Hamas İsrail'in saldırılarına aralıksız devam edeceğini ve bu kadar kayıp verileceğini hesaplamamış olabilir mi?
Kayıpların resmi açıklamaların dışında 20 bin sayısını aştığı ve katliamın durdurulması için seslerin biraz daha yüksek çıkmaya başladığı bir zaman diliminde hala cevaplanamayan sorular mevcuttur.
Hamas İsrail’in saldırılarına aralıksız devam edeceğini ve bu kadar kayıp verileceğini hesaplamamış olabilir mi?
Bu saldırının küresel ölçekte ve özellikle Küresel Kuzey’de İsrail’e ilgi artışına neden olabileceği öngörülememiş midir?
Hamas yola çıkarken verilen destek sözleri tutulmamış, yalnız bırakılmış olabilir mi?
07 Ekim’den birkaç gün önce, İran'ın dini lideri Hamaney’in, İsrail ile ilişkilerini normalleştiren Müslüman ülkelerin "kaybeden bir ata bahis oynadıklarını" ve İsrail'in "Filistin halkının ve direniş güçlerinin eliyle yok edileceği" ifadesi sıradan bir açıklama mıdır?
Hizbullah’ın, Hamaney’in sözlerinin “düşmanla normalleşme arayışında olanlara" yönelik "bir mesaj" olduğunu ve "Filistin direnişinin liderleriyle doğrudan temas halinde olduğu" belirtmesi bir motivasyon unsuru olabilir mi?
Hedef; Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesinin engellenmesi ise 07 Ekim operasyonu başarı sağlayabilmiş midir?
Müslüman dünyasının İsrail'e karşı kolektif muhalefetini arttırmada başarı sağlanabilmiş midir?
Bu soruları arttırmak mümkündür. Zaman içinde daha sağlıklı analizler ile cevaplar bulunmaya çalışılacaktır.
Suudi Arabistan’ın 07 Ekim’den itibaren tutunduğu tavrın şartlar ne olursa olsun İsrail ile normalleşmeye devam edilmesi yolunda olduğu günler geçtikçe şekillendiği görülmektedir. İsrail’i resmi olarak tanımayan Suudi Arabistan’ın, Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te bir Filistin devleti kurulması çağrısında bulunan ve 2002 yılında başlatılan Arap barış girişimine katkı sağlaması, bunu yakın tarihe kadar sürdürmüş olması elbette önemlidir. Ancak, Suudi Arabistan’ın güvenlik kaygıları ile geleceğe yönelik hedeflerinin Bağımsız bir Filistin Devleti kurulmasına verdiği desteğin önüne geçtiği izlenimi ağırlık kazanmaya başlamıştır.
DİRENİŞ EKSENİ
Çin’in arabuluculuğu ile İran ile ilişkilerin normalleşmesi konusunda mesafe kat edilmekle birlikte ortaya çıkan durum Suudi Arabistan’ın İran ve onun direniş ekseni adını verdiği kolları karşısında güvende hissetmesi, devlet olarak refah ve bekasını sürdürebilmesi konusunda endişelerini gidermeye yeterli olamamaktadır. Suudi Arabistan’ın Çin ve Rusya ile artan iş birliği de, İran’ın her iki ülke ile olan daha yakın iş birliği karşısında endişelerini arttırmaktadır.
İran’ın nükleer silahlanma kapasitesinde sağladığı önemli ilerleme ve güçlenen milis yapısı Suudi Arabistan’ın yönünün tekrar ABD’ye dönmesine neden olduğu değerlendirilmektedir.G-20 zirvesi sonrası Hindistan’dan başlayan, Suudi Arabistan, İsrail’den geçerek ve Avrupa’ya ulaşması planlanan yeni koridora katılması ve çatışma sırasında bu taahhütünü yenilemesi yani Çin’in tek yol tek kuşağına karşılık bu yeni yola onay vermesini, aslında asla kesilmeyen, dengeler nedeniyle yüksek sesle dile getirilmekten uzak tutulan ABD ile işbirliği istikametine keskin dönüşün izi olarak görmek mümkündür.
Suudi Arabistan, ABD destekli sivil nükleer enerji programları ve son teknoloji Amerikan savunma sistemlerini talep ediyor, ancak normalleşmeden uzak durması nedeni ile talepleri karşılanamıyordu. Bu ikilem içinde güvenliği için yönünü İran’a çevirerek, İran ile iş birliği kapısını aralamakta sakınca görmemiş, ancak ABD ile ilişkilerini de sürdürmeye devam etmiştir. Hamas -İsrail çatışması ve İran’ın yaklaşımının Suudi Arabistan güvenlik ikileminden kurtulmasına yardımcı olduğu söylenebilir. Suudi Arabistan, artık ABD istikametinde bir politika izlemeye başlamıştır. Yakın bir tarihte nükleer kapasiteye ulaşabileceği ve son teknoloji ABD silah sistemlerini alacağı, İsrail ile normalleşmenin hız kazanacağı kesin gibidir. Normalleşme, zincirleme reaksiyona yol açabilecektir. Daha önce İbrahim anlaşmalarını imzalayan başta BAE olmak üzere ülkelerin çatışma sırasında bu anlaşmaların iptaline dair söylemle de olsa en ufak bir girişimde bulunmamaları Arap ülkeleri nezdinde Filistin davasının ikinci plana atıldığının göstergesidir. Sadece, İbrahim anlaşmasını imzalayan ülkeler için değil, Türkiye dışında diğer Müslüman ülkeler içinde aynı konuların geçerli olabileceği değerlendirilmektedir. Özellikle Suudi Arabistan desteğine muhtaç ülkelerin aksi bir politika izlemeleri zaten beklenmemektedir.
Suudi Arabistan’ın daha önce Ukrayna -Rusya savaşı için uluslararası toplantıya, İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü toplantısına ev sahipliği yapması, vizyoner projeler geliştirilmesi, ülke içinde insan ve özellikle kadın hakları konusunda radikal kararlar alınmaya devam edilmesi bölgesel güç olmak istemesinden daha fazlası ile açıklanabilir.
İRAN’IN ETKİSİ
Çatışmanın başlangıç zamanı ile ilgili değişik görüşler mevcuttur. Önceden ciddi hazırlıklar yapıldığı kesindir. Ancak, çatışma zamanlamasında İran’ın etkisi olduğu önemli bir seçenek olarak karşımızda durmaktadır.
İran’ın çatışmanın yayılmamasını bilinçli bir tercih olarak kullanmıştır. Husiler, Hizbullah vb. örgütlerin birkaç girişimi dışında İsrail veya ABD hedef alınmamıştır. İran’ın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullarında bunda etkisi olduğu dikkate alınarak, İran’ın direniş eksenini yani ahtapotun kollarını kaybetmek istememesi, yıpranan İsrail karşısında gücünü muhafaza etmek istemesinin etkili olduğu değerlendirilmektedir.
Hedef, bölgede iki devletli bir çözümdür elbette. Ancak, her çatışma ve sonrasının bu hedeften uzaklaşılmasına yol açtığı söylenebilir.