TÜYAP Kitap Fuarı, İstanbul'un önemli kültürel etkinliklerinden. Bundan yedi yıl önce yine fuar zamanı TÜYAP'ın bir panayır olarak eksikliğinin şenlik ve lojistik, bir fuar olarak eksikliğinin ise sektörel altyapı olduğunu not almışım.
Bu sene TÜYAP’a gitmedim. Sanırım artık kafam o uğultuyu kaldırmıyor. İmza günü olan yazarların birçoğunun da imza günleri olmasa gideceğinden emin değilim. Fuar üzerine yapılan bazı yorumlar TÜYAP’ın sadece bir fuar olmadığı bir aydınlanma meşalesi olduğunu da gösteriyor. Neymiş, bu kadar çok kitap okuyan varsa neden Tayyip hala iktidarda olurmuş. Kitap okuyanlar CHP’li, hadi bilemediniz HDP’li olacak. Kültürel iktidarın üstünde tepinmeye alışanlar sosyolojinin değiştiğini ve üstünlük halılarının altlarından çekildiğini anlamadılar. Bir yayıncı büyüğümle konuştuğumda onu da TÜYAP yorgunu gördüm. Adet yerini bulsun diye katıldıkları bir fuar. Kültürel iktidarın eski baronlarının egolarının okşandığı post-modern bir panayır.
Fuar denilen uğultu mekânı çok sayıda kişinin aynı anda aynı mekânda olmasını kendine başarı ölçüsü kabul ediyor. Metrekare başına düşen kitap satışı da performansın göstergesi. Okurları kitaplarla buluşturmak kitabevlerinin işidir. İdeal şartlarda fuarların görevi yayıncılarla, yazarları ve sektörün diğer bileşenlerini bir araya getirip sektörü derinleştirmektir. Oysa her sene gördüğümüz şey popüler yazarların arkasına saklanan çaresiz yayıncıların ergen ilk okurları tavlama serüveni. Kitapların çoğu gelecek seneye unutulacak ve hurda fiyatına satılacak. Büyük yayınevleri gösterişli stantlarla kimliklerini var edecekler. Ana işi yayıncılık olmayan kurumlar gösterişli stantlarını fildişi kulelere çevirecek.
Yayıncılığın gidişatıyla ilgili bir iki konuşma yapılacak. Bulgaristan hududuna kısa mesafede yer alan fuara gelebilenler turşusu çıkmış şekilde o konuşmaların olduğu yerde uyuklayarak vakit geçirecek. Bir iki ünlü isim görme telaşındaki stajyer gazeteciler koridorlarda turlayacak. Okullardan gelen toplama kıtalar dönüş zamanının gelmesini kantin benzeri yerde birbirleriyle yüksek sesle şakalaşarak geçirecek.
Oradan ayrılan kimse bu yazdıklarımdan söz etmeyecek. Çünkü yüce bir mekana gidip aydınlanma ritüelini gerçekleştirmiş olacak. Uluslararası olma çabası ise kültürel diplomasi yapmak isteyen zengin ülkelerin propaganda stantlarının ötesine geçmeyecek.
Niceliğin egemenliği diyebiliriz buna. Kötü baskı kalitesi olan editöryal hatalara sahip kitapların okurlara ulaşmasını kimse önemsemeyecek. Sektörün içinde bulunduğu problemler yine konuşulmayacak. Kağıdın geleceği gibi önemli bir başlık eğer varsa çok gerilerde kendine yer bulacak.
Düşünce hayatımız daha kendi geleceğini ilgilendiren böylesi hayati bir konuda ticari kaygılara karşı tek kelime edemiyorsa, düşüncelerin hayatı değiştirmesini nasıl bekleyeceğiz? Yeterince taraftar bulup bol müşterili imza günleri yaparak mı?
Yorgun bir TÜYAP gününün sonunda eve dönerken ziyaretçiler pazar gezmesindeki diğerleriyle karışır ve zihinden şu düşünceler geçer: Bir daha bu fuara gelmeyeceğim.
Gitmediğim TÜYAP Kitap Fuarı’ndan izlenimlerim böyle. Fuarın yerine matbaacılar sitesinin olduğu yere matbaa satış mağazaları kursalar daha iyi olur. Nakliye masraflarından tasarruf olur. Nasılsa niteliği kimsenin umursadığı yok.