Geçen yazıda İttihat ve Terakki'yi yaratan iktisadi ve sosyal şartları anlatmıştım.
İttihat ve Terakki Fırkası, milli bir ekonomi olamamış, Batılı düşmanları ile mücadele edebilmesi için gerekli sermaye ve yetişmiş insan gücünden yoksun, özellikle Batılı emperyalistler tarafından kaşınan ve hızla yükselen ayrılıkçı terör hareketlerinden muzdarip, ehliyet ve liyakatın kalmadığı, mevcut ekonomisi yabancıların hakimiyetinde bir ülkede Türk aydınlarının başını çektiği bir isyan hareketiydi. Bileşenleri arasında çok çeşitli görüşten insanlar vardı ve hepsi de kör bir nefretle sadece Sultan Abdülhamid Han’ın indirilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Elbette ki, 30 yılı aşkın yönetiminin sonucunda ortaya çıkan problemlerin bir numaralı sorumlusu Padişah’tı. Ancak Jön Türklerin hiçbiri bu temel sorunların nasıl çözüleceğine dair bir ipucu vermemekte, alternatif bir politikalar bileşkesi sunmamaktaydı. Söyledikleri tek şey şuydu: “Hürriyet gelecek, bütün dertler bitecek!” Halbuki, geçen yazıda da belirttiğim gibi, Abdülhamid idaresi ve ondan önceki Osmanlı Hükümetlerinin boğuştuğu sorunlar temelde iktisadi sorunlardı. İnsan hakları ve düşünce özgürlüğü ile fakirlik, az gelişmişlik ve yetersiz sermaye birikimi sorunlarını çözemezsiniz. Fakat maalesef o dönemde, ne iktidardakilerin ne de muhalefettekilerin iktisadi sorunlar ve çözümleri hakkında bir fikirleri vardı. “Varsa yoksa özgürlük ve demokrasi!” diyorlardı. Tıpkı bugünkü muhalefet gibi. Tevekkeli değil, İttihat ve Terakki’nin teşkilatındaki Talat Paşa’dan (Büyük Efendi) sonraki iki numaralı isim olan Kara Kemal (Küçük Efendi) boşuna dememiş: “Biz Hürriyet (özgürlük) istedik, Hürriyeti de elde ettik ama İstiklâl’i (bağımsızlığı) kaybettik!". Oysa Türkiye’nin hem özgürlük hem de bağımsızlığa ihtiyacı vardı.
İttihat ve Terakki’de üç çeşit grup vardı:
Paris merkezli entellektüel Jön Türk’ler: Bunlar Batıcı Türk aydınları, ayrılıkçı azınlık liderleri ve “hükümete asi olup” Padişah’a tekrar biat karşılığında “rüşvet olarak” makam veya para isteyen üç kağıtçılardı. Batıcılar için bağımsızlık bir hedef değildi, aksine Türk ve Müslüman olan her şeye muhaliftiler. Ahmed Rıza Bey, Prens Sabahattin, Dr. Nazım ve benzerleri bu grubun lider tabakasıdır. Azınlık milliyetçileri (Makedon, Rum, Ermeni, Yahudi, Kürt ve Arap) zaten kendi devletlerini kurmak ve Türk’ü bitirmek istiyorlardı. Ermeni Taşnak ve Hınçak Partileri, Arap Hılafet Cemiyeti, Rum Etniki Eterya Örgütü, Yahudi Siyon Kızları Örgütü, hepsi de, Paris Merkezli Jön Türk Kulübünün birer üyesiydiler. Bu gruplarla İttihat ve Terakki kısa bir süre sonra yol ayrımına gidecekti. Üç kağıtçılar ise kendi çıkarlarını düşünüyorlardı. Ne bir idealleri vardı, ne memleket için bir düşünceleri. Temel hedefleri bu yöntemle kısa yoldan makam elde etmekti.
Selanik ve Manastır merkezli Askerler ve Fedailer: Eşkıya kovalayan, bunun karşılığında senede 3-4 defa maaş alabilen, mükemmel askeri eğitimlerine rağmen eğitimsiz alaylı paşaların baskısı altında olan, idealist, savaşçı subaylar bu grubun temelini oluşturdular. Enver Paşa, Cemal Paşa, Resneli Niyazi ve benzerleri bu gruba dahildi. Bir de, cemiyetin içinde asker veya sivil kökenli olup kanun dışı suikast, soygun, adam kaçırma gibi eylemlerle cemiyetin etkisini arttıran maceraperest serseriler ve haydutlar vardı. Bunlara Fedai adı verilirdi ki, bunlar Meşrutiyetten sonra Teşkilat-ı Mahsusa’yı (Özel Teşkilat - İstihbarat Teşkilatı) oluşturdular. Yakup Cemil ve avenesi bunlara en güzel örnektir. Bunlar için “özgürlük” laftan ibaretti, iktidara gelmek için bir bahaneydi. Nitekim, iktidara gelince, çok eleştirdikleri Abdülhamid Han’a rahmet okutacak bir istibdat rejimi kurdular. Bunlar için, kendileri iktidarda oldukları müddetçe “bağımsız” olup olmamak önemli değildi.
Milli İktisat taraftarları: Bu grup gerçekten idealist Türk aydınlarını temsil etmekteydi. Başlıca görüşleri Türkiye’nin iktisadi bağımsızlığını sağlayacak “yerli ve milli” bir ekonomi kurmaktı. Bu gruptakiler ne Paris’teki Jön Türkler gibi Türk milli kültürüne düşmandılar ne de Fedailer gibi şiddete ve kanun dışı yollara tevessül etmekteydiler. Ana amaçları bir taraftan anayasal Meşruti (Sembolik tahtın yanında Meclis’e dayanan bir demokratik) yönetim ve kapitülasyonlardan arınmış, kendi sanayisine ve bankacılık sistemine sahip bağımsız bir ekonomi kurmaktı. Bu grubun içindekiler daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti (Derneği) bir Fırka (Parti) halini aldığında partinin ideolojisini belirleyen teşkilat liderleri olacaktır. Bunlar arasında öne çıkanlar Talat Paşa, Cavid Bey, Kara Kemal, Ziya Gökalp gibi isimlerdir. Bu grup, daha sonra Kuvayı Milliye’ye ve Cumhuriyet’e de destek vereceklerdi.
İttihat ve Terakki’nin diğer Jön Türk gruplarından ayrılması II. Jön Türk Kongresinde gerçekleşmiştir. Bu kongrede, bugünkü dille herkesin anlayabileceği şekilde, ayrılıkçı grupların yaptığı Osmanlı Devletini bir konfederasyona dönüştürecek ve Hanedanı indirecek önerilere – şaşılacağı üzere – en başta Ahmet Rıza Bey ve İttihat ve Terakki Grubu karşı çıkmıştır. Ahmet Rıza Bey tarafından Hanedan’ın ve Padişahın hak ve hukuku savunulmakta ve Osmanlı Devleti’nin üniter yapısının tartışılamayacağı kabul edilmekteydi. Ayrılıkçı terör örgütleri ile anlaşılamamış olması tabiîydi, ancak İngiliz istihbaratı tarafından beslenen firari bir Sultanzade olan Prens Sabahattin Bey de, ayrılıkçı terör yanlıları gibi özerkliği ve Batı himayesine girmeyi savunuyordu. Prens Sabahattin’in görüşleri, daha sonra İttihat ve Terakki içinden kopan kişilerle birlikte kurulan yeni parti olan İtilaf ve Hürriyet Fırkasını da etkileyecekti. Bugün, “Türk’üm!” demeyi faşizm, terörle mücadeleyi soykırım, darbeye karşı direnmeyi terör olarak gösteren bilumum Kürtçü, İslamcı, Liberal Solcu veya Liberal Demokratların kökeni mandacı, teslimiyetçi, bölücü ve Batı iş birlikçisi İtilaf ve Hürriyet Fırkası’dır.
İttihat ve Terakki Fırka olarak 1908 İnkılâbında ilk olarak gölgelerden çıkmış, 31 Mart Ayaklanması sonrasında ise Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmiş ve akabinde 1909 yılından 1918 yılına kadar, önce dolaylı ve sonra da doğrudan, iktidarı eline almıştır. Parti ve Devlet yönetiminde ilk önce Talat Paşa ve Milli İktisat taraftarları hakimken Batıcı Paris komitesi mensupları da belli bir söz sahibi idiler. Ancak, bir dizi silahlı suikast (Manastır’da Şemsi Paşa, İstanbul’da Ahmet Samim ve Mahmut Şevket Paşa suikastleri) ve tedhiş eyleminin verdiği ivmeyle, parti içindeki askerler ve fedailer gitgide kuvvetlenmeye başladılar. Öyle ki, Paris komitesi menşeli Batıcı entellektüeller – başta ilk Meclis Başkanı Ahmet Rıza Bey olmak üzere – partiden dışlandılar, Talat Paşa ve grubunun etkisi git gide azaldı ve bütün ipler Fedailerin, dolayısıyla da Enver Paşa’nın, eline geçti. 1913 ve sonrasında koca parti ucuz adamların hükmettiği bir Balkan Komitesine ve Devlet de tek adam – Enver Paşa – yönetiminde bir polis devletine dönüştü. Sonuç: Sultan Abdülhamid’e getirdikleri eleştirilere konu olan yanlışların kat be kat fazlasını yaptılar, tükürdüklerini yaladılar ve İmparatorluğu batırdılar…
İttihat ve Terakki, bütün kusurlarına rağmen gerçek anlamda, ilk Türk siyasi partisidir. Kendi içinden kendi muhalefetini doğurmuştur. Cihan Harbi felâketi sonrasında ülkeyi kurtaran Kuvayı Milliye hareketini de doğuran yine İttihat ve Terakki Fırkasıdır. Bugün Türk siyasi partileri hepsi İttihat ve Terakki hareketinden az ya da çok etkilenmişlerdir. Cumhuriyet sonrasını da Pazartesi’ye bırakalım…