazırlıyoruz. Durum o derece kötü ki...

Şimdi Hürriyet’te çalışan Türkiye’nin en önemli basın fotoğrafçılarından Sebati Karakurt, Cihangir Pürtelaş sokaktaki  ortak evimizden Beyazıt’a kar kış demeden bisikletle gelip gidiyor. Ayak baş parmağı dolama olmuş. Kocaman ve iltihap dolu. Para yok, tedavi ettiremiyoruz. Sebati çareyi ayakkabısının başparmağa denk gelen kısmını kesmekte bulmuş. Ucu delik bir ayakkabı ve çok çok acı veren bir parmakla çalışıyor. Bir de mor yağmurluğu var. Bisikletin üzerindeyken yağmurluk arkaya doğru açılıyor. Adeta bir pelerin haline geliyor. Sebati, bisikletli mor pelerinli bir “Zorro’ gibi dolaşıyor.  Nişanlanacağım. Yüzük alacak param yok. O zaman yazı işlerinde çalışan, sonranın milletvekili, şimdilerde Başbakanlık baş danışmanı olan gazeteci- yazar Muhsin Kızılkaya bana ‘kefen’ parasından 100 Mark veriyor. Bununla gidip, iki yüzük alıyorum. Neyse biz geçmişin ‘hızlı’ları, Gazeteciler Sendikası’nın İstanbul Şubesi’nde toplandık ve duruma el koymaya karar verdik. Bütün çalışanlar da arkamızda. Yaklaşık 1.200 kişi. Fiilen yönetime el koyduk.

Kendimize göre de çok iyi gazete yaptık. Bağımsız, sadece işçilerin çıkardığı bir gazete. Adeta hayal gibi. Patron ortada yok. Patron vekilleri de kayıp. Sadece biz varız. Matbaa işçisinden muhabirine, yazı işlerinden dizgicisine kadar. Bir ay gazete yaptık. Mutluyuz. Sonra, ay başı geldi. Eeee tamam gazete yaptık ama maaşı kim ödeyecek? Bunu hiç düşünmemişiz. Bizim ‘işçi’ hareketi bir anda ikiye bölünüverdi. Maaş isteyenler ve alınana kadar “Gazeteyi çıkarmayalım” diyenler ile benim de içinde bulunduğum maaş isteyenler ve alınana kadar “Gazeteyi çıkaralım” diyenler. O zamana kadar birlikte hareket ettiğimiz arkadaşlarımız bize kızdılar ve işi bıraktılar. Bırakmakla da kalmadılar, gazetenin önüne derme çatma bir çadır kurup içinde beklemeye başladılar. Maaş almayan eylemciler, biz maaş almadan çalışalımcıları utandırdılar. Her sabah işe gelirken, çadırda bekleyen eylemci arkadaşlarımız bize karşı tencere, tavaları birbirine vurarak ses çıkardılar. Biz utançla maaş almadığımız gazetemize girdik, maaş almadan kapıda bekleyen arkadaşlarımıza karşı gazeteyi çıkarmaya devam ettik. Tabii ki uzun sürmedi. Ben maaşsızlığa 11 ay dayanabildim. Ayrıldım. Gazete bir süre daha devam edip kapandı. İşte efendim. Kısaca biz Güneş’i böyle batırdık.

Sakın basın işine girmeyin

Yıllar evvel bir İngiltere’de yaşayan çok başarılı Türkiye asıllı bir iş adamı ile görüşmüştüm. Benden yardım istedi. Türkiye’de küçük bir televizyon kanalı kurmuştu. “Bunu ayağa kaldırabilir miyiz?” diye sormuştu. Çünkü her ay yüzbinlerce pound para harcıyordu. Gidip kanalı inceledim. Sonunda ona bir rapor yazdım. Rapor şöyle başlıyordu, “Size senede 1.2 milyon pound kar etmenin yöntemini açıklıyorum. Süratle bu kanalı kapatın.” Beni dinledi. Herşeyi tasviye etti. Yıllar sonra Londra’da yemek yedik. Hala bana teşekkür ediyordu.

Konu Güneş gazetesi Asil Nadir’den açılmışken, iş adamlarına bir önerim olacak. “Sakın ha sakın, basın işlerine girmeyin.” Eğer gazeteci değilseniz, eğer olağanüstü bir sermayeniz yoksa, eğer müthiş bir işletme dahisi değilseniz uzak durun. Hele siyasi güç, ihalelerde öncelik falan alabileceğinizi zannediyorsanız çok yanılırsınız. Süren işleriniz de bozulur. Çünkü göz önüne gelirsiniz hedef olursunuz. Yakın tarihimiz zaman zaman basın patronlarının bazı çıkarlarlar sağlayabildiğini gösterdi. Ama hiç biri uzun soluklu olmadı. Haldun Simavi Günaydın Gazetesi’ni satıp çekildi. Kardeşi Erol Simavi Hürriyet’i satmak zorunda kaldı. Kemal Ilıcak  battı, Asil Nadir battı, Erol Aksoy battı, Dinç Bilgin battı, Mehmet Emin Karamehmet paramparça oldu. Bekir Kutmangil diye bir basın patronu vardı. Şimdi hatırlayan yok. Aydın bey bile yalpalıyor. İşletme karı sağlayabilen gazete, televizyon yok denecek kadar az. Yüksek enflasyon ortamında nakit para girişine yol açan gazete satışı enflasyon düşünce anlamlı olmamaya başladı. Reklam piyasasının derinliği yok. Bu kadar yayın organını taşıyamıyor. Maliyetler karşılanamıyor. Üstelik bu gazeteciler, egoları kulaklarından fışkıran insanlar. Sizi dinlemez başınızı belaya sokarlar. İyisi mi siz beni dinleyin. Uzak durun.

“Müjdeler var yurdumun toprağına taşına. Erdi Cumhuriyetim 50 şeref yaşına”

50’inci yıl marşı böyle başlardı. Hepimize öğrettiler. Boğaziçi Köprüsü Cumhuriyetin 50’inci yılı şerefine 30 Ekim 1973’de açılmıştı. Süleyman Demirel’in eseriydi. Menderes’ten sonra sağın ilk önemli ismiydi. Daha sonra sağın bayrağı Turgut Özal’a geçti. O da bir köprü yaptı. Sonra malum, Recep Tayyip Erdoğan. Erdoğan’da bir köprüye imza attı. İstanbul köprüleri sanki siyasi tarihimizin almanağı gibi. İlk köprü, büyük siyasi tartışmalar içinde açılmadan önce İstanbul’da kıtalararası yolculuk fotoğraftaki gibiydi. İnsanlar gemiler ve sandallar, otomobiller ise sadece arabalı vapurlar ile geçebilirdi. Özellikle sis olduğunda yani şehir hatları vapurları çalışmadığında vatandaşlar ufacık sandallara doluşur karşı kıyıya geçmeye çalışırdı.

Sonra köprü açıldı.

Hatırlıyorum o zamanlar köprünün üzerinde yürümek serbestti. Öyle aklına esen intihar etmezdi. Bizi bir okul gezisinde Boğaz Köprüsü’nü gezmeye götürmüşlerdi. Bütün sınıf ayakların içinde yer alan asansörle yukarıya çıkmış ve köprüde koşturmuştuk. Hatırladığım çok sallandığıydı. Şimdilerde üçüncü köprü açılıyor. Cumhuriyet’de 100’üncü yılına geliyor.