Maalesef bu "pozitiflik" olumlu değil, olumsuz bir durumdur.
Bu köşede sizlerle buluşmaya başladığımızda yazdığım ilk yazılardan ikisinin adları “Sosyal Kemoterapi-1” (19 Şubat 2017) ve “Sosyal Kemoterapi-2” (27 Şubat 2017) idi. İki seneyi aşkın bir sürenin ardından bu yazıların üçüncüsünü yazmanın zamânı gelmiş.
Sosyal kemoterapiden kastım FETÖ ile mücâdelede toplumun geçirdiği zorlu sürece dikkat çekmektir. Kemoterapi, kanser tedâvisinde kanserli hücrelerle birlikte sağlıklı hücrelerin de öldüğü bir tedâvi şeklidir. Hamdolsun FETÖ başta olmak üzere, ülkemize kasteden bütün terör örgütlerine karşı büyük başarılar elde edildi ve ediliyor. Yâni kanserli kitle büyük ölçüde küçüldü ve yok olma aşamasına geldi. Ancak kanser, tekrarlama ihtimâli yüksek olan bir hastalıktır. Hatta yakın akrabaları arasında kanser hastası olanların altı ayda bir tetkik ve tahlil yaptırması tavsiye edilir. Nâhoş bir duruma karşı, erken teşhis için bu tetkik ve tahliller hayâtî önem arz etmektedir.
Her seçim bir tetkik ve tahlildir
Sinsi bir hastalık olan kanser gibi, FETÖ’nün başını çektiği “hâinler halayı”, pusuda fırsat kollamaktadır. Belini doğrultmak üzere olan devletimizin nekahat dönemini uzatmak ve dahi tekrar hasta yatağına yatırmak hedeflenmektedir.
Bu yüzden vücuttan atılan kanserli hücrelerin geri gelip metastas yapmasını engellemek için tetikte olmak gerektiği gibi, bu mücâdelede atılan her adım, bir öncekinden daha önemli hâle gelmektedir. Bu adımların en önemlisi de seçimlerdir.
Bir önceki seçimdeki oy oranından daha yüksek bir oranda oy almak, tedâvinin başarıyla devam ettiğinin ispâtı olacaktır. Ama tersi durumda, “bâzı değerler pozitif” çıkmış demektir. Maalesef bu “pozitiflik” olumlu değil, olumsuz bir durumdur.
Kanserin en sevdiği şeyin moral bozukluğu olduğu gibi, seçimlerde tekrarlanmayan başarı da moral bozukluğun sebep olacak ve kansere dâvetiye çıkaracaktır.
İflas eden kocayı boşamak
Zengin koca meraklısı kadınların, kocası fâkirleşince veya iflas edince boşanması gibi, onaltı senedir süren bahar havası biraz bozulur gibi olunca, “bankamatik âşıkları” yan çizmeye başladı. Ekonomiyi “sınırsız insan ihtiyaçlarının sınırlı imkânlarla karşılanmasını inceleyen bilim” olarak tanımlayanlar, Siyâset biliminde “hep daha fazla isteyen seçmen” için çözüm bulamamıştır, çünkü bunun çözümü yoktur. Ama bu seçmenin bir sıfatı vardır: Vefâsız. Bu vefâsızlığın ağır başmayacağını biliyor ve diliyor olsak bile, meydanı bu felâket tellallarının çığlıklarına bırakma lüksümüz yoktur.
31 Mart seçimlerinde aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi halktan “güvenoyu” sınavına girmektedir. Tüm dünyâda hissedilen ekonomik durgunluğu, sâdece Türkiye’ye has ve AK Parti’nin suçu gibi göstererek milleti kandırmak isteyenler, kanserin geri gelmesini istemektedir. Zira bu ülkeden emecekleri kan eskisinden çok daha fazladır.
Aday olmayıp Cumhurbaşkanlığı sorumluluğunu almak istemediğini ispat eden ve ülke için elini taşın altına koymayanlar, lafa gelince “PYD bize saldırmaz” deyip “İstiklâl göklerdedir” sözünü unutup “Ulusal Uzay Ajansı”na itiraz edenler, “tiyatro” ve “kontrollü darbe” dedikleri 15 Temmuz’da atılan kanserli hücrelerin güdümünde oldukları için, son bir hamle için her türlü fitne, fesat, yalan dolan ve iftira ile saldırmaktadır. Yeni Zelanda’da Cuma namazı sırasında câmiye yapılan saldırıdan İslâmiyeti sorumlu tutacak kadar akıl sağlığını yitirmiş durumdadırlar.
Kısacası: Mesele belediye başkanlığı değil, anlamadınız mı?