Geçen gün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım, Kültür Bakanı'yla birlikte operaya gitmiş. Gitmez olaymış dedirtecek bir tepkiyle karşılaşmış.
Opera izleyicileri kendilerince protesto etmişler Yıldırım’ı. Binali Bey olgun davranıp gergin bir ortam oluşmasının önüne geçmiş. Ben olsam her gece bir opera bulup giderim. Konforlarını kaçırmak için değil, Türkiye’nin yaşadığı değişimi anlasınlar diye. Opera ile muhafazakar kesimin ilişkisi sınırlı bir çerçevede gelişti. Zihinsel olarak kabul edilmesi bile hayli zaman aldı, tam olarak kabul edildi mi onu da bilemiyorum. Farklı nedenleri vardı. Bir defa opera izleyecek sosyokültürel altyapıdan mahrumdu. Sadece varlıkla alakalı bir durum değil, tiyatro ile tanışmak bile zaman almıştı. Böylelikle imtiyaz sahibi olduğunu düşünen bir kesim için opera sadece kültürel bir buluşma mekanı olmanın ötesinde kimlik tezahürlerinden biri haline geldi. Gel zaman git zaman sosyoloji değişti, değişmeye de devam ediyor. Artık opera bir kesimin elindeki ayrıcalık olmaktan çıkıyor ve toplumun farklı katmanlarına yayılıyor. Böyle olunca da kıyamet kopuyor.
Operadaki Hayalet’e gelince, o da pek farklı bir hikaye değil aslında. Geçen yüzyılın başlarında bir Fransız yazar tarafından kaleme alınan kitap, isminde opera geçmesine rağmen bir opera eseri değil. Operadaki Hayalet ismini gördüğünüz etkinlikler de sizi bir müzikale davet eder. İyi olduğu söyleniyor ama görmüşlüğüm yok. Sadece konusuna göz attım nedir bu hayalet konusu diye. Paris’teki bir opera binasında geçen olaylar etrafında örülmüş. Yüzü deforme olmuş bir kişiyi tanımlıyor “operadaki hayalet” kavramı. Varlığını herkes biliyor ama gören yok, gördüğünü iddia edenler var. İş gizeme binince izleyicilerin de ilgisini çekmiş.
Türkiye’de operanın sahibi olduğunu iddia eden kitle orada hayalet olarak tanımladıkları kitleyi görmeye tahammül edemiyor. Basıyorlar çığlığı. Karşı oldukları o kişinin varlığı değil, görünür olması. Tıpkı başörtüsünün kamu hizmetlerinde kullanılması veya asker annelerinin başörtülü olarak yemin törenlerine alınmaması gibi utanç dolu örneklerde olduğu gibi. Tıpkı yine özel sektörde başörtülü çalışanların sadece temizlik ve çay servislerinde istihdam edilmesi gibi yazılmamış hayalet doktrinlerinin harfiyen uygulanması gibi. Operada ancak tek bir kimlikle var olabilirsiniz. Biliyorum, opera izleyicisi tek bir parça değil ve belki de Yıldırım’ı kendilerince protesto edenler bütünü temsil etmiyor. Demek istediğim bu kesime Türkiye’nin nasıl bir sosyoloji üzerinde yoluna devam ettiğini göstermek. İstisnasız tüm adaylar yer sofralarına diz çöküp sıradan insanların sofralarının misafiri oluyor. Buna canhıraş destekledikleri aday da dahil. Büyük umutlar bağladıkları adayları aryalar söylemek yerine Kur’an-ı Kerim kıraatı ile oy toplamaya çalışıyor.
Operadaki hayalet gördükleri farklı görüşlere ait kişiler değil bizzat kendi kibirleri ve tuhaf seçkinlik kumkumaları. Takıntılarını bıraksalar herkes keyifle opera izleyecek ama olmaz. İçlerinde kibir varsa o kibir bir yerde mutlaka gün yüzüne çıkacak.