Monreo doktrini (02 Aralık 1823'te ABD Başkanı James Monreo tarafından açıklanmıştır) ile kabuğuna çekilme stratejisini (izolasyon) uygulayacağını açıklayan ABD, kendi ülke topraklarına bir saldırı olmamasına rağmen nedense hep kendi güvenliğinin riske gireceği şeklinde en güçlü yalanın siyasetini uygulayarak dünya savaşlarına müdahil olmuştur.
Ancak, nedense her defasında savaşların hangi tarafa doğru evrileceğini izlemiş, Batı’nın yıprattığı Almanya’ya karşı 2’nci Dünya Savaşı’na son anda dahil olmuş ve yıpranan Batı’nın omuzlarında yükselerek savaş sırasında aralıksız çarklarını döndürdüğü savaş ekonomisinin yarattığı fırsatlar ile ayakta kalan tek güç olarak hegemonyasını pekiştirmiştir.
2’nci Dünya Savaşı son zamanlarında SSCB -Japonya
arasında 1941 yılında imzalanan tarafsızlık anlaşmasının iptali için çok
uğraşmıştır. Japonya karşısında zorlanmaya başlaması üzerine. SSCB harp silah
ve araçları teslimi ile eğitim verilmesi (MILEPOST –Hula Projesi olarak
adlandırılan anlaşma kapsamında 180 gemiden 149’u SSCB’ne teslim edildi, 750’si
subay 12 bin SSCB askerinin eğitimi gerçekleştirildi) karşılığında SSCB’nin
Japonya ile yaptığı tarafsızlık anlaşmasının tek taraflı iptalini sağlamıştır. Yine
de zorlanmış ve sonuçta Nükleer Silah kullanmak zorunda kalmıştır.
SON AŞAMAYA GELDİ
ABD’nin teknolojik ve diğer bilimsel alanlarda
başta Almanya olmak üzere batılı ülkelerin savaştan kaçan bilim insanlarının
büyük rolü olduğu da yadsınamaz bir gerçekliktir. ABD, hegemonyasının
fırsatlardan yararlanarak gerçekleştirmiş, hegemonik güç olmanın yükünü başta
Marshall yardımı olmak üzere batılı ülkelerin omuzlarına yüklemiş, NATO’yu
kurarak kendisine bağımlılığın sürekliliğini sağlamış, mali kaynak ihtiyacı
halinde ise dünya polisi rolüne geçerek ve sözde demokrasi getireceğim diyerek
ülkelere saldırmış, kaynaklarını yağmalamış ve yağmalamaya devam etmektedir.
Yalının siyasetini ilke edinen ABD hegemonyasının
son aşamalarına gelmiş görünmektedir.
Soğuk Savaş'ın en etkili isimlerinden Dean Acheson
ve Paul Nitze, Soğuk Savaş kültürünü Amerikan kamuoyuna yerleştirmek
için komünist tehdidinin ürkütücü bir portresini çizmişler, bu
doğrultuda, küresel düzeyde Amerikan sisteminin ayakta kalabileceği bir
ortamın yaratılmasına girişmişlerdir.
ABD’yi yönetenler Amerikan dış politikasına bir
süreklilik ve bütünlük çerçevesi içinde bakmak istemişlerdir. Bu
süreklilik ve bütünlük anlayışı, Amerikan dış politikasının bir misyon
için var olduğunu daha inandırıcı kılmayı amaçlamıştır.
ABD’yi bir arada tutan ve onu diğer ülkeler
karşısında kendilerine göre üstün kıldığını gösteren kavramlar artık yapışkan
görevini görememektedir. Kurgulanmış Amerikan Rüyası sona ermek üzeredir.
Irkçılığın, adaletsizliğin, insana saygının olmadığı bir toplumun geleceği
karanlıktır. ABD bu karanlığa doğru hızla yürümektedir
ABD yasadışı göç ile birlikte Latino ya da
Hispanikler’in nüfusu yüzde 15’lere ulaşırken, Huntington WASP (Beyaz-Anglo
Sakson-Protestan) hâkimiyetinin Latinoların çoğalışı ve yükselişi karşısında
ciddi tehdit olduğunu belirtmiştir. Bu göçle beraber gelecek için bir
bölünme-ayrılıkçılık potansiyelinin varlığı da söz konusudur. 1960’larda
bastırılan “Chicano” hareketi gibileri hâlen bu tehdit kapsamında
değerlendirilebilmektedir. Meksikalı göçmenlerin çoğunun California, Texas,
Arizona, New Mexico gibi sınır eyaletlerine yerleşimi pek çok Meksikalıca bir
reconquista (yeniden fetih, işgal) olarak değerlendirilmektedir. Latin asıllı
ayrılıkçıların hayal ettiği “Aztlan Cumhuriyeti” ve “Los Angeles’in bir gün bu
devletin başkenti olacağına” inanç giderek artmaktadır.
Prof. Thomas Naylor da Kuzey Amerika’daki ayrılıkçı
hareketlerle ilgili çarpıcı tespitlerde bulunmaktadır: “Ayrılıkçılık ateşi,
1776 ve 1861’de olduğu gibi bütün Amerika’ya yayılmış durumda. Kırkın üzerinde
eyalette, Birleşik Devletlerden barışçı yollarla ayrılmaya çalışan aktif
politik bağımsızlık hareketi mevcut. Sonuçta Birleşik Devletlerin aynı kalması
mümkün değil. Neticede çok uzak olmayan bir gelecekte eski düşmanı Sovyetler
Birliği’nin durumuna düşebilir.”
“İMPARATORLUKTAN KOPUŞ”
Ayrılıkçı örgütlerin oluşturdukları “Kuzey Amerika
Ayrılıkçılar Konvansiyonu’nun yayımlamış olduğu “İmparatorluktan Kopuş”
başlıklı bildirgeye göre; ABD sisteminde son yıllarda giderek derinleşen pek
çok olumsuz sebebin yakın gelecekte Amerikan sistemini ciddi şekilde
etkileyebileceği hatta yıkabileceği öngörülmüştür.
Teksas Valisi’nin başkaldırışı ve ardından bir
eyalet tarafında destek açıklamaları sıradan ve günlük bir gelişme değildir. Sovyetler
Birliği’nin dağılmasına uyarılara rağmen hazırlıksız yakalanan dünya, artçı
etkileri çok daha fazla olabilecek bir ABD dağılmasına karşı öngörülerini
derinleştirmeli ve genişletmelidir.