2015 yılında Volkswagen'in, 11 milyon araca yerleştirdiği özel bir yazılım sayesinde karbon emisyon oranlarında hile yaptığını açıklamak zorunda kalması ile ciddi itibar kaybı yaşayan Almanya, 2019 yılında, tarihinin en büyük skandallarından biri ile tekrar karşılaşmıştır.
Almanya adım adım seçime gidiyor. Son güne yaklaştıkça tartışmaların etik değerlerden uzak kalması, suçlamalar, siyasilerin arka bahçelerinden etrafa saçılanlar, liderlerin ödenmemiş vergileri, sel felaket bölgesinde insanlar hüzünlü iken kahkahalarla gülen ve görüntülere yakalanınca yalanlarla işi daha kötü hale getirenler, yazdıkları kitaplarda kaynak belirtilmeksizin yaptıkları çok sayıdaki alıntılar (fikir hırsızlığı!), 4 yıl birlikle hükümette yer almalarına rağmen kıyasıya birbirlerini suçlamalar gibi birçok kirli çamaşırlar ortaya dökülmeye devam ediyor. Siyasetin medyada giderek daha fazla yer alan kirli yüzü ve skandallar Alman vatandaşlarını siyasetten soğutmuşa benziyor.
2015 yılında Volkswagen’in, 11 milyon araca yerleştirdiği özel bir yazılım sayesinde karbon emisyon oranlarında hile yaptığını açıklamak zorunda kalması ile ciddi itibar kaybı yaşayan Almanya, 2019 yılında, tarihinin en büyük skandallarından biri ile tekrar karşılaşmıştır. Dijital ödeme sistemi Wirecard'ın bilançosunda şirkete ait 1,9 milyar Avro'nun Filipinler'deki bankalarda olduğu gösterilirken aslında bu paranın hayal ürünü olduğu, şirket yöneticilerinin olmayan gelirler üreterek bu gelirleri Filipinler'e transfer ediyor gibi gösterdiği, böylece şirketin karlılık oranının ve bilançosunun yükseltilerek şirkete yatırım çekilmesi ve borsada şirketin değer kazanmasının amaçlandığı ortaya çıkarılmıştır.3.2 milyar Avro borcu olan şirket Haziran 2020’de iflas etmişti. Almanya Sosyal Demokrat Partisinden (SPD) Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı Olaf Scholz, 2019'un başından itibaren Wirecard'ın düzensiz para trafiğinden Bakanlığına gelen bir raporla haberdar olduğu, buna karşın bir adım atmadığı gerekçesiyle eleştirilmektedir. Ve Scholz bu skandala rağmen partisi tarafından pandemi döneminde artan popülaritesinden yararlanmak için seçimlerde Şansölye adayı olarak gösterilmiştir.
ÇÖKÜŞÜN İŞARETİ
Hristiyan Birlik Partili (CDU) beş milletvekilinin, milletvekili imtiyazlarını kullanarak koruyucu maske satışından elde ettikleri yüzbinlerce Avro haksız kazanç, diğer bir milletvekilinin; Azerbaycan, Vietnam ve Tayvan için yürüttüğü lobi faaliyetleri karşılığında gazetesine on binlerce Avro karşılığı reklam geliri alması, silah tekellerinin lobicisi olarak bilinen iş adamı Moritz Hunzinger'in zamanın Savunma Bakanı Rudolf Scharping'e yaptığı "ödemeler", aynı iş adamından Yeşiller Partisinden, Türkiye karşıtı Cem Özdemir’in aldığı çok düşük faizli borç ve uygun koşullara geri ödemekte olduğunun ortaya çıkması son yıllarda giderek artan siyasi yolsuzluğun ve çöküşün bir işareti olarak görmek gerekmektedir.
Bütün bu gelişmeler ile birlikte, partilerin verdikleri vaatleri yerine getirmekte yaşadıkları başarısızlıklar, krizler, İkinci Dünya Savaşı sonrası popüler olan siyasi parti üyeliklerinden ayrılışları tetiklemişe benzemektedir. Ayrıca, Alman vatandaşlarının artan çalışma süreleri, boş zaman yetersizliğinin de bu ayrılışlarda rol oynadığı düşünülmektedir. 1990’da 2.4 milyon olan siyasi parti üye sayısı 2019 yılında 1 milyon 226 bine düşmüştür. Son yapılan anketlere göre siyasi partilere olan güvenin yüzde 37’lere düştüğü Almanya’da, partiler üyeliklerden ayrılmalar nedeniyle ciddi bir aidat gelirden de yoksun kalmaya başlamışlardır.
MEVCUT NÜFUSA GÖRE
Almanya’nın seçim sistemi, temsilde adalet ilkesini temel alsa da, yasal düzenlemeler ve uygulamalar tam anlamı ile bu istikamette olmamaktadır. Seçim bölgeleri (299 Seçim Bölgesi) belirlenirken temsil edilen nüfus sayılarının birbirine eşit veya yakın olması gerektiği yasada ifade edilmektedir. Ancak, bu durumun gerçeği yansıtmadığı görülmektedir.
Federal Almanya Seçim Yasası’nın 3’üncü maddesine göre seçim bölgeleri mevcut nüfusa göre belirlenmektedir. Aynı maddede “yabancılar (Ausländer) nüfus sayısına dahil edilmezler” denilmektedir. Yabancıların tümüyle göz ardı edildiği bu sistemde Alman nüfus sayımında yaş sınırı yoktur, diğer bir ifade ile yeni doğan bir Alman bebek de nüfus belirlemede yer almakta, ancak Alman olmayan biri Almanya’ya katma değer sağladığı, vergisini ödediği halde adam yerine konulmamaktadır.
Nüfusunun sekizde biri yabancı kökenli (bunların sadece küçük bir kısmı Alman vatandaşlığını almıştır) olan Almanya’da yabancıların oy hakkı bulunmamaktadır. Oy hakkı olmadığı gibi temsil edilme hakları da olmadığı açıktır. Yabancı nüfusun yoğun olduğu bölgelerde, yabancılar yok sayıldığı ve sadece Almanlar sayıldığı için, ilgili coğrafi bölgede daha fazla seçim bölgesi ve dolayısıyla daha fazla milletvekili olması gerekirken, bu antidemokratik seçim sistemi ile maalesef temsilde adalet gerçekleşmemektedir.