8 Aralık Cuma günkü yazımda robotların yaygınlaşması ile oluşacak teknolojik işsizlik hakkında iktisatçıların tartışmalarına değinmiştim.
8 Aralık Cuma günkü yazımda robotların yaygınlaşması ile oluşacak teknolojik işsizlik hakkında iktisatçıların tartışmalarına değinmiştim. Tabiî ki, burada esas mesele insansı robotlar değildir, çünkü bugünkü teknoloji ile en basit insan hareketlerini yapabilen robotları üretmek bile pek mümkün değildir. Daha çok yol kat edilmesi gerekir. Ama düşünürleri tedirgin eden esas mesele suni zekâdır, (ing. artificial intelligence, AI). Gazetemizde cumartesi günü Tuğrul Günay’ın yazısında değindiği internet üzerinde bıraktığımız izlerden elde edilen dağ gibi veriyi yorumlayan, çalıştıkça öğrenen, öğrendikçe kendini yeniden düzenleyen, çok boyutlu ileri ve geri besleme (ing. feed back ve feed forward) ilişkisine dayalı bu programlar suni zekâ olarak adlandırılmaktadır. İşte, çok gelişmiş ve inanılmaz hızda veri analizi yapan bu programlar insan beyninin yerini tutabilir mi? İktisatçıların kavramlarıyla konuşursak, suni zekâ beşeri sermayeyi ve zihni emeği ikame edebilir mi?
Cuma günkü yazımda, hatırlanacağı üzere, teknolojik gelişme ile sermayenin (yani makinaların) üretkenliği artarsa bunun niteliksiz veya yarı nitelikli işgücünü ikame ettiğini söylemiştim. Bu genel olarak sanayi toplumlarında kitle üretimi yapan üretim tesislerinde rastlanan bir olgudur. İnovasyon, yönetim, strateji ve fikir geliştirme, tasarım ve benzeri entelektüel faaliyetler ise makinaların harcı değildir. Ancak, iddia odur ki, suni zekâ bütün bu faaliyetleri yapabilecek ve suni zekânın gelişmesi ile sadece niteliksiz işgücü değil nitelikli işgücü de makinalar tarafından ikame edilecektir. O takdirde insanlara kalan sadece işsizliktir.
Bu meseleyi biraz inceledim. Çeşitli düzeyde konu ile ilgilenen akademisyenler (çoğunlukla bilgisayar mühendisleri) ve piyasa profesyonellerinin (bilişim şirketlerindeki üst düzey çalışanlar) yazdığı makaleleri okudum. Elde ettiğim intiba şudur: Suni zekânın gelişimi o kadar hız kazanmış ve internet imkânları ile o kadar yaygın bir veri tabanına ulaşmış ki, tek tek insanların karakterleri, eğilimleri ve farklı şartlarda gösterecekleri davranışları tahmin etmeye kadar vardırmış işi. Her türlü karar alma sürecinde (nesnel şartlar altında tanımlanmış bir hedef fonksiyonu bağlamında) en rasyonel çözümleri saniyenin yüzde birinde bulabilecek düzeye erişmiş durumda. Örneğin, bir doktorun kanserli bir hastaya teşhis koyması uzun bir süre alabilmekte, hatta bazı durumlarda da yanlış teşhis konabilmektedir. Halbuki suni zekâ, bu teşhisi en kısa zamanda ve en az hata ile yapabilecektir. Başka bir örnek verecek olursak, suni zekâ ile çalışan akıllı arabalar hayatımıza girdiğinde insan şoförlere gerek kalmayacaktır. Arabaya bindiğinizde navigasyon cihazına adresi girecek ve süreci başlatacaksınız. Araba kendiliğinden çalışarak sizi navigasyon cihazının hafızasındaki en kısa yoldan istediğiniz adrese bırakacaktır. Bu arada tabiî ki, hiçbir trafik kuralını da ihlal etmeyecektir.
Benim anladığım, bütün küreden ve bütün insanlardan gelen veriyi toplayıp, tasnif edip kümelere ayıran ve bu veriyi çok hızlı bir şekilde analiz eden bir hafıza ağı ile karşı karşıyayız. İnternete bağlı bütün bilgisayar, telefon ve tabletler bu ortak hafızaya katkıda bulunuyorlar. Suni zekâ denilen bu programlar, sordukları soruya cevap ararken hem bütün bilgiyi kullanıyorlar hem de her gelen yeni bilgiyle kendilerini de yeniden düzenliyorlar. Çılgın ve çok gelişmiş bir hesap makinası, ama yine de sadece bir hesap makinası!
İnsan beyni makinalardan veya suni zekâdan çok farklı çalışır. Yukarıda anlattığım gibi suni zekâ milyonlarca bilgi kırıntısını tek tek tasnif edip ayrı kümelere ayırmakta, onlar arasındaki (insanlar tarafından tanımlanmış muhtemel) ilişkilerin yönünü ve şiddetini hesaplamakta, sonuçta da çözmekle yükümlü olduğu probleme en uygun çözümü önermektedir. İnsan zekâsı ise sadece bilgi kırıntılarını toplamakla kalmaz. Aynı zamanda ve öncelikli olarak, her insan kafasında bir genel şekil oluşturur. Bilgi kırıntılarını bu şeklin içine yerleştirir. Yani insan bir olgu veya süreci tanımlarken geçmiş deneyim ve algılarından kaynaklanan belli bir bilinçaltında şekillenen şablona göre veriyi sınıflandırır. Buna “gestalt psikolojisi” diyoruz: parçalar yerine bütünü algılamak. Sadece bu yetmemektedir. Her insan olaylara kendi bakış açısından bakar. Dolayısıyla bilinçaltında biriken bilginin her insanda yarattığı deneyim de farklıdır. O yüzden insan zekâsı tek tip bir algı değil milyonlarca tip barındıran bir algı zenginliğine sahiptir.
İnsanlar toplum içinde yaşar. Bu yüzden, tıpkı her bireyin olguların önce bütününe bakarak verileri değerlendirmesine benzer şekilde, toplumun da toplumsal algısında bir bütünlük vardır. Her toplumun toplumsal algısı farklıdır. Bu farklılıklar, o toplumun kültürel ve toplumsal değer ve normlarını oluşturur. Bireylerin tekil olarak sahip oldukları algılama süreci, içinde yaşadıkları toplumun genel algılama sürecine uyumlu olmalıdır. Sanatta, ilimde, toplumsal hayatta ve siyasette öne çıkan bireyler kendi bilinçaltlarında sahip oldukları resmi toplumun bilinçaltında sahip olduğu resme en uyumlu hale getiren ve bu yolla toplumsal algıyı değiştirebilen bireylerdir. Dehalar ise, toplumsal algının dışında bir algıya sahip olup analiz yetenekleri ile toplumsal algıyı dışarıdan yıkan istisnai örneklerdir.
İnsan, aynı zamanda, insan anatomisinde yer alan kimyevî reaksiyonlara bağlı olarak farklı duygular içeren de bir varlıktır. Suni zekâ, önünde sonunda insanların sahip olduğu duyguya hiç sahip olmayan, olgu ve süreçleri bütün olarak değil küçük parçaların toplamı şeklinde algılayan ve elde ettiği veriler arasında ki ilişkileri yine insanların tanımladığı şekilde kuran çok gelişmiş bir abaküstür. Yaratıcılık, ilham, bütüncül algılama, şimdinin moda deyimiyle “büyük resmi görme” onun için söz konusu değildir.
Bütün sermaye tiplerinde olduğu gibi suni zekâ da, insanların kullanacağı bir araçtır. Araç ne için kullanılacaktır: Bütünün (yani toplumun ve insanlığın) menfaatine mi, yoksa bir hakim azınlığın menfaatine mi? Yani, aslında tedirginlik duyulması gereken suni zekânın kendisi değildir, ama onu kullanan insanların tercih ve uygulamaları esas ürkütücü olandır.
SONSÖZ: Makinaların insanları geçebileceğini iddia etmek, insanın Tanrı’yı geçebileceğini iddia etmektir.