Bugün iki konuda görüşlerimi yazacağım. İlki 23 Haziran seçim sonuçları. İkincisi ise hafta sonu yapılacak G-20 zirvesi…
Bugün iki konuda görüşlerimi yazacağım. İlki 23 Haziran seçim sonuçları. İkincisi ise hafta sonu yapılacak G-20 zirvesi…
23 HAZİRAN SEÇİM SONUÇLARI: “BEN DEMİŞTİM!” DEMEYİ SEVMEM AMA BEN DEMİŞTİM!
Biliyorum hepinize gına geldi… AK Parti neden kaybetti diye tartışmalar artık hepimizi bıktırdı… Bana da öğrencilerim ve komşularım “Hocam, seçimleri yazsanız ne güzel olur!”, şeklinde önerilerde bulunuyorlar. Ben de geçen seneki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında yazmıştım, o günkü fikirlerim bugün aynen devam ediyor diyorum. İşin en komiği, daha 15 gün öncesine kadar seçimlerin neden yenilenmesi gerektiğini hararetle savunan bazı komedyenler, şimdi seçimlerin yenilenmesinin bu hezimete yol açtığını söylüyorlar. Eee böyledir bu işler… Su alan gemiyi ilk önce fareler terk eder.
İsterseniz 2 Temmuz 2018 tarihli yazımda AK Parti neden kaybetti sorusuna verdiğim cevabı hatırlayalım. Ben demiştim demeyi sevmem ama bugünkü hezimetin sebebini 1 sene önceden gayet güzel özetlemişim.
“AK PARTİ’NİN MAĞLUBİYETİ
AK Parti oylarını 1 Kasım 2015’te aldığı yüzde 49,5’tan yüzde 42’lere düşürdü. Bunun sebeplerini şu şekilde açıklayabiliriz:
Teşkilattaki Çöküş: 1990’lardaki Refah Partisi’nden devraldığı teşkilatı ile AK Parti 2010 yılına kadar yüz yüze ve fedakârca çalıştı. 2010’dan bugüne Parti teşkilâtı artan hızla halktan kopmaya başladı. Adaylıklar, ihaleler kapalı kapılar ardında kotarılmaya başlandı. Bazı yazarların dediği gibi AK Parti ANAP’laşmıyor, ama hızla 1930’ların CHP’sine benziyor. Arkasına halkı değil devlet gücünü alarak siyaset yapıyor. Bu Sayın Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’yi yenileme arzusunu yerine getirebilecek bir teşkilât değildir. Muhalefet Partilerinin şu perişanlığına rağmen hiçbir siyasi çalışma yapmamış bir partiye (MHP’ye) yüzde 6’dan fazla oy kaybetmek gerçekten büyük başarıdır.
İdeolojisizlik: Türkiye’de birkaç fikir partisini istisna kabul edersek – onların da oyu toplasan yüzde 1 etmez- bütün partilerin mustarip olduğu ana sorun ideolojisizliktir. İdeoloji, bir parti veya topluluğun ekonomi politik meselelerine genel bakış açısını, dünya görüşünü belirler. Türkiye’de bütün partilerin ekonomi programı birkaç rötuş haricinde birebir aynıdır. Bu olgu AK Parti’de daha da belirgindir. Tabir-i caizse, Sayın Cumhurbaşkanı’nın her vesilede ifade ettiği Dava Ruhu yerini Tuz Ruhuna bırakmıştır. Bu yüzden günlük siyasi ve ekonomik konjonktüre göre Parti’nin siyasi duruşu değişmektedir. Herkes bir şekilde uyarını bulup partiden destekle köşeyi dönme sevdasındadır. Hâlbuki yeni bir dünya gelmektedir, yeni bir Türk toplumu oluşmaktadır ve bu haliyle giderse Reis’in liderliğine ve Muhalefetin iş bilmezliğine rağmen çöküş hızlanacaktır. Tabiat boşluğu kaldırmaz…
Kampanyadaki Zafiyet: Bundan önce AK Parti’nin seçim kampanyaları halkın ana duygularını yakalamada, kitleleri partiye kanalize etmede çok etkili olmuştu. Bu seçim kampanyasında ise AK Parti’nin varlığı hissedilmedi. Buradaki eksikliği sosyal medyada “troller” vasıtasıyla kapatmaya çalıştılar. Aynı şey - Muharrem İnce haricinde - diğer kesimler için de geçerlidir. Birbirine küfrederek, iftira atarak kavga eden her partiden troller sıradan vatandaşı da çok rahatsız etmektedir.
Bütün bunların sonucunda ulaştığımız netice şudur: AK Parti yatsın kalksın Reis’e dua etsin. Sayın Cumhurbaşkanı olmadan AK Parti bu haliyle yüzde 10 bile oy alamaz…” (REİS’İN ZAFERİ AK PARTİ’NİN ÇÖKÜŞÜ, 2 Temmuz 2018, Yeni Birlik)
Bugün görüyoruz ki, (benim gibi birçok yazar ve akademisyenin) bir sene önceki uyarılarımız hiç dikkate alınmamış. Hezimetin büyüklüğünü şöyle anlatayım: Bir Galatasaraylı olarak 18 senedir Fenerbahçe’yi deplasmanda yenememenin üzüntüsünü yaşıyorum. Biz yapamadık ama CHP yaptı! AK Parti’ye deplasmanda fark attı. Öyle ki, AK Parti’yi bu hezimetten Reis bile kurtaramadı! Bir sonraki yazımda İmamoğlu’nun CHP’yle imtihanını yazacağım…
G-20 ZİRVESİ’NİN OLMASI GEREKEN SONUCU
Pazartesi günü ABD ve Rusya tarafından kotarılmakta olan Karagöz ve Hacivat oyununu, yani Serin Savaş senaryosunu ele almıştım. Aynı zamanda hafta sonu yapılacak G-20 zirvesinin de burada çok önemli olduğundan bahsetmiştim. Bugünkü konumuz ise, ülkelerin milli çıkarlarını ve küresel sistemin tamamının faydasını eş anlı olarak sağlayacak rasyonel kararlara ve bunlara bağlı ideal/olması gereken sonuçlara değineceğim. Tabiî şunu unutmayalım, her zaman rasyonel kararlar alınacak diye bir kaide yok! Dünya tarihi ülkelerin bu tür akılsız kararlarıyla doludur…
G-20 Zirvesinde biri bütün dünyayı, biri de bizi ve bölgemizi ilgilendiren iki temel konu öne çıkacaktır: ABD – Çin arasındaki ticaret savaşları ve Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri…
1. ABD – ÇİN ARASI TİCARET SAVAŞLARI
Kasabanın Şerifi ile Çin’in mutlakiyetçi lideri Xi arasındaki ticaret savaşlarına dair yapılacak görüşmeler bütün dünyayı ilgilendirmektedir. Kasabanın Şerifi Trump ABD’de iç talebe yönelik üretim yapan küçük üreticilere, ABD taşrasındaki ayak takımına yeniden Billy The Kid’lerin “Büyük Amerika’sını” (!) vaat etmişti. ABD yeniden üretim yapılan, işsiz Amerikan lümpenlerini istihdam eden bir ülke olacaktı. Ancak ABD’nin “beyazlatılmış Amerikalıları” ABD’de değil ama ucuz köle işçi cenneti olan Çin’de üretim yapmayı tercih etmekteydiler. İşte Trump “ticaret savaşı” adı verilen politikaları Amerikan firmalarını tekrar yurda çekebilmek amacıyla Çin’de üretimin maliyetini yükseltmek için uygulamaktaydı. Ne var ki, Amerikan firmaları uyanık kovboyların torunlarıydı. ABD’ye geleceklerine Çin’den çıkıp Vietnam, Tayland ve benzeri çevre ülkelerine yerleşmeye başladılar. Yani Kasabanın Şerif’inin sıktığı mermiler kurusıkı çıktı. Bu yaptırımlar hem Çin’e hem de ABD’ye zarar verdi. Onlarla kalmadı, bütün dünya ekonomisinde de olumsuz etkilere ol açtı. Herkes için en uygun çözüm biraz Çin’in biraz da ABD’nin kendi durumlarından taviz vererek, tekrar serbest ticaret iklimine dönmeleridir. Bu olumlu senaryonun gerçekleşmeme ihtimali nedir? Bence gerçekleşmeme durumu, ABD savaş sanayinin Trump yönetiminde ne kadar etkin olduğuna bağlıdır. Çünkü bu gerginlik ortamında tek kâr eden sektör ABD silah sanayiidir.
2. DOĞU AKDENİZ’DEKİ DOĞAL GAZ REZERVLERİ
Uzmanların görüşlerine göre Avrupa’nın en az 200 ilâ 300 yıllık ihtiyacını karşılayabileceği tahmin edilen büyüklükte bir doğal gaz rezervi Kıbrıs adası etrafında bulunmaktadır. Şimdi, Orta Doğu merkezli yeni kurgulanan Serin Savaş senaryosunda Avrupa’nın enerji musluğu ABD ve Rusya ikilisinden kimin elindeyse o bir adım daha fazla öne geçecektir. Mısır, İsrail, Yunan ve Rum yönetimleri Kasabanın Şerif’inin talimatıyla bizim de neredeyse yarı yarıya hakkımız olan bu rezervlerin tümünün kullanımına ulaşmak istiyorlar. Biz de haklı olarak bu durumu “casus belli – savaş sebebi” olarak ilan ettik. Adı sayılan bu devletlerin tamamını toplasanız, hepsi birden Türk donanmasıyla başa edebilir mi? Bu da şüphelidir. Bu ülkeler ve Türkiye hep birlikte denizden petrol çıkarabilecek sermaye, teknoloji ve paraya sahip midir? Hayır. Yani ne savaş göze alınabilir, ne de tek başlarına bu işi kotarabilirler. Büyük uluslararası firmaların gazı çıkaracağı, ülkelere de hâkimiyetleri oranınca paylarını vereceği bir uluslararası konsorsiyum gereklidir. Bundan herkes kazanır. (NOT: Benim bu köşede üç yıldır yazdığım gibi Suriye Arap Cumhuriyeti ve Mısır Arap Cumhuriyeti ile ilişkileri normalleştirebilseydik bugün “çakma daevrimci arhadaş Çipras’ın” biti bu kadar kanlanmayacaktı.) Rasyonel olan Reis ve Trump’ın bu şekilde bir uluslararası konsorsiyum üzerinde fikir birliğine ulaşmaları. Bu halde S-400’ler de unutuluverir…
Neyse hafta sonundan sonra ne gibi gelişmeler olacak, göreceğiz. Temennim aklın ve sağduyunun galip gelmesi…