14 Şubat, dünyânın birçok ülkesinde "Saint Valentine Day (Aziz Valentin Günü)", ülkemizde ise "Sevgililer Günü" olarak kutlanıyor.
Bugün 14 Şubat. Aslında yılın herhangi bir gününü yaşıyoruz. Hatta gün ışığının kuzey yarımkürede en kısa kaldığı günlerden birindeyiz. Belki bugünün tek sâbit özelliği, dört senede bir yirmi dokuz gün olan en kısa ayın tam ortasını gösteren gün olmasıdır. Astronomi ve iklim bilimi açısından böyle özellikleri olan bugünün, son yıllarda artan (daha doğrusu arttırılan) bir önemi var.
14 Şubat, dünyânın birçok ülkesinde "Saint Valentine Day (Aziz Valentin Günü)”, ülkemizde ise “Sevgililer Günü" olarak kutlanıyor. Aslında resmî tâtil günü olarak kabul edilmiş bir gün değil. Onca savaş, küresel salgın, zorunlu göç, insan hakkı ihlâlleri, nefret suçları, yabancı düşmanlığı, tecâvüz ve cinâyet bir kenara bırakılıp kutlama yapılıyor. İnsanların kötülüklerle mücâdele ederken moral destek bulmak için olumlu şeylerle ilgilenmesi psikolojik ve sosyolojik bir çözüm yoludur. Bu yazıda bugünün neden “Aziz Valentin Günü” ya da “Sevgililer Günü” olduğu ile ilgili ayrıntılara girmeyeceğim. Bu ayrıntıları ve daha fazlasını, İnsan ve Anlam adlı Youtube kanalındaki, Prof. Dr. Akile Gürsoy'un konuk olduğu "özel günler" konulu program kaydında bulabilirsiniz.
Özel günlere olan ihtiyaç
İster dinî, ister millî olsun birçok toplumun kültüründe özel günler vardır. Hatta kişisel özel günlerimiz olan doğum günleri, birçok insan ve onların sevenleri için önemlidir. Doğum günümüzün hatırlanması ve kutlanması bizim için özel anlam taşır. Hediye alınsın ya da alınmasın, senede bir, bize özel olan bir günün tanıdıklarımız tarafından hatırlanması, bizim için olmasının yanında, bu günü hatırlayanların sâdece "tanıdık" değil, "arkadaş" ve hatta "dost" olduklarını gösterir. Hazırlanan sürprizler, bize yaşama sevinci ve yenilenme hissi verir. Duygulanırız, hatta mutluluktan gözyaşı dökeriz.
O gün doğmuş olan milyonlarca insan vardır ama, sanki senenin o günü bize âit gibi hissederiz. Doğum günümüzde bir gün önce ve bir gün sonra, güneşin doğuş ve batış zamânında hissedilen hiçbir değişiklik olmasa da, o gün çok özeldir. O kadar ki, hiçbir bilimsel altyapısı olmamasına rağmen, birçok kişilik özelliğimizin o güne denk gelen burcumuza bağlı olduğuna inananların (daha doğrusu inanmak isteyenlerin) sayısı bir hayli fazladır.
Diğer taraftan doğum günlerini hatırlayarak o kişilere önem verdiğimizi ve onları sevdiğimizi gösterme şansını değerlendiririz. Sohbet etmek için kahveyi bahâne eden gönlümüz, bundan da hoşnut olur. Sevildiğimizi görmek ne kadar mutlu ederse, sevdiğimizi göstermek de mutluluk vesilesidir.
Döngüsel yaşam kültürü
Bu özel günler, dinî ve millî nitelik taşıyorsa, bu günlere önem vererek, o günlere önem veren toplumun veya ümmetin bir parçası olduğumuzu hissederiz ve toplumsal canlı olarak âidiyet hissimizi tatmin ederiz.
Sadece “365 gün” olan bir yıl içinde milyarlarca kişiye özel gün; binlerce dinî ve milli özel gün vardır. Her toplum kendi kültürü içinde bu özel günleri her yıl hatırlar. Kimi toplumsal özel günler kötü olayları hatırlayıp kaybettiklerimizi anmak ve aynı kötülüğü bir daha yaşamamak için önlem ve tedbir almamızı vurgulamak içindir. Kimi toplumsal özel günler de, dinî ve millî açıdan önemi olan, o toplumun mânevî ve târihsel varoluşunun sebebi olan günlerdir. Müslümanlar için, Ramazan ve Kurban bayramları, Kadir Gecesi, kandiller; Hristiyanlar için Noel, Paskalya, Şükran Günü mânevî birlikteliği hatırlama vesilesi olur ve hatırlatma işlevi görür.
Millî bayramlarımız olan 19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos, 29 Ekim gibi bayramların yanında, 29 Mayıs, 18 Mart ve 15 Temmuz gibi özel günler de millî bütünlüğümüzün simgeleridir. Bu günleri hatırlayarak ve kutlayarak, bu günleri özel yapan olayların bir defa yaşanıp unutulacak olaylar olmadığını hem vurgularız hem yeni nesle yaşayarak öğretiriz.
Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus bulunmaktadır. Bu anma ve kutlamalar, laf olsun diye, göz boyamak için yüzeysel anma törenleri hâline getirilmemelidir. Aksi takdirde, bu törenlerin gelecek nesle aktarma işlevi yerine getirilmeyecektir. Bu da, bu günlerin bir nesil sonra anlamsızlaşmasına sebep olacaktır.
Bu günlerin anlamının canlı tutulması, insan hayâtının geri dönülmesi imkânsız, çizgisel bir süreç olsa da, insanlık târihinin döngüsel olduğunun idrak edilmesini sağlar. Ayrıca çizgisel hayâtımızdaki doğum, ölüm, evlilik günleri de döngüsel olarak hatırlanma özelliğine sâhiptir. Hem kişisel hem de toplumsal tarafı olan döngüsellik, bize “gelip geçici bir hayat” yaşamadığımızı, her anının özel bir an ve her gününün özel bir günmüş gibi, önem vermemiz gerektiğini gösterir.
O günleri özel yapan, dünyânın Güneş etrâfında hangi noktada olduğu ya da o günün hangi yıl içinde olduğu değil, o günde bir sebepten yaşanan olayın kişisel, dinî veya millî olarak özel ve önemli olmasıdır. Bir sevdiğimizin doğum yılını ve yaşını unutabiliriz ama doğum gününü unutmak onu incitebilir. Evlilik yıldönümün unutulması, eşler arasın kırgınlığa sebebiyet verebilir ve telâfisi unutan tarafa pahalıya patlayabilir.
Yıllar kutlama açısından sâdece beş ve onun katları olduğunda önemlidir, ama günler her yıl önemlidir. Okul arkadaşları seneler sonra bile aynı günde toplanmaya devam ederler.
Neydi o günler!
Geçmişi anmak, mâziyi hatırlamak iyi hissetmemizi sağlar. Kötü duygular gelip geçmiştir; sâdece yaşanan güzellikler aklımızda kalır ve onları hatırlamak isteriz. Ortaokuldayken ilkokulu; lisedeyken ortaokulu; üniversitedeyken lise günlerimizi anarız. Şimdi dijital olarak telefonlarda ve tabletlerde sakladığımız ya da sosyal medya platformlarının bize hatırlattığı paylaşımlarda duran fotoğraflar, eskiden fotoğraf albümlerinde saklanırdı. Bu albümler zaman zaman açılır ve o karelerin çekildiği anlar tatlı bir iç burukluğu ile hatırlanırdı. Belki bugünlerde Sevgililer Günü, Anneler Günü, Babalar Günü, Öğretmenler Günü kutladığımız günler, o iç burukluklarının eksikliğini gidermek için uydurduğumuz ve kanıksadığımız modern çözümlerdir.