Bu fıkra üzerine çeşitli toplantılarda sunduğum okumayı diğer yazarlar kaleme aldılar.
Nasrettin Hocanın çok sevilen bir karakter olmasını özel bulurum. Bu yüzden mesela Poznan’da izini sürmüşümdür. Sonraları dünyanın birçok yerinde (genellikle sadece Hoca olarak) tanındığını da görünce o benim iletişim kanallarımdan birisi olmuştur. Hem hak ettiği bu sevginin kaynağı insanlığın zekâya olan saygısının bir işareti olarak iyimserliğimi artırır.
Fakat daha fazlası var; ben iktisatçı Nasrettin Hocanın çözümlemelerine bayılırım. Günümüz iktisatçılarını çok önceleri aşmış olduğunu yaygın bilinen kazan fıkrasıyla ortaya koyduğuna inanırım. Kazan fıkrası para-faiz ilişkisinin, para-finansal spekülasyon ilişkisinin çözümlemesini nefis biçimde yapar.
Bu fıkra üzerine çeşitli toplantılarda sunduğum okumayı diğer yazarlar kaleme aldılar. Bu yüzden tekrar etmeyeceğim. Hem Hocada daha fazlası her zaman var. Hocaya atfedilen bir fıkra şöyle;
Bir zamanlar Nasreddin Hoca’nın yolu huyunu suyunu bilmediği bir memlekete düşer. Hoca bu yerde alışık olmadığı adetlerle karşılaşır. Bunlardan biri de evlere bayrak asılmasıdır. Hoca merak eder ve ahaliye:
“Yahu, bazı evlerin üzerinde bayrak asılı, bunun sebebi nedir?” diye sorar. Ahali:
“Hocam, bayrak, asılı olduğu evde küp dolusu altın olduğuna işaret eder. Küp, bayraklı evlerde ortaya konur, komşular gelir, onun etrafında oturup sohber ederler.” şeklinde cevap verir.
Bayrak dikmenin sebebini öğrenen Nasreddin Hoca, aynı gün çarşıdan kocaman bir küp alarak evine getirir. Küpün içerisini çakıl taşlarıyla doldurup odanın ortasına yerleştirir. Komşuları davet eder. Komşular küpün üzerinden kapak kaldırılınca içinin altın yerine çakıl taşları dolu olduğunu görürler.
“Hoca Efendi, bu nasıl iş, senin küpünde altın yerine çakıl taşları dolu.” deyince Hoca verir cevabı;
“Yahu komşular neye üzülüyorsunuz, küpte yattıktan sonra altın olsa ne, taş olsa ne?”.
Gerçekten böyledir. Stoktaki finansal varlıklar taştan, topraktan farksızdır. Ekonomiye kendi eliyle katılmayan, kendini gerçekleştirmeyen sermayenin varlığı meşruiyetini kaybeder.
Bu fıkra bugünkü bir hafif diğeri daha fena iki soruna işaret eder. Birincisi yastıkaltı varlıklardır ki bu düşünüldüğü gibi ekonomi için en olumsuz sonuç olmayabilir. Sonuçta yastıkaltı varlıklar öncelikle zekât yoluyla dolaşıma sokulur. Böylece infakın çarpan etkisi işler. İkinci olaraksa belli seviyeye ulaştıklarında hacimli alışverişe döner tüketime güç verir. (Ben yastıkaltının finansal kabiliyetlerini de sorunun diğer bacağına göre daha ileride görürüm.)
İkinci sorun mevduattır. Yani finansal okuryazarlığın en dip seviyesi… Mevduat, sahibi için sermayeleşememiş varlıktır. Çoğaldığı düşünülse de elle enflasyon yaratılıp aşındırılır. (Elle yapılan enflasyonun faizi meşrulaştırmasıysa tam anlamıyla gülünçtür.) Sermayeleşememiş bu varlık taştan topraktan da fena, sahibini mağdur eder. Faiz düzeni borç alanın değil, borç verenin mağdur olduğu, borç alanın zenginleşip borç verenin fakirleştiği bir dinamik kurar. Taş olsa daha iyi.