Ülkemizdeki yabancı düşmanı bu ırkçıların sayıları Almanya'daki gibi az ama tehdit katsayıları çok yüksek.

Meğerse saçlarını kazıtıp dazlak olmasa da vücûduna gamalı haç dövmesi yaptırmasa da, böyle yapan faşist-ırkçı Nazilerden farklı olmayan insanlarla aynı ülkenin vatandaşıymışız!

Ülkemizdeki yabancı düşmanı bu ırkçıların sayıları Almanya’daki gibi az ama tehdit katsayıları çok yüksek.

Almanya’da Nazi taraftârı veya sempatizanı olmak anayasal bir suç. Türkiye’de ise siyasal olarak güç kazanan bir söylem. Bu söylem bir de “vatanseverlik” ile birleştirilince önünde durmak neredeyse imkânsız. Bu göstermelik vatanseverliğin sakıncalarını “Küçük” Şeyleri Anlamı Kılavuzu adlı kitabımda uzun uzun anlattım.

Türkiye’nin en demokratik, en insan haklarına saygılı, en fikir özgürlükçü olduğu iddia edilen İzmir’de “Suriyeli olduğu için” çocuklarıyla birlikte toplu taşıma aracından atılan insanlar var. Yâni bir ya da birkaç ırkçı “vatansever”in çıkardığı yaygaraya bir otobüs dolusu insan tepki vermiyor ve bir kadın çocuklarıyla birlikte otobüsten indiriliyor. “Tehdit katsayısı” derken bunu kastediyorum. Bu, bir nefret suçudur. Bu, sâdece derisinin rengi yüzünden ABD’de yıllarca ikinci sınıf bile kabul edilmeyen, Ku Klux Klan adlı ırkçı çetenin saldırılarına mâruz kalan zencilerin yaşadığı zulümden farklı değildir.

Her yer Arap!

Sâdece Arapça tabelaları söküp İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca tabelalara dokunmayan “vatansever” belediyelerin haberlerini görüyoruz. Sanki Arap olmayan yabancılar yedi göbek akrabamız! Anaokulunda bile İngilizce eğitim yapıyoruz ama nedense “her yerde” olan sâdece Araplar!

Bu kör ve kötü niyetli genellemeyi yapanlara yurtdışına ve özellikle İngiltere’ye gitmelerini tavsiye ederim. Premier Lig’deki takımlarında bâzılarının ve Londra’daki en büyük alışveriş merkezlerinin sâhiplerinin Arap olduğunu biliyoruz. İngiltere başbakanı ve Londra belediye başkanı Hint asıllı.

İngiltere dünyânın finans ve yatırım merkezi olmaya devam ediyor. Biz ise Arap ülkelerinden üç beş milyar dolar yatırım alınca “ülke satılıyor” diye bağırıyoruz. Türkiye’ye gelmeye başlayan az da olsa Arap sermâyesini bile yurtdışına kaçmaya zorluyoruz.

“Arap” düşmanlığından soykırıma

Siyah köpeklere “arap” adını takmak aslında hiç de mâsum bir şey değildi. Açıkçası Türk dünyâsı ile Arap dünyasının arasının açılması için İngiliz aklının uydurduğu ve tutan bir oyundu.

Senelerce uyduruk senaryolu Yeşilçam filmlerinde “Yâ habibi” veya “ayvaa” diyen Arap rollerine güldük. Indiana Jones gibi oryantalist filmlerdeki çirkin, düzenbaz, güvenilmez Arap tiplemeleri de böyleydi.

Şu anda bâriz bir Arap düşmanlığı yaşıyoruz. Duvarlara “Arap defol” yazılıyor. Tıpkı Almanya’da “Türken raus” (Türkler defolun) yazılması gibi.

Peki bu basit bir yabancı düşmanlığı mıdır? Hayır. Şöyle düşünelim: Duvarlara “Türken raus” yazan Almanlar ırkçıdır ve ırkçı Almanlar soykırım yapmıştır. Duvarlara “Arap defol” yazılması dünya basınında “ırkçı Türkler” olarak lanse edilmeyecek mi? Irkçı Almanlar gibi ırkçı Türkler, zâten 1915’te Ermeni soykırımı yapmıştı, denmeyecek mi? Bu, Arap düşmanlığı medya oyunuyla soykırım yalanına dünyâyı inandırmaya çalışan Ermeni diasporasının ekmeğine yağ sürmeyecek mi?

Araplardan sonraki “suçlu”

Yabancı yaftalaması ve nefreti toplumsal bir virüs. Sanki yirmi yıl önce bu ülkedeki herkes melekti ve her şey Araplar bozuldu.

2000’li yıllarda laik-dindar; 1990’lı yıllarda Türk-Kürt; daha önce Sünnî-Alevî; 1980 öncesinde sağcı-solcu şeklinde bu virüsün “varyantları”nı gördük. Hiçbir şey bulamazsa Fenerbahçe-Galatasaray yabancılaştırması ve ötekileştirmesi yaşadık.

Bu yabancılaştırma ve ötekileştirme, kabuk tutmuş yarasını kaşıyıp kanatmaktan zevk alan mazoist bir davranışa benziyor. Kendisine zarar verecek sonuçları kendi oluşturup bu zarardan mağduriyet oluşturmanın başka bir şekli.

Sosyoloji bilmeye gerek yok. Biraz kültürel altyapımıza göz gezdirince görüyoruz ki, Anadolu hiçbir zaman tek kültürlü, tek dilli ve tek dinli olmadı. Bu topraklarda farklı olandan nefret etmek, bu toprakların yapısına savaş açmaktır. Bu savaşta galibiyet ise imkânsızdır. Ve Anadolu bu savaşta yenilenlerin mezarlığıdır.

Konuyla ilgili Facebook’ta yaptığım bir paylaşıma Cüneyt Deliktaş’ın yazdığı şu yorum güzel bir özet yapıyor:

“Kınadığımızı yaşadık. Ötekisi olmayan bir toplum tükettikleriyle bu hâe geldi. Normların formları oluşturması nasıl bir hakikat ise, formların da normları oluşturmasının o kadar hakikat olduğunu bir kere daha gördük. Yaşadığımıza inandık veyl! İnandığımızı yaşamak zor geldi yahut hiç inanmamıştık belki de.”

Melekleşme

Birilerini “yabancı” olarak görüp ötekileştirince ve şeytanlaştırınca melekleşeceğimizi zannediyoruz. “Şeytana uymak” savunması gibi, suçu ve günâhı bu “yabancı”ya yüklüyoruz.

Bunca kişisel gelişim kursları, bunca spiritüel arınma programları, bunda “kuantum düşünce” paylaşımları, bunca yoga seansları kendi günahlarımızdan bir şeytana ihtiyaç duymadan kendi kendimize kurtulmamızı sağlamıyor. Şimdilik şeytanımız “Araplar”. Bizi yoldan çıkaran, bu günahsız(!) toplumu bozan bir sonraki şeytan kimler olacak acaba?