​Büyüme rakamlarını cuma günü inceledik. TÜİK'in verdiği verilere göre büyümenin toplam talebi şişiren buna rağmen toplam arzı artırmayan bir yapıda olduğunu belirtmiştim. Bugün bu analizimi açarak, bazı yorumlarda bulunacağım. Burada üç önemli kriter var: Verilerin zamanlaması, özel sektörün fırsatçılığı ve politika otoritelerinin sorumluluğu.

Büyüme rakamlarını cuma günü inceledik. TÜİK’in verdiği verilere göre büyümenin toplam talebi şişiren buna rağmen toplam arzı artırmayan bir yapıda olduğunu belirtmiştim. Bugün bu analizimi açarak, bazı yorumlarda bulunacağım. Burada üç önemli kriter var: Verilerin zamanlaması, özel sektörün fırsatçılığı ve politika otoritelerinin sorumluluğu.

VERİLERİN ZAMANLAMASI VE POLİTİKALARIN SONUÇLARININ YANLIŞ DEĞERLENDİRİLMESİ

2017 İkinci çeyrek verileri 2017 üçüncü çeyrek sonunda açıklanıyor. Yani anket yoluyla veri toplama süreci mart ayında başlayıp mayıs sonuna kadar devam ediyor ve anketler kanalıyla elde edilen veriden bütün ekonomi için tahmini değerler oluşturuluyor. Mart ayından tam altı ay sonra eylül sonunda milli gelir serileri açıklanıyor. Dolayısıyla eylül ayında açıklanan seriler eylül ayının ekonomik performansını yansıtmaz. Hükümetin uygulamaya soktuğu teşvikler, KGF gibi yardımcı ve destekleyici kurumların faaliyetleri ancak 6 ay gecikme ile etkisini milli gelir serilerinde gösterir. Bu da, yukarıda sayılan politikaların gerçekleşen etkilerinin en erken 2017 üçüncü çeyrek verilerinde görülmeye başlanacağını (Aralık 2017’de açıklanacak), esas etkinin ise 2017 dördüncü çeyrek verilerinde (Mart 2018’de açıklanacak) görüleceğini söyleyebiliriz. Şimdi, 2017 ikinci çeyrek verilerinin talep yönlü bir şişme etkisini gösterdiği malumdur. Ancak bu aslında 2016 sonu ve 2017 başındaki ekonomik politikalar ve hükümetin etkisi dışındaki yatırım, tüketim ve net ihracat gibi özel kesime ait harcamaların etkilerini bize gösterir. Türk ekonomisinde bir büyüme konjonktürüne ve dolayısıyla TL’nin de reel değer kazanma sürecine gireceğini 27 Şubat, 3 Mart ve 19 Haziran tarihli yazılarımda yazmıştım. Bugün, bu büyüme konjonktürünün ilk safhalarını görmekteyiz. Eğer Aralık 2017 ve Mart 2018’de açıklanacak büyüme verilerinde makine teçhizat yatırımı küçülmeye devam ederse, işte o zaman uygulanan teşvik ve destek politikalarının amacına ulaşmadığını söyleyebiliriz. Ama, bunu şu anda söylemek, acelecilik olur. Benim şahsi tahminime göre, özellikle 2017 dördüncü çeyrek büyümesinde makine teçhizat yatırımları önemli bir yere sahip olacaktır. Yine genel büyümenin 2017 dördüncü çeyrek (Mart 2018’de açıklanacak) ve 2018 ilk çeyrek (2018 Haziran’da açıklanacak) itibariyle %7-7,5 civarında olmasını beklemekteyim. Cuma günkü yorumumu da tekrar edeyim: Bu büyüme adamın balona üflediği hava miktarının artması anlamına geliyor. Balonun çeperinin de sağlamlaşması, yani makine teçhizat yatırımlarındaki küçülme trendinin bitmesi gerekir ki, balon patlamasın, krize girmeyelim.

ÖZEL SEKTÖR YATIRIMLARININ NEREYE VE NE KADAR OLACAĞINDAN HÜKÜMET Mİ SORUMLU?

Bu açıklanan büyüme rakamları kimi kesimler tarafından “Türkiye batıyor, krize sürükleniyor.”, şeklinde yorumlanmıştır. Diğer bazı kesimlerde, “Türkiye uçuşa geçti, cihan imparatorluğunu kuruyoruz!”, bağlamında değerlendirmeler yapılmaktadır. İkisi de kahvehane muhabbetidir. Yukarıda açıkladığımız gibi, hükümetin sorumluluk alanında yaptığı işlerin etkileri esas altı ay ortaya çıkacaktır. Bu gecikmede hem iktisadi gecikme hem de verilerin derlenip toplanmasından kaynaklanan teknik gecikme vardır. Ancak, burada bahsetmek istediğim bir başka vahim hata, özel sektör yatırımlarında, otonom tüketim harcamaları ve marjinal tüketim eğiliminde ve net ihracattaki olumsuz gelişmelerin sorumlusunun T.C. hükümeti olduğu iddiasıdır. Bu arkadaşlara sesleniyorum: İş adamı makine teçhizat yatırımına değil de rant alanlarına yatırım yapıyorsa, üretim tesislerini kapatıp inşaatçılığa dönüyorsa, bankalar üretime ve üretim kapasitesini artıran yatırımlara değil tüketimin finansmanına kredi veriyorsa, bir de üstüne üstlük aşırı yüksek faizle milleti soyup soğana çeviriyorsa bundan Başbakan mı sorumludur, Cumhurbaşkanı mı? Bu zevat-ı nâmuhtereme (saygı duyulamayacak kişiler), işler iyi gittiği vakit de, bu sefer ekonominin hükümete rağmen büyüdüğünü söylemekte, hatta “Keşke büyümeseydik, bu rakamlar milleti kandırıyor.”, gibi herzeleri yumurtlamaya da cüret etmektedirler. Türkiye’de üretimin, istihdamın, sermaye birikiminin önündeki en önemli engel devlet veya hükümet değil, aksine uluslararası işbölümünün dayattığı fırsatları bencilce değerlendirip fırsatçılık yapan özel sektörün çarpık yapısıdır. Küreselleşme, eğer devlet koruyucu ve gereğinde zorlayıcı önlemler almazsa, gelişmekte olan ülkelerde sermaye birikimi ve üretimi değil, borçlanma ve tüketim ekonomisini destekleyen ve teşvik eden bir yapı arz etmektedir. Öncelikle, bizim, Türk özel sektörünü yeniden şekillendirmemiz gerekmektedir. Kendi cebini değil ama hepimizin ortak refahını düşünen, rekabetçi değil dayanışmacı bir özel sektör inşa edilmesi gerekir. Bunun için de hükümete ve merkez bankasına düşen sorumluluklar vardır.

SÜRDÜRÜLEBİLİR BÜYÜMEDE POLİTİKA OTORİTELERİNİN SORUMLULUĞU

Sürdürülebilir büyüme içine çevre ve doğal kaynakların kullanımını da alan geniş bir kavramdır. Ancak, burada daha dar bir tanımdan yola çıkacağım, çevre politikası ve doğal kaynakların kullanımı bir başka yazıya kalsın. Bu bağlamda, sürdürülebilir büyümeyi en basit şekilde şöyle tanımlayabiliriz: Ekonominin toplam talep ve toplam arzını birbirlerini takip edecek şekilde birlikte büyümesi “sürdürülebilir büyümedir.” Bunun içinde, sadece toplam makine teçhizat yatırımlarının artması yetmez, aynı zamanda yatırımların sektörel dağılımı ve bu dağılımın dengeli olması da büyük önem arz eder. Yani örneğin, yatırımların ağırlıklı olarak kimya sektörüne aktarılması buna mukabil kimya sektörü ürünlerine beklenen iç ve dış talebin bunun altında olması durumunda, belki başka bir sektörde, örneğin tekstilde çok daha az kredi dağıtılması ve o sektörde talep edilen mal miktarından çok daha düşük bir üretim kapasitesi olmasına yol açacaktır. Yani kimya sektöründe aşırı üretim ve aşırı yatırım, tekstil sektöründe de eksik üretim ve eksik yatırım sorunları doğacaktır.

Sektörel dengeler gözetilerek büyümenin sağlanması için hükümetin ciddi planlama yapması gerekir. Bu plana, özel sektörün de uyması zorunlu hale getirilmelidir. Kredilerin sektörel dağılımı deyince, bu işin musluğu, bankacılık sektörüdür. Bankacılık sektörünün kredi politikaları devlet kontrolüne alınmalı ve bankacılık sektörünün küreselleşmenin yarattığı işbölümüne teslim olması engellenmelidir. Bunun için özel ve kamu sektöründe yatırım stratejisini belirleyen ve kararları herkes için bağlayıcı olacak bir milli yatırım merkezi kurulması gerekir. Ayrıca, bölgesel kalkınma ajanslarının lağvedilmesi ve DPT’nin yeniden aktif hale getirilmesi (veya DPT benzeri bir kurumun ihdası) zorunludur.

Merkez Bankası’nın mevcut kanunu büyümeye destek olmasını engellemektedir. Ben, Keynesgil Okula mensup bir iktisatçı olarak, oldum olası genel iktisat politikasından bağımsız bir para politikasına olumsuz bakmışımdır. Daha önce yazdığım gibi, bir zamanlar memleketin parasını bir Fransız Bankası basmakta, bunun da genel müdürlüğünü bir İngiliz yürütmekteydi. Böyle bir durumda değiliz çok şükür, ama bağımsız para politikası deyince, hele büyümeyi değil uluslararası tefecilerin ve yerli işbirlikçilerinin çıkarlarını destekleyen bir yapıyı görünce, milli bir büyüme politikasının daha baştan bir kanadının kırık olduğunu anlamaktayız. Yanlış anlaşılmasın, Merkez Bankası iyi niyetli ve kendilerine kanunla verilen görevleri ifa etmektedir ancak bu durum Türkçeyi Amerikan aksanıyla konuşan “piyasa profesyonellerinin” para kazanmasına vesile olmaktadır.

Hükümet, 20’inci yüzyıldan kalma sağın kötü alışkanlıklarından da kurtulmalıdır. Adamlara teşvik vererek, vergi indirimine giderek yatırımı artırmak, bedava kredi vermek kulağı tersten göstermektir. Ne sonuç alacağınızı kesinlikle bilemezsiniz. Madem hedef sermaye birikimini artırmak, sanayi üretiminde büyüme sağlamaktır, o zaman en doğrudan yöntem, KİT’ler vasıtasıyla Kamu üretimidir. Hiç kimse, “KİT’ler verimsizdir, hırsızlık-yolsuzluk olur, özelleştirme zorunludur” gibi otuz yıllık Amerikan masallarına inanmamı beklemesin. Hem bugünden hem de geçmişten bir çırpıda bir düzineyi aşkın örnek gösteririz gerekirse. Sağın “Devletçilik komünizmdir!” klişesi artık aşılmalıdır.

Neyse… Daha çok konuşulacak şey var ama yerimiz yetmedi… Bir dahaki yazıya devam ederiz inşallah…