İstanbul seçimlerinin ardından "niye böyle oldu, nasıl oldu, bundan sonra neler olabilir" diye sayısız değerlendirmeler, analizler yapılıyor.
Birçoğunda dikkate alınması gereken ciddi tespitler var.
Ben özellikle konunun “Kürt” tarafı ile ilgili kimi tespit ve öngörülerimi paylaşmak istiyorum.
İlki HDP, PKK ve Öcalan ile ilgili.
Bu cenahta en net yenilgiyi şüphesiz Öcalan aldı.
Malum Öcalan, Oslo süreci, Habur süreci, çözüm süreci gibi süreçlerde önemli rol aldı.
Bu süreçlerin tümü uzun bir dönemdir PKK’yı tam anlamıyla piyon gibi yöneten dış güçlerin yönlendirmesiyle Kandil, FETÖ ve kimi başka güçlerce berhava edildi.
Kandil’in çözüm sürecini bitirerek, rest çektiği ve karşısına aldığı Öcalan, geçtiğimiz Mayıs ayında 8 yıl aradan sonra ilk kez görüştüğü avukatları aracılığıyla verdiği mesajlarla yeniden kendisini var etme çabasına girişti.
Mesajının ilk bölümü uzun süredir devam eden açlık grevleriyle ilgiliydi.
Öcalan açlık grevlerinin bitirilmesini istedi.
Kandil önce buna direndi. Ancak avukatlarının ikinci kez görüştüğü Öcalan’ın verdiği yeni mesajların ardından açlık grevleri bitirildi.
Bu durum, Öcalan’ın hala örgüt ve taban üzerinde etkili olduğu değerlendirmelerine yol açtı.
Öcalan, bu mesajlarında açlık grevlerinin yanı sıra PKK’nın ABD’nin Türkiye ile ilgili hesaplarında piyon olma araçsallığından çıkmasına yönelik telkinlerde de bulundu.
PYD’nin Suriye’de Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alması gibi.
İşin Suriye kısmında PYD bu yaklaşımı dikkate alır gibi bir yaklaşım gösterse de Kandil, Türkiye’ye karşı duruşunda bir değişim göstermeyeceği mesajlarını verdi.
Bu da en çok 31 Mart seçimleriyle ilgili yaklaşımında kendini gösterdi.
Öcalan’ın telkinleri gerek PKK’da gerekse de HDP’de kimi tartışmalara yol açtıysa da Kandil ağırlığını koyarak Öcalan’ın yaklaşımlarının aksine HDP’yi AK Parti’ye karşı net ve sert çizgiye oturttu.
Öcalan’ın, Kandil’in ve HDP’nin kendisini yok saymasından ciddi rahatsızlık duyduğu belliydi.
İstanbul seçimlerinin yenilenmesi kararının ardından HDP’nin pozisyonu daha yoğun tartışılmaya başlandı.
HDP ve PKK’da kimi kesimler pozisyonun değiştirilmesi gerektiğini dillendirmeye başlarken, Kandil net bir şekilde “31 Mart’taki çizgide devam” dedi ve HDP de buna uydu.
Bunun üzerine Öcalan bir kez daha hem de ilk kez bu kadar açık bir şekilde örgütü ve HDP’yi karşısına alarak “Bu pozisyonu değiştirin, seçimlerde tarafsız kalın” dedi.
Deyim yerindeyse bu Öcalan’ın liderliğini ispat etme çabasında “son hamle” oldu.
Ya örgütü ve HDP kendisini dinleyerek liderliğini teyit edecekti, ya da onlar karşı çıksa bile HDP tabanı ona uyarak sandığa gitmeyecek dolayısıyla Kandil ve HDP yönetimine rağmen taban nezdindeki ağırlığını teyit etmiş olacaktı.
İkisi de olmadı.
PKK ve HDP’de kimi kem-kümlere rağmen Kandil çözüm sürecinden sonra bir kez daha ama bu kez çok daha net bir duruşla Öcalan’a rest çekti, HDP de aynı pozisyonda tavır alarak birlikte Öcalan’ı tamamen İmralı’ya gömmüş oldular. HDP tabanı da Öcalan’ın üstüne toprağı serpti.
Böylece Öcalan, 1978’den bu yana kendi kurduğu örgütü karşısında en ağır yenilgisini almış oldu.
Gel gelelim bu cenahın bir diğer önemli aktörü Selahattin Demirtaş’a.
31 Mart öncesi Kandil ile birlikte hareket eden ve HDP tabanının CHP adayı Ekrem İmamoğlu’ndan yana tavır almasında aktif rol alan Demirtaş ise Öcalan’ın çıkışlarının ardından bir süre sessiz kaldı.
Kandil’in Öcalan’a karşı cephe almasının ardından o da kendisini aynı cephede konumlandırdı ancak bu güç savaşında Öcalan’ın kazanma ihtimaline karşı HDP’ye öncülük etmek yerine, “Partimin alacağı kararın arkasındayım” diyerek önceki kadar öne çıkmamayı tercih etti.
“Bu yaşananların PKK ve HDP de gelecek dönem açısından yansımaları ne olabilir, bütün bunların AK Parti’nin ‘Kürt politikalarına ne tür etkileri olabilir?” vb birçok sorunun yanıtını bir sonraki yazıda ele almaya çalışalım.