Öncesinde Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun heyecanla beklememizi tavsiye ettiği CHP'nin ekonomi programı 3 Aralık'ta yapılan toplantıyla duyuruldu.
Öncesinde Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun heyecanla beklememizi tavsiye ettiği CHP’nin ekonomi programı 3 Aralık’ta yapılan toplantıyla duyuruldu. Toplantıda en çok konuşulan ve üzerinde tartışmaların döndüğü kişiler Jeremy Rifkin ve Daron Acemoğlu oldu. Aslında bu iki akademisyenin anlattıkları güncel politika ve seçimlerde başarı için çok da önemli değildi. Ama tartışmaların bu iki isim etrafında dönmesi biz de siyasetin hem iktidar hem de muhalefet yandaşları arasında nasıl çarpıtıldığının bir göstergesidir.
3 Aralıktaki toplantıda yapılan konuşma ve sunumları ikiye ayırabiliriz: İlki CHP’nin politikalarını kurumsal olarak temsil eden Kemal Kılıçdaroğlu, Faik Öztrak, Selin Sayek Böke ve Hacer Foggo’nun konuşmaları iken ikincisi ise misafir konuşmacı statüsünde iktisatçılar olan Daron Acemoğlu, Refet Gürkaynak, Ali Hakan Kara ve Ufuk Akçiğit’in konuşmalarıydı. Jeremy Rifkin ise danışman olarak sürdürülebilir ekonomi ve çevre ilişkisi kapsamında genel bir konuşma yaptı. Ben Sayın Rifkin’in bir nevi vitrin objesi olduğunu düşünüyorum.
3 Aralık toplantısına hem sağdan hem de soldan eleştiriler geldi. Sağdan gelen eleştiriler Rifkin ve Acemoğlu’nun şahsında toplandı: Ülkemizde iktisatçı mı yoktu da ABD’den adam transfer ettik? Cumhur İttifakı yerli ve milli bir bakış açısını temsil ederken CHP küreselci mi oldu? Türkiye beka savaşı verirken CHP düşmanlarla aynı safta mı yer alıyor? Rifkin’in İngilizce konuşmasını kimse anlamadı ve benzeri…
Sosyalist sol ise daha ideolojik etkenlere dayanan eleştiriler seslendirdi: Çökmekte olan kapitalizmin temsilcileri CHP’de yeniden hayat mı buluyor? Misafir iktisatçıların söylemleri neo-liberal iktisat politikalarının CHP tarafından kabulü anlamına mı geliyor? CHP emek sömürüsünü ve finans baronlarını mı savunuyor? Bu CHP programının Kemal Derviş ve Ali Babacan programlarından ne farkı var? İlâ ahir…
Son olarak şu anda Cumhur İttifakı limanına yanaşan ulusalcı kesimlerden de bir eleştiri yükseldi: Daron Acemoğlu Atatürk’ü ve Cumhuriyet Devrimlerini eleştirmekteydi. Nasıl olur da Atatürk ve Türk düşmanı birisi Atatürk’ün partisi CHP’nin toplantısında konuşurdu?
“Hocam, onlar böyle diyor da sen ne diyorsun? Yoksa CeHaPe zihniyetini mi savunuyorsun?” Şimdi benim görüşlerime gelelim…
3 Aralık toplantısı profesyonel bir iktisatçı ve amatör bir gazeteci olarak incelemem gereken bir toplantıdır. Burada birçok yazıda muhalefetin iktisadi meseleler üzerinde hiçbir şey söylemediğine dair görüşlerimi bildirmiştim. Bu yüzden bu toplantı benim açımdan önemliydi.
MİSAFİR KONUŞMACILAR NE DEDİ?
Her şeyden önce misafir konuşmacıları parti temsilcisi olarak görmemek gerekir. Örneğin bana da böyle bir teklif gelse ben de bu toplantıda görüşlerimi ifade ederdim. Bir akademisyen olarak hepimizin görevi toplumu ve siyaseti uzmanlık alanımız ölçüsünde bilgilendirmektir. Ben kendim de, farklı partilerde ve sivil toplum kuruluşlarında kendi görüşlerimi birçok defa seslendirmiş birisiyim. Bu beni siyasetin aktif bir unsuru haline getirmedi, getirmez de… Zaten siyasi partilerin teşkilatı da bizim gibi bağımsız akademisyenleri kendi “güç oyunları” içinde görmek istemez.
Medyada çok yazılıp çizildiği için Daron, Refet, Hakan ve Ufuk Hocaların ne söylediğini kısaca özetleyeceğim… Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu temel ekonomik problem yüksek enflasyon ve onun sonucunda ortaya çıkan hayat pahalılığı ve adaletsiz gelir dağılımıdır. Hakan Hoca ve Refet Hocaların sunumu bu problemin teknik sebepleri ve nasıl sona erdirileceği üzerine idi. Hiç şüphesiz hangi görüşten olursa olsun bütün iktisatçıların hem fikir olduğu temel gerçekleri vurguladılar. Bu da, aslında, medyada “acı ilaç” olarak tabir edilen istikrar programı uygulamasıydı. Bu gerçekleri dillendirmek siyasi bir duruş sergilemek değildir. Hocalar hastalığın tedavisi için gerekli olan ilacı söylediler. Bu görüşlere bakıp ne liberalizm, ne küreselcilik ne de herhangi bir başka ideoloji tanımlayabilirsiniz.
Daron Hoca siyaset ve ekonomi ilişkileri ve kurumların kapsayıcılığı üzerine kendi tezlerine dayanarak Türkiye’nin uzun dönemli yapısal problemlerini anlattı. Temelde burada “büyüme ve kalkınma” temalı yazılarımda bahsettiğim kalıcı ve sürdürülebilir büyüme için Türkiye’de nelerin eksik olduğunu ve Türkiye’nin uzun dönemde gerçek büyüme potansiyelinin ne olduğunu anlattı. Benzeri bir şekilde Ufuk Hoca da Türkiye’nin kalıcı ve sürdürülebilir büyümesi için gerekli olan teknolojik gelişmesinin neden yetersiz olduğunu, sebep ve sonuçlarıyla, anlattı. Bu anlatı ve sunumlardan “küreselcilik, emperyalist işbirlikçiliği, üst akılın araçlığı, emek sömürüsünün temsilciliği” gibi çıkarımların yapılabilmesi için ciddi bir hayal gücünüzün olması gerekir. Bütün bu eleştiriler Türk sağı ve solunun içinde bulunduğu “lümpenlik düzeyinin” ne kadar yüksek olduğunu kanıtlamaktadır.
CHP NE DEDİ?
Bence CHP’nin kurumsal olarak duruşunu temsil eden konuşmacılar Faik Bey, Selin ve Hacer Hanımların konuşmalarıydı. Sayın Faik Öztrak hükümet harcamalarının ciddi bir israf içerdiğini ve CHP’nin iktidar halinde bu harcamaların yeniden düzenleneceğini belirtti. Bunun yanı sıra, gerekirse, kamulaştırmaların da uygulanabileceğinden bahsetti. Bir sosyal demokrat parti için de doğrusu budur. Çünkü para politikası uygulaması daha çok teknik bir iştir. Ama bir partinin siyasi duruşu maliye politikası ile belirlenir: Kimin cebinden alıp kimin cebine koyacaksınız? Sayın Selin Sayek Böke ise uzun dönemli kalkınma için partinin temel politika önerilerini anlattı. Gelir dağılımını emekçi ve dar gelirliler lehine düzeltecek, tarım ve yüksek katma değerli sanayi gibi üretken sektörlere daha fazla kaynak ayıracak, kadın ve gençlere öncelik tanıyacak sosyal devlet uygulamalarından bahsetti. Sayın Foggo ise mikro bazda kalkınma problemleriyle nasıl baş edileceğine dair görüşleriyle Sayın Böke’yi tamamladı.
Gördük ki, CHP kısa dönemde de, uzun dönemde gelir dağılımında adaleti ve fırsat eşitliğini arttıracak politikalara önem veriyor. Bu da tipik bir sosyal demokrat partinin uygulamalarıyla örtüşmektedir. Ancak parti adına söz söyleyen yetkililerin görüşleri değil de, hiçbir parti kimliği bulunmayan misafir konuşmacıların katkıları üzerinden partiyi değerlendirmek ne derece doğrudur? Benim anladığım Türkiye’de kendini kanaat önderi sayan insanlar bir toplantıda ne konuşulduğuna değil, kimin konuştuğuna bakmaktadırlar. Ve yine en sıradan insanımız dahi, yapılan konuşmaların sadece kendilerini doğrulamasını istemektedir. Yani şunu demektedirler: “Benim görüşlerim doğrudur. Benim görüşümde olmayanlar vatan hainidir.”
ALTILI MASA NE DİYOR?
Gelelim siyasete… CHP seçime kendi programıyla girmeyecektir. Altılı Masa ortak Cumhurbaşkanı adayı ve ortak bir programla seçime girecektir. CHP’nin tipik bir sosyal demokrat parti programı ile Babacan, Davutoğlu, Karamollaoğlu ve Akşener’in sağ programları ne derece örtüşecektir? Hangi parti nerede taviz verecektir? Bu konuda henüz hiçbir şey bilmiyoruz. Tek tek partilerin programları önemlidir ama bir ittifak varsa, bu ittifakın ne dediği esas önemli olandır. Bu manada Altılı Masa’nın nasıl bir programı vardır? Henüz yoktur, varsa bile biz bilmiyoruz. Seçime altı ay kalmış, memleketin en acil sorunu hakkında muhalefetin ortak bir programı bulunmamaktadır. Bizden hatırlatması yoksa “atı alan Üsküdar’ı” geçiverir.