Baştan söyleyeyim operaya ilişkin bilgim azdır. Dolayısı ile pot kırarsam dalga geçmek yok. O zaman neden bu konuya giriyorsun diye sorarsınız. Haklısınız. Ama opera sadece opera değil ki.
Opera maceram üniversite yıllarında Carmina Burana izleyerek başladı ve bitti. Sonra bir defa da bu sezon Don Kişot’a gideyim dedim. Opera notaları İsrail’den alınmış, İspanyol hikayesini Fransız operacı yazmış, Türkçe altyazıyla da izliyoruz. Doğru düzgün izlemeyi beceremedim. Bende var bir arıza diye opera defterini kapatmaya hazırlanırken bir opera sanatçısıyla tanıştım. Burak Bilgili ismini kendisiyle tanışana kadar duymamıştım. Mütevazi ve ünlü bir isim. Gerçi aklınıza Pavorotti resmi geliyorsa biraz ötesinde bulunuyor. Operaya gönül vermiş genç yetenekler için ücretsiz atölye çalışmaları verecek kadar gayretli bir isim. Sanat hayatını ABD’de sürdürüyor. Şu anda dünyaca ünlü opera kumpanyalarından biriyle Umman’da sanatını sahnelemekle meşgul. Burak Bilgili ile tanıştıktan sonra ismini arattım internette neler yaptığını öğrenmek için. BBC’nin yarışmaları dahil farklı yerlerde anlayacağımız bir opera icra etmiş. Türkçe demek istiyorum. İşin cahili olunca öğrendiklerin heyecanlandırdı. Doğrusu cahilliğin güzel kısmı da bilgiye kavuşma anı, mutlu oluyorsunuz.
İyi de bunun bizim gündelik hayatımıza ne faydası var derseniz sizi dünkü Milliyet gazetesinde Abdullah Karakuş’un Troya Operası ile ilgili röportajından haberdar etmek isterim. Moskova’da Bolşoy Tiyatrosu’nda Troya Operası 300 kişiyle arzı endam edecekmiş İstanbul Devlet Opera ve Balesi. Bu temsili Türk ve Rus liderler birlikte izleyecekmiş.
Aklıma Türkiye’de operanın kuruluş zamanları geliyor. Mustafa Kemal’in Türkçe opera isteğini sadece batılılaşma çabalarının sanattaki uzantısı olarak görmek eksik kalır. Osmanlı subayı olarak Sofya’da bir operaya giden genç Mustafa Kemal, Balkan Savaşlarındaki mağlubiyetin nedenini de o zaman kavramış. Opera gibi bir organizasyonu becerebilen bir toplum daha birçok şeyi yapma kabiliyetine kavuşmuş olacaktı. Bunu Yenal Bilgici’nin İlber Ortaylı ile yaptığı uzun röportajlardan oluşan “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” kitabından öğrendim.
Mustafa Kemal, İran Şahı’nın ziyareti öncesi Adnan Saygun’un bestelediği Özsoy Operasını sahneleterek organizasyon gücünü kanıtlamış. İlk Türk operasının işte böyle bir kültürel diplomasi hikayesi var. Özsoy’un ilhamı Türk ve İran mitolojilerine dayanıyormuş. Bir çeşit kültürel dostluk eli.
Troya bu anlamda sadece bir opera temsili sunmakla kalmayacak aynı zamanda geldiğimiz organizasyon yeteneğinin de bir göstergesi olacak. Diğer bir yönüyle de bu topraklardan artık opera çıkmaz diyenleri mahcup edecek.
İyi bir opera seyircisi olmadığımı bir defa daha hatırlatmak isterim. Bu belki iki üç kuşak sonra gerçekleşecek bir süreç. Yüksünmüyorum, mahcubiyet de duymuyorum. Anlamadığımı anladığımı iddia edip kendimi mahcup etmeye de niyetim yok. Sadece görüyorum. Opera kişisel olarak bize ve toplumsal olarak Türkiye’ye hiç okumadığımız bir kitabın sayfalarını açacak.
Rusya’daki Troya Operası’nı izleyebilecek miyim bilmiyorum ama görmek isterdim bu kesin. Orada tarihi bir ana tanıklık etmek için bulunmayı arzu ederdim. Burak Bilgili’nin opera performansını ise imkan olduğunda görmek isterim. Daha da önemlisi Türkiye’nin kendini zorlayarak opera ile tanışmasını arzu ederim. Üzerinde beraberce düşünmek ve dünyanın konuştuğu bir dili keşfetmek için imkanımız olur.