Bir baba, çocuklarını uyutmak için anlattığı masallarda, koyunları parçalayan, köpekleri kovalayan, avcıları atlatan, kapanları-tuzakları bozan, çobanların ve köylülerin korkulu rüyası korkusuz bir kurttan bahsetse…
Bir baba, çocuklarını uyutmak için anlattığı masallarda, koyunları parçalayan, köpekleri kovalayan, avcıları atlatan, kapanları-tuzakları bozan, çobanların ve köylülerin korkulu rüyası korkusuz bir kurttan bahsetse… O kurt, çocukların tasavvurunda, hayvan üstü bir varlığa dönüşür. Çocuklar, o masalları dinledikçe uykuları dağılır, uyuduklarında da kâbus görürler. O hayvan üstü kurt masalları ile büyüyen çocuklar, büyüdüklerinde bir kurtla karşılaşsa, muhtemelen kaçacak delik ararlar. Zaten, öyle kurtların olduğunu bildikleri için, ne çoban ne de avcı olmak isterler.
Çocukluğumdan beri dinlediğim, İsrail ve Siyonizm ile ilgili anlatıların bazılarında, “hayvan üstü kurt” tarzı hâkim olageldi. O anlatılarda, Siyonistler, dünyayı yöneten, her ülkede adamları olan, medya ve sermayeye hâkim, her yerde farklı şekillerde örgütlenen, kendilerini tanıyamayacağımız kadar gizleyen “insanüstü yenilmez bir şeytan” olarak anlatıldı. Anlatılanların insan zihninde oluşturduğu muhayyile maalesef buydu.
Bu muhayyilenin doğurduğu sonuçlar şunlardı.
Bir: Zaman zaman, bazılarımıza “İçimizdeki gizli Yahudiler kim olabilir?” sorusunu sordurarak yanı başımızda olanlara kuşku ile bakmamıza yol açtı.
İki: Bazen “Ne yaparsak yapalım, Yahudiler vaat edilmiş toraklara sahip olacaklar.” hissine kapılmamızı sağladı.
Üç: Bazen de “Bunları yenemeyiz, en iyisi, bir şekilde anlaşalım.” dedirtti.
Dört: Abartılı anlatımlar, insanların bir kısmında benimsenmiş çaresizlikleri tetikledi ve toplumları mecalsiz bıraktı.
Beş: Bunların sonucunda, Siyonizm’i yenmeye dönük stratejiler yerine, söze (retorik) yönelerek “Elimizden gelen budur.” demeye çalıştık.
Siyonizm’e “insanüstü ve yenilmez şeytan” payesi vermekle sonuçlanan anlatımlarla, üniversiteli yıllarımda, kendi içimde hesaplaştım. Sonuçta şu yargıya sahip oldum.
Araplar ve Müslümanlar, düşmanın gücünü abartarak kendi acizliklerini örtüyorlar. Bu anlatım, kısır bir döngü oluşturuyor. İnsanlar, tehlikenin farkında olsun diye tercih edilen anlatım biçimleri, cesareti değil öfkeyi ve çaresizliği arttırıyor. Oysa sorun İsrail’in gücü değil, İslam âleminin ve barıştan yana olan milletlerin gayretsizliğidir.
Siyonizm’i tasvir ve anlatış biçimlerini sorgularken, zihnimde şöyle bir aforizma oluştu.
Müslüman için en büyük hileci ve en gizli düşman şeytandır. Allah, şeytanı bize anlatırken, alt edemeyeceğimiz bir varlık olarak değil aksine kolayca yenebileceğimiz bir rakip olarak kavramamıza yardımcı oluyor. Söz gelimi “Euzu Besmele” çektiğimizde onun bizden kaçtığına inanırız. O kadar zayıf, o kadar korkak yani. Allah “İnne keydeş şeytâni kâne daîfâ.” diyerek şeytanın zayıflığına iman etmemizi de istiyor. İnsanlığın en büyük düşmanı şeytanın hilesi zayıfsa; Siyonizm’in hileleri, planları, stratejileri basittir, sıradandır.
Şeytanı atlatarak cennete girebilen Müslüman, Siyonizm’i elbette alt eder.
İşte bunun için, Siyonizm’e dair yazı ve sohbetlerimizde, toplumları mecalsiz bırakacak üsluptan kaçınmalıyız. Korkmak ve abartmak yerine tehlikeyi tanımlamalı ve ona göre planlar ve gayretler peşinde olmalıyız. Çözüm önerilerini daha çok konuşmalıyız. Sözleri azaltıp eylemlere, işlere yönelmeliyiz. Çok değil, üç-beş devlet el ele verse Kudüs barış şehri olur. Gazze, Kudüs ve Filistin’i özgürleştirme görevi Filistin'deki mazlumlardan çok dünyadaki Müslümanlarındır. Bunun da yolu siyasi, diplomatik, askeridir.
Unutmayalım, biz, “Görevimizi yaptık işte!” dememizi sağlayacak plansız-hazırlıksız seferlerden değil, iyi planlanmış seferlerle mükellefiz. Elbette gayret bizden, tevfik Allah’tandır ama “gayret” kelimesi de, özensiz işlerimizi tanımlayacağımız hercaî bir kelime değildir. Ciddi, samimi, çalışkan olalım.