Çıktığın her yol, her yolculuk seni sana getiriyorsa biriktirerek coşkuları ne mutlu! Yaşadıkların seni bölüp, biraz çarpıp en sonunda yeniden topluyorsa ne güzel! İç özgürlüğü arıyorsan, dışın da güneş kadar özgür kalır yakında unutma…
Çıktığın her yol, her yolculuk seni sana getiriyorsa biriktirerek coşkuları ne mutlu! Yaşadıkların seni bölüp, biraz çarpıp en sonunda yeniden topluyorsa ne güzel! İç özgürlüğü arıyorsan, dışın da güneş kadar özgür kalır yakında unutma…
Tarih öncesinde ‘Altın Çağ’da Titanlar Devri’nde savaş sarmalı vardı, bugün olduğu gibi. Uranus, Kronos da savaşın tarafıydı. Prometeus, Zeus, Hera da. Ölümsüzlük otunu yılana kaptırınca, artık hepimiz ölümlüydük. Ve yüzyıllarca inandık mitolojik anlatılara, tapınaklara, sunaklara. Kendi yarattığımız düşlere köle olduk mesela; Pandora’ya…
Her tanrıdan ayrı bir hediye alan güzeller güzeli,
Ne vardı bunca merak edecek, sana emanet edilen kutuyu açacak,
Hastalık, öfke, nefret, açgözlülük tüm dünyaya yayılacak…
Hemen kapatsan da ne çare!
Geride kilitli kalan tek bir şey vardı.
‘UMUT’ yetmeliydi kaderi yeniden yazmaya…
Umut, ‘SAKİN ŞEHİR’ demek, kaçmak arayıp bulmak, merak etmek, izlemek, inanmak demek.
Kin, öfke, barut kokan sokaklardan uzağa…
Zorunlu sığınaklarımız evlerden, dev bir hapishaneye dönen şehirlerden
Her geçen gün hızlanan, hızlandıkça şefkatten
Vicdandan, sevgiden uzaklaşan,
Robotlaşan, moda ile benzeşen,
Yozlaşan, çürüyen kalabalıklara
“Hoşça kal” demek…
Alacakaranlık şehirlerde;
‘Görmek istersen denizi, yukarıya çevir yüzü, deniz gibidir gökyüzü…’ diyerek haykırmak daha sıkça…
Köylere, yaylalara geri dönmek, ana kucağı gibi ölesiye özleyerek
Toprağı, ağacı, kuşu sarmak, koklamak kuzuları da çocuk heyecanı ile
Aşkla yüzmek bulutlarda ve göllerde…
Umut yanı başınızda olsun, isteyin yeter…
Buğulansın hatıralar tarihin tozlu sayfaları…
‘Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
Ve de uyarına gelirse tepemde bir çınar olursa
Taş maş da istemez hani’
Hatırlayın dünya şairini, ister iç çekin
İster yüreğinizden geldiği gibi ağlayın sessizce, Utanarak… Çınarların ve belki de Gülhane Parkı’nda bir ceviz ağacının altında…
Umut, memlekete;
Doğasına, tarihine, işçisine, köylüsüne, emekçisine sevgiyle yudum yudum
Tüketmeden, pamuklara sararak, incitmeden
Ertelemeden, üşenmeden, vazgeçmeden sarılmak yine, yeniden…
Umut, ölümsüzdür dizelerde
Deniz gibi sınırsız özgürlüklerde…
‘Aşırı solcudur aşk,
Bu yüzden insanların sol yanını hedef alır.
Ve aşk bu kadar solcuyken
İçinden sağ çıkmak imkânsızdır
.’ Hançer gibi acıtır, o dizeler, işte böyle…
Dostun yüzü umuttur, paylaşılan sohbet de olabilir sıcak bir çorba da
‘Hiç ellerin taşı bana değmez, ille dostun gülü yaralar beni.
’ Pir Sultan’ın gönlüdür, umut…
Ebedi sevdamız, özlemimiz
Mavi gözlü dev öngörmüştü yine geleceği; yani umudu…
‘Ey ağalar, beyler
Toroslara çıkın, bakın.
Nerede kara bir Yörük çadırı görürseniz, dumanı da tütüyorsa
Dünyada hiçbir güç bizi asla yenemez.
’ Umut, bayrak yüreklerde çakmak çakmak gözlerde.
Açıp pencereyi, sabah uyanınca derin bir nefesle dünyayı çekmeliyiz belki de içimize.
Aynaya gülümsemeli sonra, artık dünya içimizde bir nokta.
Mırıldansak yine umutla, sazın güzel ezgisini ozandan.
‘Gönül dağı, yağmur yağmur boran olunca
Akar can özümden, sel gizli gizli.’
Gülşehir’in gül kokusunu taşısa
Ahi Evran’dan, Âşık Paşa’dan, babası Muharrem Ertaş’tan
Nefesler getirse, UMUT gibi eşsiz ve sınırsız…
‘Kalpten, kalbe bir yol vardır görülmez.
Gönülden, gönüle gider
Yar oy, yar oy, yar…
Yol gizli, gizli,
Yol gizli, gizli…
Metin: Deniz Can