Geçen iki yazıda, eğer Hükümet dezenflasyon programına devam ederse 2025 ve 2026 yıllarında Türk ekonomisinin yıllık ortalama yüzde 2-3 büyüyeceğini, bunun durgunluk olarak tanımlanabileceğini yazmıştım.
Bu durgunluk konjonktüründe Türk imalat sanayiinin ağırlıklı mikro ve küçük ölçekli firmalardan oluşan yüzde 25’inin olumsuz etkileneceğini, bazı firmaların küçülmeye gidebileceğini bazı firmaların da konkordato ilan edebileceklerini söylemiştim. Pekiyi bu durumun olumsuz etkilerini azaltmak için hükümet ne yapabilirdi? Bu da bu yazının konusudur.
BİR MİLYON DOLARLIK SORU: HÜKÜMETİN ÖNCELİĞİ NE OLMALI VE NE OLACAK?
Bir ekonominin sorunları hastalığa benzer. Hükümet de tedaviyi uygulayacak hekime... Tıpkı yüksek ateşli bir hasta da olduğu gibi, enflasyon da ekonominin yüksek ateşidir. Yüksek ateş durumunda hastanın kan değerleri bozulur. Kan değerlerinin normale dönmesini sağlamak ve tam yerinde teşhisi koymak için hekimler ilk önce ateşi düşürmek isterler. Bir defa ateş düşünce, kan tahlili hekime doğru teşhis için doğru değerleri sağlar.
Hasta – ekonomi analojisi ile anlatmak istediğim şudur: Yüksek enflasyon ortamında tüketici, üretici ve politik karar alıcılar için hem bugünkü fiyatlar hem de geleceğe yönelik fiyat tahminleri gerçek değerleri yansıtmaz olur. Böyle bir ortamda, ekonomideki esas sorunlara perde çekilir. Gerçek sorunları göremezseniz, doğru tedaviyi de uygulayamazsınız.
Hükümet 2021 -23 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı Genel Seçimlerini kazanmak için popülist bir politika uyguladı. Uygulamış olduğu politikanın amacı siyasi başarı elde etmekti: Nitekim elde etti, seçimler kazanıldı. Ancak bu politikanın iktisadi bir maliyeti vardı: yüksek enflasyon… Şimdi Hükümetin önündeki en önemli sorun enflasyonu tekrar normal seviyelere indirmektir. Bu yüzden Hükümetin önceliği enflasyonla mücadele olmalıdır. Fakat böyle mi olacak? Bakalım…
POLİTİKA FAİZİ İNDİRİLİR Mİ?
Son günlerde hem iş hayatı, hem akademik camia hem de finans sektöründe faiz indirimi ihtimali tartışılıyor. Faiz indirimi demek, dezenflasyon programından vaz geçmek demektir. Maliyeti ise yüksek enflasyon, muhtemel bir döviz krizi ve IMF kapısına mecbur kalmak demektir. Sayın Cumhurbaşkanı çok tecrübeli bir siyasetçidir. 2024 yılındaki yerel seçim mağlubiyetinin ardından köprünün altından çok sular akmıştır. Şu anda Sayın Cumhurbaşkanı’nın siyasi iktidarına alternatif bir muhalefet yoktur. Muhalefet, amiyane tabirle, helva gibidir. Hal böyle iken Sayın Cumhurbaşkanı, bir avuç ihracatçı ve turizmci ile döviz spekülatörleri servetine servet katsın diye 2023’ten bu yana uygulanan politikadan vaz geçer mi? Bence geçmez. Benim kanaatim enflasyon yüzde 40’ın altına inmeden bir faiz indirimi yapılmayacaktır. Yani sıkı para politikası devam edecektir. Pekiyi, bu süreç nasıl devam edecek? İmalat sanayiinin hali nice olacak?
ENFLASYONU DÜŞÜRMENİN MALİYETİNİ KİM ÖDEMELİ?
Enflasyonu düşürmek için kimi iktisatçılar arzı arttırmalıyız, üretim ekonomisine geçmeliyiz diyorlar. Doğrudur, eğer elinizde kullanılmayan fabrika, işlenmeyen toprak ve maden varsa bu dedikleri anlaşılır. Yani ekonomi potansiyel üretiminin altında işliyorsa spesifik sektörlere yönelik desteklerle arz arttırılabilir. Ancak durum öyle değildir. Türkiye, hala daha, tam istihdam ve bazen aşırı istihdamda üretim yapmaktadır. Yani arzın kısa dönemde artması mümkün değildir. Bu uzun vadeli politikalar ister.
Maliyetler veri iken enflasyon ile işsizlik arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Pandemi süresince dünya ekonomisinde maliyetler artmıştı. Ancak şu an konjonktür öyle değildir. Dış dünya enflasyonu düşüş eğilimindedir. Buna mukabil Türkiye’de enflasyonu arttırmayan işsizlik oranı, yani NAIRU, yüzde 10 civarındadır. Yani işsizlik yüzde 10’un üstüne çıkmadan enflasyonda kalıcı bir düşüş sağlayamazsınız. Açıklanan son verilerde Haziran ayında yüzde 9,2 olan işsizlik, Temmuz’da yüzde 8,8’e, Ağustos’ta ise yüzde 8,5’a düşmüştür! Bu talebin halâ daha (özellikle Hizmet sektörü kaynaklı) yüksek olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla enflasyonu düşürmek için iç talep artışını düşürmek zorunludur. Bu da topluma belli bir maliyet yükleyecektir. Pekiyi, bu maliyeti toplumun hangi kesimleri ağırlıklı olarak ödeyecektir? Bu da siyasi ve sınıfsal bir tercih meselesidir.
İdeal olanı enflasyon döneminde bundan nemalanan, servetine servet katan kesimlerin, rantiyelerin, döviz ve altın istifçilerinin ve hükümetin maliyeti üstlenmesidir. Bunun için bugünkünden farklı bir maliye politikası uygulanmalıdır. Bugünkü maliye politikası maaşlı çalışanlar, işçiler, küçük sanayi ve tarım üreticileri, emekli ve emekçilerin sırtına vergi yükünü bindiren bir politikadır. Bunlar enflasyon sürecinde zaten ciddi maliyet ödeyen kesimlerdir. Mevcut hal devam ederse Türkiye Cumhuriyeti’nde çalışanların ortalama ücreti asgari ücrete, asgari ücret de açlık sınırının altına yaklaşacaktır. Yani toplumsal olarak mutlak fakirleşeceğiz.
Pekiyi ne yapılmalı? Öncelikle kurumlar vergisinin yüzde 33 tabanı üzerinden müterakki hale getirilmesi gerekir. Yani minimum yüzde 33 olmak üzere, her firmanın yıllık kârı dilimlere ayrılır. Ne kadar yüksek toplam net kâr elde ediliyorsa vergi oranı da o kadar yükselir. Büyük holdingler, bankalar, sigorta şirketleri, büyük turizm ve inşaat şirketleri yüksek dilimden vergi öder. Küçükler ise kârlarından yüzde 33 vergi öderler. İkinci olarak müterakki servet vergisi uygulanmalıdır. Sahip olunan bütün mevduat ve menkul kıymetlere yıllık bir defaya mahsus yüzde 20’den başlayan ve toplam matrah arttıkça artan bir servet vergisi uygulanmalıdır. Böylece büyük servet sahipleri ve rantiyeler daha yüksek vergi ödeyeceklerdir. Üçüncüsü kamuda ciddi bir tasarruf programı uygulanmalıdır. Sağlık, eğitim ve savunma harcamaları tasarruf programının dışında tutulmalıdır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve devlet ricalinin yurt dışı ve yurt içi seyahatleri minimuma inmeli, gereksiz ve yüksek maliyetli alt yapı yatırımları durdurulmalı, KÖİ sistemiyle yapılmış hastane, havalimanı, yol ve köprü ödemelerinde garantiler kalkmalı, fiyatlar TL cinsinden hesaplanmalı, gerekirse bu tesisler kamulaştırılmalıdır. KGF ve benzeri devlet garantili kredi alıp ödemeyen firmalardan borçlar tahsil edilmeli, gerekirse firma sahiplerinin mal ve mülküne haciz getirilmelidir. Bunlar yapılırsa KDV ve ÖTV indirilir, hatta daha yüksek ve tatminkâr ücretler memur ve kamu çalışanlarına ödenebilir. Önerdiğim türde bir maliye politikası yükü zengin ve servet sahipleri ile büyük firmaların ve bizatihi devletin sırtına yükleyecektir. Tercih Hükümetindir. Bir avuç zengin ve rantiye ile tekelci büyük sermayeden mi yana olacak yoksa halkın geniş emekçi kesimlerinden mi? Zaman bize bunu gösterecektir.
ESAS TEDAVİ: PLANLI KALKINMA VE SANAYİ POLİTİKASI
Öyle veya böyle, bir Hükümet isterse enflasyonu düşürebilir. Esas mesele enflasyon düştükten sonra karşımıza gelecektir. Türkiye’nin temel yapısal sorunları bulunmaktadır. Bu sorunları tek tek teşhis etmek ve ülke kaynaklarını sorunları çözmek için seferber etmek gerekir. Bunun için en kalıcı çözüm planlı bir kalkınma ve sanayileşme politikasına geçmektir.
Türkiye’nin temel yapısal sorunları ve bunların çözümleri de Pazartesi’ye kalsın.