24 Kasım'da 1928'de başlayan 'okur yazarlık seferberliği'nin yıldönümüydü dün…

Dönemin Başbakanı İnönü, yetişkin eğitimini hedefleyen Millet Mekteplerinde, “eğitim süresinin iki, dört ya da altı ay devam edeceğini”, mekteplere ulaşamayan vatandaşlar için gezici birimler kurulacağını açıklamıştı…

Yılda yüzbinlerce kişiye okur-yazar olması için eğitim vermeyi hedeflemişlerdi…

Başbakan,

Millet Mektepleri’nin Genel Başkanlığını ve Başöğretmenliği’ni de Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın kabul ettiğini duyurmuştu konuşmasında…

O zamandan beri, kutladığımız öğretmenler günü, okuma-yazma bilmenin onurunu pekiştirdi…

Dünya insanı olmanın, yenileşmenin gereğini pekiştirdi...

Vizyon koyabilmenin, milleti buna inandırabilmenin ve topyekün bir paydaşlığın ruhunu pekiştirdi…

Atatürk’ün söylevindeki gibi, “Mektep genç dimağlara, insanlığa hürmeti, millet ve memlekete muhabbeti, şerefi istiklali öğretir… İstiklal tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için, takibi muvafık olan en samimi yolu belirtir… Bunu temin eden mekteptir.”

Tabi ki bu teminatın anahtarı da Öğretmenlerdir…

Kutlu Olsun…

--------------------------------------------------------------------------------------------------------

Festival’ler ülkelerin vizyonunu gösterir

Döngüsel bir geçiş töreninin mührüdür festivaller

Kültürel kaynağını buradan alır…

Misal,

hasat zamanı,

toplumun kıymet verdiği birini ya da bir olayı anma zamanı,

bir zaferin kutlaması, yeni yıl kutlaması gibi periyodik şenlikler;

bugün değişen, ‘festival’ kavramının köklerinde yatar…

Latince ‘Festum’ dan gelir yani bayram ve şenliktir…

Şimdiki festivallerin içeriği ve anlamının ise iki temel yanı var,

Birincisi,

Ülkelerin vizyonunu ve amacını gösterir, bir ülke bir konuda dünyaya mesaj verecekse bunu devlet aklı ya da misyonu yapacaksa, özellikle güzel sanatlar alanını bu fikre dahil ederek periyodik etkinlikler yapar… Festivali sivil inisiyatifler bile yapsa yaşadıkları ülkede koymak istedikleri vizyondan taviz vermezler…

İkincisi,

Bu periyodik döngü maddi amaçlarla yapılmaz… Özellikle kültür ve sanat alanında, bir tema seçilir ve o konuda üretim yapan birçok insan davet edilir, bir düşünce yumağı oluşturur… Aynı konuda yeni veya eski deneme veya fikir örnekleri bir araya toplanır…

O yüzden ‘sen ben bizim oğlan’ toplanıp festival yapmaz…

Kurulları vardır, dünyaya duyurulur, bir festival planlıyoruz, “amacımız bu sene şu konuya dikkat çekmek” denir

Davetler yapılır…

İyi festivaller, o sene seçilen festival temasını, dünyada seçkin uzmanlarla taçlandırır.

Yoksa sizin yaptığınız ‘bilmem ne müzik festivali’ni anca ‘sen ben bizim oğlan’ biliriz, birazda para kazanırız…

Sonra haydi selametle!

Hayırlı ve mübarek Cuma vardı…

Duyguların inançların kullanıldığı kapitalist zihin, yine bir güdüleme peşinde…

Engellenebilir bir şey değil tabi, sonuçta herkes Cuma’ya bir isim verebilir...

Şahane Cuma, Pink Friday, Bereketli Cuma, Efsane Cuma, Süper Cuma, Black Friday vb…

Sonuçta herkes bir şeyler satma derdinde… Orayı anladık da

Vaziyet başka bir anlamıyla ‘İdeolojik mesajlarla’ insanları kızıştırma yarışına döndü…

Bu anlamda sosyal medyada hızla yayılan ‘Cuma’ seferberliği, provokatif olayları da beraberinde getirdi…

Kimi der ki,

Tohumları ABD’nin en büyük mağazalar zincirlerinden Macy's’in 1924 yılında New York'taki Şükran Günü geçidiyle atılan ve Noel Baba'nın yer aldığı geçit töreni ile akıllara kazınan ‘O Cuma’nın bizimle ne ilgisi var?

Kimi de bu işi kendine çevirip ‘Bereketli Cuma’ diyerek satışa çıkar…

Bu ‘çılgınlık’ ülkemizde insanların birbirlerini ezdiği o alışveriş merakından çıkıp, ciddi bir tehdide savruldu, neyse ki geçti gitti…

Örneğin sosyal medyadaki bir videoda “sert ve kararlı” bir müzik eşliğinde, alışveriş yapılan mağazaya giren biri, Kara Cuma afişini söküp yırtıyor, sonra da vakur bir şekilde mağazadan çıkıp gidiyor…

Maazallah… Tehlikenin sinyalleri geliyor…

Bir alışveriş gününün üzerinden ‘çatışma aracı’ olarak geçmek… Tam da bize özgü…