Deizm, ateizm, nihilizm veya agnostisizm ve bunun getirdiği faydacı ve bir o kadar da pozitif bir düşünceye dayalı bir kuşakla baş başayız.

Deizm, ateizm, nihilizm veya agnostisizm ve bunun getirdiği faydacı ve bir o kadar da pozitif bir düşünceye dayalı bir kuşakla baş başayız. Toplum nereye eviriliyor nasıl bir inanç sistemi ve düşünce hayatına doğru gidiyor bunu şimdiden tahayyül etmek ve geleceğimizle ilgili dinamikleri bilen bir yapısal çözümlemeyi öngörebilmeliyiz. İlim ve irfan dünyamızın nevi şahsına münhasır alimlerinin bugünkü en temel problemlerinden biri bu olmalı. Zira teknoloji ile birlikte dönüştük ve hala dönüşüyoruz. Medya insanlığı farklı ortamlara çekiyor. Tüm bu çalkantılı dünyanın içinde kendimize nasıl bir düşünce dünyası tasavvur inşa edeceğiz? Edindiğimiz bilgileri hangi süzgeçten geçireceğiz ve hangi yolu izleyeceğiz? İşte şüphe burada devreye giriyor ve bizi düşünmeye ve anlamaya sevk ediyor tüm bu işlemlerin sonucunda bir amaca hizmet ediyorsa şüphe gereklidir.

İzmlerin kurbanı olmak

İnsan öncelikle kendine ve çevresine zarar gelmesini istemeyen bir varlıktır ve bu koruma iç güdüleriyle hareket eder. Ancak bu iç güdüyü anlamlı bir bilinç seviyesine getirip tüm insanlığı koruyacak bir eyleme dönüştüren de toplumların adalet ve ahlak duygusudur. İmanın, inanmanın temelindeki bu duygu kadim değerlerin de kökeninde olan bu değerlerdir. Adalet ve ahlak olmaksızın insan kendini tanımlayamaz. Gençlerin günümüzde içine düştüğü amaçsızlık anlam arayışını bile imkânsız hale getirirken birçoğunu da eksik, değer bilmeyen bazı akımların dünyasına hapsetmektedir. Böylece gençlik kendini güya köle, kul olmaktan kurtaracağı, benliğin kutsandığı veya hiçbir şeyin kutsanmadığı veya amaçsızlığın içinde isyan ederken, kendini başka izmlerin kurbanı olduklarını göremeyecek kadar karanlığa gark oluyorlar. Gençlerin entegre ettikleri akıl, onları idrakten yoksun bırakırken şüpheyi de modası içinde sorularla kısıtlayarak doğru soruları sormaktan alıkoymaktadırlar.

Ruhumuzu kaybettik

Kilisenin skolastik düşüncesine bir başkaldırı olarak doğmuş olan pozitivizm ve onun beraberinde getirdiği sekülerizm madde ve manayı ayırırken daha ileride manayı tamamen reddedeceğini biliyor muydu? İnancını üretimin bir girdisi çıktısı şeklinde izah eden insan bugün makineleşen toplumların bir parçası haline gelmiştir. Bununla birlikte şüphe ettiği şeyler imanına yönelik değil; gelecek korkusunun içinde barındırdığı daha iyi kazanmak, yaşlanmamak ve haz veren şeylerle avunmak olduğunu bugün artık biliyoruz. Ruhunu kaybetmiş insanın kendini kaybettiğini; isyan ve intiharın pençesindeki refah toplumlarında görebiliyoruz. Kalbi taş bağlanmış sadece merhameti kendi çıkarı için kullanan anlayışla birlikte uluslararası anlaşmalarla toplumlara barış, sevgi, adalet ve insanlık mesajları gönderenlerin artık geriye dönüp bir kendilerine bakmaları gerekiyor.

İzsiz çöl

Her şey merakla başlar. Bir yola çıkmadan evvel şüpheli ve karanlık noktaları ortadan kaldırmak için araştırma yaparız. Bilenlere sorarız öyle yola çıkar ve doğruyu dolanmadan bulmak için çabalarız. Merak duygusu insanda öğrenmeyi tetikler. Öğrenmek insanda ufuklar açar. Öğrendikçe kendimizi sonsuz bir ummanda hissederiz. Bulduğumuz her yeni şey şaşkınlığımızı biraz daha arttırır merakımızı çoğaltır. Ancak bunlar sıradan şaşkınlıklardır. Bir de olduğu gibi taklidi iman edenler vardır ki onlar da atalarından aldıkları mirası yiyenler gibidir; olduğu gibi sorgusuz sualsiz iman ederler. Ama ne zaman etraflarına bakıp da ayrılıkları ve hizipleri görürler ve soru sormaya başlarlarsa tahkiki imana doğru adım atarlar. Şüphe ile yol bulmaya çalışanların kimisi de ben ulaştım ben buldum diyerek hayatını iz sürmeye adayacaktır. Kafası en karışık olanlar ise şüphe ve şaşkınlığın en zirvesinde olup izsiz bir çölde dolaşırlarken buldukları kum tanelerinin analizlerini, güneşin açısını, havanın sıcaklığını, rüzgârın hızını hesaba katarlarken kalplerine doğan nur ile yollarını bulacak olan gerçek iman sahipleridir. Çünkü Tanrı bilinmezliğin içinde bilmeye çalıştığımız bir hakikattir vesselam.

TRT RADYO 1’DE YENİ BİR PROGRAM

Radyonun yeri her zaman çok özeldir. Gerçi artık sosyal medyanın varlığından dolayı görünür olmaktan da kaçamıyoruz ama yine de TV’ye ve yeni medya araçlarına göre mesajı daha net alabildiğimiz bir ortamdır radyo. Hele bir de akşam yatağınıza uzandığınızda, gözlerinizi kapar ve sadece radyonun sesine kulak verir, hayal kurarsınız tadından yenmez. Bu vesile ile sizlere yeni bir radyo programının haberini vermek istiyorum; İnsan ve Anlam. Dr. Can Ceylan’ın yapımcılığını ve sunuculuğunu yaptığı program adından da anlaşıldığı gibi amacı, dinleyicileri insanın anlam dünyasında bir yolculuğa çıkarmaktır. İlk program 6 Eylül Pazar günü yayımlanacaktır. İlk konuk bu vesile ile Türkçenin anlamı üzerine kafa yoran bir düşünür bir akademisyen olan Dr. Sait Başer’dir. İnsan ve Anlam’a merhaba derken programın hayırlara vesile olmasını diliyor ve TRT ailesine teşekkür ediyoruz.

FARK EDEBİLMEK

Hangi durakta hangi menzilde fark edersin kendini ey İnsan? Bildim derken, bilmediğin bir çukura düştüğünü görmez misin? Alnında yazıyor işte anlamaz mısın? Hayatın kendisi ayetin kendisi. Bir fark yok. Baksana! Hayran oldukların terk etti. İnandığın, bağlandığın sözler yalanlandı. Dost, arkadaş dediklerin vaatlerinden caydılar. Yol yarım sen yarım. Üzülme! Hayatın ayetini öğrenmek için düştük yollara. Bu yolda kimsenin olmadığı aşikarken hayallere bağlanmanın acısıyla kavrula, savrula insanlığa doğru adımlarımızı atıyoruz. Fark edebilmek bir marifet konağıdır. Burada ikram pek cömerttir. İkiliği gören gözlerden kurtulmaksa gaye ayaklar çırılçıplak gir bu mescide, yüz sür toprağa, bir ol Hak ve Hakikat ile.

ELLİ YAŞINDAN SONRA KALP KIRILMAZ

Belli bir yaştan sonra hala kalp kırıklığı yaşanıyorsa insanın bir oturup düşünmesi lazım. Artık olgunluk çağına gelmiş elli yaşındaki bir kişi kalp kırıklığı değil can sıkıntısı yaşayabilir. O can sıkıntısı da kişinin yakınlık derecesine göre uzun sürmemelidir. Yerinde ve zamanında verilmesi gereken cevapları ertelediysek, insana inandıysak ve sonunda kandırıldığımızı fark ettiysek üzülmeyin. En azından bu üzüntüyü uzatmayın. Çünkü bu dersten sonra canınızı bundan sonra kimse sıkamayacaktır. Elli yaşından sonra az ama öz insanlarla hayata devam eder ve hatta onlarla dahi bir mesafeli ilişkiniz olursa kalp kırıklığı yaşamazsınız. Allah bizi çocuklarımızla imtihan etmesin. İnanın gerisi boş.

ARTI EKSİ

Artı

Komşunu kolla

Adana'da polisler, apartmanda oturan vatandaşların komşuluk bağlarının geliştirilmesi ve bu şekilde hırsızlık ya da dolandırıcılık gibi olayların önüne geçilmesi için bilgilendirme yaptı.

İl Emniyet Müdürlüğü Toplum Destekli Polislik Şubesi ekipleri, hırsızlık ve dolandırıcılık olaylarının önüne geçilmesi amacıyla hayata geçirilen "Komşunu Kolla" projesi kapsamında, çeşitli mahallelerde kapı kapı dolaşarak broşür dağıtıp konu hakkında bilgi verdi. Projenin amacı, vatandaşlara tatile gittiklerinde komşularına haber vermelerini, komşuları evde olmadıklarında dairelerinden ses gelmesi ve tanımadıkları kişilerin içeri girdiğini görmeleri gibi durumlarda polise ihbarda bulunmaları gerektiği anlattı. "Siz komşunuza sahip çıkın ki komşunuz da size sahip çıksın." uyarısında bulunan polis, vatandaşları hırsızlık ve dolandırıcılık olaylarına karşı dikkatli olmaları konusunda uyardı. Aslında bu tarz bilgilendirme çalışmalarının tüm büyükşehirlerde toplumu ifsat eden her türlü konularda yapılmasında fayda olacaktır. İnsanlar genelde bir ses duyduklarında veya başka konularda şüpheye düştüklerinde korkuya kapılıp bir şey yapamıyorlar. Polisin bu çalışması ile vatandaşlar cesaret alacaklardır. Bu tarz iş birliğinin önemli olduğunu vurgulayabiliriz.

Eksi

Şamanizm mi?

Geçenlerde EBA TV Ortaokul kanalına denk geldim. Uğur Onuk isimli bir sanatçımız Türklerin Orta Asya çalgılarından biri olan Iklık sazını tanıtıyordu. Öncelikle teknik olarak inşallah bu dönemde halledilmiş olması gereken bazı konular var. Birincisi videonun ses düzeyi iyi değildi. Sanatçının ne konuştuğunu anlayamıyordum. Belki alt yazı dahi gerekebilir veya sazın adı verilmesi gereken yerler vardı diyebilirim. Çünkü çoğumuzun yabancı olduğu bir konu ise bunun ile ilgili yazılı bilgi verilmesi faydalı olacaktır. Diğer bir husus ise sanatçı sazı tanıtırken Türkleri Şamanizm ile bağdaştırıcı bir cümle kullandı. Şu yanlıştan artık kurtulmamız gerekiyor. Türklerin inancı Şamanizm falan değildi. Şamanizm sadece bir batıl inanç anlayışının adıydı. Bugünkü falcılık, muska yazmak işte kötü ruhları kovmak gibi bir takım bugün hala bile farklı isimlerde olan uygulamaların adıydı. Türkler şaman değildi. Türkler Töre ismini verdikleri bir hikmet geleneğine sahiptiler. Bu çok önemli bir ayrıntıdır. Bu konuda öyle basit bir şekilde, aman ne olacak deyip geçemeyiz.

SOSYAL MEDYADA YARDIM

Sosyal medyada her gün en azından iki, üç farklı konuda yardım çağrısı ile karşı karşıya kalıyoruz. Hasta çocuklar hasta yatağından veya vücudundaki anormalliğe dikkat çekilerek bu platformlarda görüntüleri ile yer alıyorlar. Çocukların büyüdüklerinde bu fotoğrafların tekrar tekrar önlerine çıkması da hoş olmayacaktır. Sosyal medya denilen yer zaten çok sıkıntılı ve kesinlikle araştırılarak hareket edilmesi gereken bir ortam. Suistimale çok açık. Aslında çağrılara bu platformda yer verilmemesi gerekir. İnsanlar çaresiz kalıyorlar diyebiliriz. Haklıdırlar da ama Vakıf geleneği olan bir milletiz. Kurumlarımız bu şekilde yardım toplayan veya adeta yalvaran insanları mağdur bırakmamalılar. Muhtarlar kimin ne ihtiyacı var kim ne durumda biliyor. Sivil toplum kurum aracılığıyla da gerekenlerin yapılması mümkündür. Bazen Cumhurbaşkanından da yardım isteniyor. Bu da absürt bir şey. Şahsi yardımlar değil kurumların mekanizmalarının doğru işlemesi lazım. Tıpkı zekât müessesesinin gerektiği gibi işlememesi toplumda gelir adaletsizliğini ortaya çıkardığı gibi sivil toplumun, mahalli kurumların bu konulardaki alan çalışmalarındaki eksik, yetersiz, duyarsız ve etkisiz çalışmalarının sonucu olarak sosyal medyaya düşen yardım toplayan ve belki de aralarında yasa dışı örgütlere dahi para toplayanların insanları kandırdığı bir yer haline geliyor.