29-30 Haziran tarihlerinde İspanya'nın başkenti Madrid'de yapılacak ve NATO'nun genişleme planları çerçevesinde İsveç ve Finlandiya'nın üyeliklerinin ele alınacağı zirve öncesi, Türkiye'nin bu iki ülkenin üyelikleri ile ilgili veto engelini aşmaya yönelik çabalar sürüyor.

29-30 Haziran tarihlerinde İspanya’nın başkenti Madrid’de yapılacak ve NATO’nun genişleme planları çerçevesinde İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerinin ele alınacağı zirve öncesi, Türkiye’nin bu iki ülkenin üyelikleri ile ilgili veto engelini aşmaya yönelik çabalar sürüyor.

Berlin’de önceki gün Türkiye, Almanya, ABD, İngiltere ve Fransa temsilcilerinin katılımıyla yapılan 5’li zirvenin de bu çabaların bir parçası olduğunu söylemek mümkün.

Gerek Türkiye adına bu zirveye katılan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın, gerek Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, gerekse de en üst düzeyde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları, Türkiye’nin elindeki veto kartını “ucuza satmayacağını” gösteriyor.

Türkiye’nin elindeki bu veto kartının, özellikle son 10 yıldan bu yana, PKK ve uzantısı YPG gibi terör örgütlerini açık destekleyen, elinin altındaki bir diğer terör örgütü FETÖ aracılığıyla 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren, bu terör örgütünü her yönden koruyup kollayan, Libya, Doğu Akdeniz ve diğer birçok alanda yaşanan her türlü anlaşmazlıkta Türkiye’nin karşısında yer alan, zaman zaman yaptığı ekonomik saldırılar ve halen devam ettirdiği kimi yaptırımlarla ekonomimize büyük zararlar veren ve de son dönemde Yunanistan’da kurduğu üslerle ülkemizi batıdan da kuşatmaya çalışan ABD’ye karşı elde edilmiş en büyük koz olduğunun altını çizmek gerek.

O nedenle Türkiye’nin bu kozu en iyi şekilde değerlendirmek istemesi son derece yerinde ve doğru bir yaklaşımdır.

ABD’nin, Biden yönetiminin önümüzdeki dönem açısından en önemli stratejik hedeflerinden biri olan NATO’yu genişletme ve bu çerçevede Rusya ve Çin’e karşı Transatlantik İttifakı güçlendirme planlarının önünde en büyük engel olarak ortaya çıkan Türkiye’nin elindeki bu veto kozunu aşmak için her türlü yolu deneyeceğinden kuşku yok.

Hali hazırda bir yandan bir yandan diplomatik temaslarla Ankara’yı sıkıştırmaya çalışırken bir yandan da “Türkiye’nin endişeleri haklı vs” gibi söylemler ve İsveç’te terör yasasında bazı ufak değişikliklere gidileceğine dair bazı işaretler vererek küçük tavizlerle bu süreci kotarma peşindeler.

Ancak söz konusu yollarla veto engelini aşamamaları halinde -ki yukarıda belirttiğimiz üzere Ankara’nın tutumu bunu gösteriyor- yeni bazı hamlelere başvurma ihtimallerini yadsımamak gerek.

Bu hamlelerin en başında gelenin yeni ekonomik saldırılar olacağını öngörmek mümkün.

Özellikle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizi de sarsmakta olan ekonomik sıkıntıların yaşandığı bir dönemde, yeni bazı saldırıların ekonomide sert kırılmalara yol açabileceğini değerlendirerek bu yönde bazı saldırılara girişebilirler.

Yukarıda belirttiğimiz gibi benzer saldırıları daha önce de yaptılar ve Türkiye bu saldırıların tümüyle mücadele ederek bugünlere geldi.

Elbette Türkiye’nin bir kez daha bu saldırılara direneceğini ve en nihayetinde üstesinden geleceğini hesap ediyorlardır.

Dolayısıyla burada murat edilen, saldırılar karşısında Türkiye’nin havlu atarak veto kartını çekmesi olmayacaktır.

Amaçları Joe Biden’ın, ABD başkanlığına seçilmeden önce açık ettiği, “Muhalefeti destekleyerek iktidarı düşürme” planlarını hayata geçirmek olacaktır.

Bunu başarmaları halinde, Türkiye’ye dair her türlü planlarını sorunsuzca hayata geçirebilecekleri düşündükleri ve hatta bildikleri için bunu yapmaya yelteneceklerdir.

“MUHALEFETİN ADAYI KİM?” TARTIŞMALARI

Ne yazık ki ABD’nin, Türkiye’ye yönelik aleni düşmanlık yapmaya başlamasıyla eş zamanlı olarak ana muhalefet partimizde yaşanan değişim ve Türkiye’nin bu en büyük hasmının güdümüne girdiğini gösteren emareler bu yeni saldırılar konusunda ciddi şekilde endişelenmemize yol açmaktadır.

Bu açıdan bakıldığında ana muhalefet partisinin artık Türkiye’nin “yumuşak karnı” haline geldiğini görmek gerek.

Seçim süreci yaklaştıkça ABD ve hinterlandındaki batılı güçlerin Türkiye’nin bu “yumuşak karnı”na çalışacaklarını öngörmek kehanet olmayacaktır.

Bu “yumuşak karın” üzerinden hedeflerine ulaşmanın yolu da kanımca ekonomik saldırılar olacaktır ki Türkiye’nin bu konuda gerekli önlemlerini ivedilikle alması gerektiğini düşünüyorum.

Bu değerlendirmelerden yola çıkarak son dönemde iç siyasette yoğunlaşan muhalefetin adayının kim olacağı tartışmaları konusunda da birkaç kelam etmekte yarar var.

Bu konuda özellikle gazeteci meslektaşlarımızın siyasi partilerin binalarında ve Meclis koridorlarında kulis bilgileri elde etmeye çabalamak yerine ABD’nin Ankara Büyükelçiliği ve/veya Washington’da nabız yoklamalarının daha isabetli olacağını düşünüyorum.
Zira önümüzdeki seçimlerde muhalefetin cumhurbaşkanı adayının kim olacağına, ne ana muhalefet partisi, ne 6’lı masa karar verecektir.

Karar, Washington’da Türkiye’ye karşı sözünü ettiğimiz her türlü düşmanlığın plan ve programının yapıldığı odalarda alınıp Ankara’daki temsilciliklerine iletilecektir.

6’lı masada yer almayıp bu cephenin dışarıdan en önemli destekçisi olan terör örgütünün siyasi uzantısı partinin, hangi adaya “evet” hangisine “hayır” diyeceğini de yine sözünü ettiğimiz güçler karar verecektir.

Bu güçlerin karar kıldığı aday kim olursa olsun, sözünü ettiğimiz terör örgütü uzantısı partinin buna itiraz etme gibi bir lüksü yoktur ve olmayacaktır.

Dolayısıyla iç siyasette bu konuda yapılan tartışmaların tümü beyhudedir, vesselam…