Basın tarihimiz, düşünce ve siyaset hayatımızın özeti gibidir. Tüm cereyanları çıplaklığı ile orada görebiliriz. Başlayalım Ceride-i Havadis'ten. Yarı resmi ilk gazetemiz.
İngiliz misyonunun aldığı imtiyazla çıkıyor. Sonrasında matbaa yaygınlaşıyor ve fikirler gazeteler marifetiyle yayılmaya devam ediyor. İstanbul’da gazetelerin Babıali’de kümelenmesi de bize bir fikir veriyor. Siyaset ve gazetecilik iç içe. Basının etkileme gücü aklı başındaki yöneticilerin aklını başından alıyor. Harbin en şiddetli günlerinde bile basın cephesi boş bırakılmıyor. Cephe hattına önemli gazeteciler götürülerek onların harbe dair izlenimleri alınıyor ve moraller yüksek tutulmaya çalışılıyor. Basın tarihimizin muhalif seslerinden Hürriyet gazetesi de Mısır Hıdiv ailesinin güç temerküz arayışlarının bir sonucu olarak çıkıyor. Gazete ya idealler ya da menfaatler uğruna çıkıyor. Bazen ikisi birbirine karışıyor.
Lafı getirmek istediğim yer yabancı yayın kuruluşlarının giderek artan Türkiye sevdası. Türk insanının doğru habere ulaşması o kadar öncelikli istekleri arasında yer alıyor ki hepsi bu uğurda yarışıyor. BBC’nin Türkçe servisi ile başlayan bu furya şimdilerde sosyal medya üzerinden devam ediyor. Yakın zaman içinde WhatsApp abonelikleriyle ona da ihtiyaç kalmayacak günler gelir.
Sermaye yabancı olsa da üretenler Türk, Türk değilse bile Türkçeyi bilen kişiler. Türkiye’yi ne kadar bildikleri tartışılır ama Türkçeyi sökmüşler. Komik şeyler oluyor, Çin radyosu farklı seslere yer veriyor, Rusya’nın sesi olan radyo veri güvenliği ile ilgili bir radyo programı yaptırıyor, Alman devlet fonlarını kullanan yayıncılar tam gaz nükleer karşıtı bir yayın çizgisini sürdürüyorlar. İyi de dedi bir arkadaşım, hangisinin doğru söylediğini nasıl bileceğiz?
Büyük ölçüde hepsinin diğerleri hakkında söyledikleri doğru. BBC, Uygurlar konusunda doğruyu söylüyor, Çinliler ABD hakkında doğruları söylüyor, ABD de hepsi hakkında.
Kafam karıştı dedi dostum, hangisine inanacağız.
Dedim ki hepsi kendi belirlemek istedikleri gündemin bir parçası olarak yayınlarını sürdürüyorlar. Bir kayıkçı kavgasıdır gidiyor, Çin, Almanya, ABD, Suudi Arabistan medyada nüfuz kazanmak isteyen aktörler. Hepsinin artık yakın oldukları gazetecileri değil kendi medya çalışanları var hem de bağımsız. Güzel değil mi?
İşin şakasını bir tarafa bırakıp iş modelleri devlet sübvansiyonuna dayanan yabancı medya tasallutundan zihinlerimizi kurtaralım. Bedava çalışan bir haber sistemi yoktur, hani ne derler bilirsiniz: Eğer bir şey size bedava sunuluyorsa orada ürün sizsinizdir.
Ucuz değiliz, zihinlerimiz yabancı devlet fonlarının iğdişiyle kirlenecek kadar da ucuz değil. Nasıl ki televizyon ve radyoların yayınları belirli kurallara tabi ise yol geçen hanına dönen yabancı yayın kuruluşlarının algı operasyonları da engellenmelidir. Kaybettiğimiz zihinleri kazanmak sandığımızdan da uzun bir zaman alabilir.
Nüfuz casusluğuna da casusların nüfuzuna da hayır demek için de gereken görüşlerimiz ne kadar farklı olursa olsun birbirimize söz hakkı verebilmek. Yoksa karanlık emelli nüfuz tacirlerinin elinde oyuncak olmaya devam ederiz.