Öncelikle 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferimizin 103'üncü yılını kutluyorum.
Türk milletinin Ehl-i Salib’e ve Batı Emperyalizmine karşı bugün de devam eden şanlı direnişinin en müstesna örnekleri olan şehitlerimizi rahmetle yad ediyorum. Vatan onlara minnettardır.
***
Yazılı ve görsel medyada “Tosun” namıyla tanınan “girişimci vatandaşımız” (!) Uruguay’da 620 m2’lik süper lüks rezidansında keyif sürerken buradaki başka bir uyanık da “Paralarınızı geri almak için her birinizden 500 TL istiyorum!” deyip 1600 kişiden de bu paraları tokatlamış. Tosun 150 milyon TL’yi hortumlamışken, bu uyanık da 800 bin TL’yi cukkalamış. Şimdi Uruguay’a Tosun’u ziyaret amaçlı turlar düzenlenmesi düşünülüyormuş. Demek ki, buradan daha çok uyanık ekmek yiyecek.
İnsanlık tarihinin başından bu yana, insanların eksik bilgisi, başka insanlara duyduğu güven ve kısa yoldan köşeyi dönme tutkusunu sömürüp zengin olan uyanıklar olagelmiştir. Ancak her değerin metalaştığı, ilkeler ve erdemin yerini “altın hırsının” ve “gösteriş tutkusunun” aldığı kapitalizm çağında bu uyanık dolandırıcılar çok daha büyük bir yaşam alanına kavuşmuştur. Bugünkü yazımda bu uyanıkların, adını anmaya dahi tenezzül etmeyeceğim “Tosun” gibi zevatın yaşam alanının iktisadi analizini sunmaya çalışacağım…
İNSANLAR AKILCI MIDIR?
Egemen iktisat okulunda insanların tüketim, tasarruf, üretim ve yatırım kararlarını verirken akılcı/rasyonel oldukları varsayılır. Burada akılcılıkla kastedilen her bir bireyin bireysel çıkarlarını en yüksek düzeye çıkarmalarını amaçlamalarıdır. Bu tanım çok itiraz edilebilecek bir tanım değildir, genel görünüşte. Ancak, insanlar için bireysel çıkar tanımı teorinin verdiği tanımdan farklı olabilir. İnsan denen canlı ayılar veya kaplanlar gibi tek başına yaşayan bir varlıktan ziyade karınca ve arılar gibi topluluk halinde yaşayan bir varlıktır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliği iletişim ve bilgisini diğer kuşaklara aktarabilme gücüdür. Bu güç de, ancak topluluk halinde yaşamda bir değer ifade edebilir. Dolayısıyla insanlar çoğu zaman bireysel çıkarlarını değil ama onları var eden topluluğun ortak çıkarlarını en yüksek düzeye çıkarmak için karar alırlar. Bazen de, içinde yetiştiği topluluğun kurallarına uyarak yaşamak için bireysel çıkarlarından fedakârlık edebilirler. Çoğumuz yediğimiz ve giydiğimiz ürünlerde kişisel tercihimizden önce kültürel, dini ve toplumsal kuralları önceleriz. Tasarruf kararlarımızda bazen, hiç de rasyonel olmayan şekilde dini ve ahlaki tavırlar alabiliriz. İnsanların öncelikli olarak toplumsal değerlere önem atfetmesi yazının başında zikrettiğim “Tosun” benzeri uyanıklar için bulunmaz bir nimettir. Mehter takımı, “Ertuğrul’un Deli Demir’i”, iki Tekbir, üç “Maaşallah” ve beş “İnşaallah” ile milleti kayığa bindirirler.
Akılcı bir birey varsayımı, ikinci olarak, bireylerin sahip olduğu bilgi kümesinin tam olmasını varsayar. Egemen iktisatın, belki de en zayıf tarafı, “tam bilgi” varsayımıdır. Bu varsayıma göre, insanların iktisadi kararları alırken piyasalardan elde ettikleri enformasyon para harcayacakları faaliyet hakkında gerekli bütün bilgiyi sağlamaktadır. Dahası, insanlar piyasa dışı kaynaklardan da doğru karar alabilmeleri için yeterince bilgiye rahatlıkla ulaşabilmektedirler. Gerçekte ise, insanların piyasalardan elde ettiği enformasyon, çoğu zaman yanıltıcı, insanların harcama yapacakları faaliyetler hakkında yetersiz bilgi içeren bir niteliktedir. Çünkü piyasaların kendisi doğası gereği yetersiz, yanlış ve eksik bilgi üretmektedir. Buna ek olarak, insanların piyasalar dışındaki kaynakları da, eksik, çarpıtılmış ve yanlış enformasyon üretebilir. Bu şartlar altında, insanlar isterse tamamen rasyonel olsalar bile, sahip oldukları bilgi onların istemeden de olsa kendi menfaatleri aleyhine kararlar almalarına yol açabilir. İnsanların eksik, yetersiz ve yanlış bilgi altında kitle psikolojisi hareket etmeleri onları “Çiftlikbank Komedisi”, “İhlas Finans Vurgunu”, “Kombassan Kepazeliği”, “Titan Menfaat Şebekesi” ve 1980’lerin “Bankerler Skandalı” gibi vakalara sürüklemektedir. Ancak bu, insanların kişisel tercihlerinde de çarpıklığın olmadığı anlamına gelir mi? İsterseniz bir de bu konuyu inceleyelim…
ÜRETMEDEN ZENGİN OLMA TUTKUSU
Ben Adapazarlıyım. Rahmetli dedem vagon fabrikasında ağır demirci ustabaşı olarak çalışmış bir işçiydi. Emekliliğinde merakı definecilik olmuştu. Küçükken hep ona nasıl define aradığını sorardım. O da bana, Sakarya nehri kıyısında veya Sapanca gölünün orada bir Bizans harabesinde define aradıklarını anlatırdı. Hatta bir seferinde bir çömleğin içinde birkaç tane Bizans parası bulmuş olduğunu da hatırlıyorum.
Askerliğimi Tatvan’da Askerlik Dairesi’nde Asteğmen olarak yaptım. Daire’de çalışan sivil memurlardan birisi akrabalarıyla “gömüye çıktığından” bahsederdi. Gömüyle kastettiği Ermeni Tehciri’nde Ermenilerin gömerek sakladığı değerli eşya ve altınlarıydı. Bugün yoğunluklu Kürt vatandaşlarımızın yaşadığı şehirlerin bundan 100 küsur sene öncesindeki sakinleri çoğunlukla Türk kökenli devlet memurları ve Ermeni ahaliydi. Kürtler ise köylerde yaşardı. İşte Ermeni tehciri sonrası Doğu’daki Ermeni evleri ve bahçelerinde hep “Bir gömü çıkar mı?”, beklentisi oluşmuştu. Yani, “kısa yoldan köşeyi dönmek” veya -öğrencilerimden birinin deyimiyle- “voliyi vurmak” için en revaç gören meslek Batı’da “definecilik” ve Doğu’da da “gömücülüktü”. Bizim gibi gelişmişlik süreci tamamlanmamış, şehirlileşmesi eksik ve çarpık olarak gerçekleşmiş, meslek aidiyeti kavramı bireysel kimlikte önemli bir yere ulaşamamış toplumlarda üretmeden, çaba harcamadan, emek sarf etmeden zengin olmak bir hayal olarak sıklıkla ortaya çıkmaktadır.
Emek sarf etmeden kazanmak, ahlaki hiçbir niteliği olmasa da, eğer becerebilirseniz gayet rasyoneldir. Tamamen, bireysel menfaati en yüksek düzeye çıkarmayı amaçlayan bir faaliyettir. Bu yolda, tarih boyunca, yan kesicilik, dolandırıcılık, üç kağıtçılık gibi kanun dışı meslekler türediği gibi bugünkü çağda, Sülün Osman’lara, Jet Fadıl’lara, Kenan Şaranoğlu’lara, Banker Kastelli’lere ve en sonda da “Tosun’a” ulaşan bir damar oluşmuştur. Bu gibi şahıslar “kitlelerin emek sarf etmeden zengin olmak” arzusunu eksik bilgi ve kitle psikolojisi kaidelerini de pek güzel kullanarak istismar etmişlerdir. Mesele sadece bu tür dolandırıcılık faaliyetleriyle de kalmamaktadır. Görünüşte tamamen yasal üretim ve pazarlama faaliyetlerinde de, bu tür eksik bilgi ve kitle psikolojisinden yararlanarak haksız rekabet sağlayan bir çok ürün piyasayı işgal etmektedir. Öyle ki, amacı “erdemli ve ahlaklı bir insan olma yolunda dünyanın pisliklerinden” arınmak olması gereken bazı tarikat mensubu vaizler “Kabirde Allah’ın azabından koruyacak yanmayan kefen” veya “üstüne döküldüğünde erkekliği uyandıracak okumuş su satmakta” da beis görmemektedirler. Bu tür faaliyetlere girişenler de, özü itibariyle, “Tosun’dan” farklı bir iş yapmamaktadırlar.
DEVLETİN YAPMASI GEREKEN
İnsanı aklına gelen ilk söz “Memlekette devlet yok mu?”, olacaktır. Küreselleşmenin yarattığı denetimsiz ortam kontrolsüz, kirli ve çarpıtılmış enformasyonu halkımızın beyinlerine boca etmektedir. Bu bilgi akışı, doğası itibariyle, milli devletin süzgeçlerini delebilmektedir. Bu tür uyanıkların neşv-ü nema bulmasında insanların rasyonel olmaması ve gelişmişlik düzeyi düşük taşralı toplum mensubu olmaları kadar, internet ve benzeri enformasyon kanallarından akan yanıltıcı bilgiler de müessir olmaktadır. Bu yüzden devletin öncelik ve ivedilikle siber güvenliği sağlaması elzemdir.
Bu konuya daha sonra da değinmeye devam edeceğim.