Nobel İktisat Ödülü'nün verilmesi ilk bakışta sevindirici bir gelişmedir.Ancak... Kalkınma iktisadının temel konularını, bakış açısını ve yöntemlerini düşündüğümüzde, bu verilen ödüllerin aslında kalkınma iktisadının içini boşaltma ve araştırma yönünü değiştirme içerikli ideolojik bir programın parçaları olduğu da gözümüzden kaçmamaktadır.

Nobel İktisat Ödülleri, 2019 yılında kalkınma iktisadı çalışanlarına verildi. Geçen sene de büyüme iktisadında isim yapmış Paul Romer ve William Nordhaus’a verilmişti. İki sene üst üste büyüme ve kalkınma konularında Nobel İktisat Ödülü’nün verilmesi ilk bakışta sevindirici bir gelişmedir. Uzun yıllar boyunca mekanizma tasarımı, piyasaların istisnai koşulları, “faiz indi - döviz bindi” iktisadı gibi incir çekirdeğini doldurmayacak konulara dağıtılan ödüllerden sonra bu konuların yeniden revaçta olması bile biz gerçek iktisatçıları memnun etmiştir. Ancak... Kalkınma iktisadının temel konularını, bakış açısını ve yöntemlerini düşündüğümüzde, bu verilen ödüllerin aslında kalkınma iktisadının içini boşaltma ve araştırma yönünü değiştirme içerikli ideolojik bir programın parçaları olduğu da gözümüzden kaçmamaktadır. İsterseniz Nobel İktisat Ödülü alan meslektaşlarımızı bir tanıyalım.

ÖDÜL SAHİPLERİ: DUFLO, KREMER VE BANERJEE

Esther Duflo, 1972 doğumlu Fransız asıllı bir Amerikalı iktisatçıdır. Abdüllatif Cemil, Fakirlikle Mücadele Laboratuvarı kurucusu ve yöneticisi ve MIT’de Yoksullukla Mücadele ve Kalkınma İktisadı Profesörüdür. Aynı zamanda, NBER’da (Amerikalı Milli Ekonomik Araştırmalar Bürosu’nda) Kalkınmanın Ekonomik Analizi ve Kalkınma Araştırmaları Kurulu Üyeliği ve İktisadi ve Siyasi Araştırmalar Merkezi Müdürlüğünü de yürütmektedir.

Şu saydığımız görevler, Duflo’nun Amerikalı iktisatçılar camiasında önemli mevkilere sahip olduğunu ve aynı zamanda Amerika bürokrasisinde de ciddi görevleri haiz olduğunu göstermektedir.

Nobel ödülünün diğer sahibi 1961 doğumlu Hindistan asıllı Amerikalı iktisatçı Abhijit Banerjee ile evlidir. Nobel ödüllü çift akademik araştırmalarında çoğunlukla birlikte çalışmışlardır. Bu çalışma konuları genelde gelişmekte olan ülkelerde mikro iktisadi sorunlara odaklıdır. Bunlar arasında hane halkının tüketim davranışları, eğitim ve finans sektörleri ile mikro iktisadi kalkınma ilişkisi, eğitim ve sağlık politikalarının yol açtığı sonuçlar sayılabilir. Duflo ve Banerjee karı koca ilişkisinin yanında bir hoca asistan ilişkisine de sahipler. Araştırma nesneleri özellikle Hindistan ve Güney Doğu Asya ülkelerinde fakirlik iken, araştırma yöntemleri ağırlıklı saha çalışmaları ve deneysel iktisat uygulamalarıdır. Daha çok Asya ülkelerinde okuma yazma seferberliği gibi faaliyetler de düzenlemişlerdir.

Michael Kremer 1964 doğumlu orjinal Amerikalı Kalkınma İktisatçısıdır. Harvard Üniversitesi’nde Kalkınmakta Olan Toplumlar Profesörüdür. Kremer, kalkınmakta olan ülkelere yardım faaliyetlerine katıldı ve yönetti. Bir örnek olarak önderlik ettiği önemli faaliyetlerden biri öğretmen ve öğrencilerin yaz tatillerinde Tanzanya’da gönüllü olarak öğretmenlik yapması projesidir. Bu bağlamda Harvard merkezli “World Teaching Program” / Dünya Öğretim Programı’nın da müdürüdür.

Kremer, çalışmalarında ana amaç olarak kalkınma sorunlarını, piyasalarda oluşan mekanizmalar vasıtasıyla çözmeyi ve piyasaları kalkınmaya destek olacak şekilde örgütlemeyi kabul eder. Bununla birlikte gönüllü bağışların da kalkınmaya önemli katkısı olacağını savunur. Kremer’in kalkınma iktisadında kendine ait “O-Ring Theory” / O - Halkası Teorisi diye bilinen bir teorisi de vardır. Buna göre, O - Halkası Teorisi zengin ülkelerin niçin daha karmaşık ürünler ürettiği, neden daha büyük firmalara, işgücü üretkenliği ve verimliliğine sahip olduğunu açıklamaya çalışır. Teorinin ana amacı küresel eşitsizliği gidermek değil ama bunun ekonomik sistemin doğal bir sonucu olduğunu göstermektir.

FAKİRLİĞİN SEBEBİ NEDİR?

Fakirlik, en genel anlamda bir insanın ihtiyaçlarını karşılayabilecek maddi varlık veya gelire sahip olmamasıdır. Fakirliğe yol açan iktisadi, siyasi ve toplumsal etmenler bulunmaktadır. Fakirliği mutlak ve göreli fakirlik olarak ikiye ayırabiliriz.

Mutlak fakirlik bir insanın besin, giyim ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek araç, gelir ve varlıktan tamamen mahrum olması anlamına gelir. Mutlak fakirlik ülke ve zaman farkı gözetmeksizin bütün insanlar için geçerli olan bir kriterdir.

Öte yandan, göreli fakirlik bir insanın yaşadığı zaman ve yerde toplumun genelince kabul gören yaşam standardını sağlayacak asgari gelire sahip olmaması anlamına gelir. Bu manada, göreli fakirlik toplumdan topluma ve zamandan zamana değişir. Zengin toplumlarda ortaya çıkan yüksek yaşam standardını sağlayamayan birisi o toplumda göreli fakir olarak kabul edilirken, aynı kişi aynı yaşam standardıyla fakir bir toplumda zengin sayılabilir.

Yukarıdaki tanıma göre fakirliğin her iki tanımı da üretkenlik, gelir ve servet düzeyiyle bağlantılıdır. Ancak fakirlik bir sebep değil sonuçtur. Esas problem kalkınmada yetersizliktir. Kalkınma ise, daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi, bütün sermaye tiplerinde yeterli bir kişi başına sermaye birikimine ulaşmak kadar, bu sermaye birikimiyle ulaşılan toplam gelirin toplumda adil bir şekilde paylaşılması ve toplumdaki ortalama yaşam standardının yükselmesini amaçlar. Kalkınma, mutlak fakirlikten çok göreli fakirliği kriter olarak alır. Yani belli bir yılda, dünyadaki en zengin ülkeler ile en fakir ülkelerin sermaye ve servet birikimi ile ortalama yaşam standartları arasındaki farka odaklanır. Dikkat edilirse tek tek bireylerin değil ama bütün dünyada ülkeler arası servet ve gelir farkları temel araştırma konusudur.

Bu anlamda, gerek zengin ve fakir ülkeler arasındaki gelir ve servet farklarının gerekse tek tek ülkeler içinde bölgesel farkların oluşmasında temel etken, bizatihi, serbest piyasa ekonomisidir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde fakirliğin, gelir adaletsizliğinin ve hızlı büyüyememenin sebebi hâkim ekonomik ve siyasi sistemin kendisidir. Fakirlik meselesinin de, sonuç olarak bireysel bazda değil ama küresel ve ulusal bazda ele alınması gerekir.

NOBEL ÖDÜLÜNÜ NİÇİN ALDILAR?

Yukarıda kısaca tanıttığım Nobel Ödüllü iktisatçılar, dünyadaki hâkim sistemin sonucunda ortaya çıkan gelir dağılımında adaletsizlikleri, kaynak tahsisindeki etkinsizlikleri ve bunları sonucunda oluşan yaygın fakirliğin egemen iktisadi sistemden kaynaklanmadığını savunurlar. Batılı olmayan toplumlarda yaygın fakirliğin sebeplerini kamu idaresinin demokratik olmaması, adalet sisteminin çalışmaması, bu toplumlardaki kültürel “gerici” unsurların (yani din, gelenek ve görenekler, o toplumun tarihsel değerleri gibi, DMD) etkisiyle açıklamaya çalışırlar. Kremer daha da ileri giderek, kalkınmamışlık ve gelişmemişliğin iktisadi sistemin doğal dengesi olduğunu söyler.

Bu anlamda bu iktisatçıların önerileri fakir ülkelerde okuma yazma seferberlikleri yapmak, Batılı toplumlardan sadaka toplayarak birkaç fakir Afrikalı aileye yardım etmek, bu ülkeleri fakirlikten kurtarmak / karınlarını doyurmak için Batı vesayetinde ve Batı sermayesinin güdümünde yönetimlere razı etmek, fakirliğin sebepleri olarak gösterdikleri milli kültürel değerleri terk edip evrensel piyasa değerlerini benimsetmek amacı gütmektedir. Hiçbir şekilde dünyada hâkim olan gıda, ilaç, silah ve finans kartellerini eleştirmek, onların ipliğini pazara çıkarmak, fakir ülkelerdeki fakirliğin sebebinin Batı emperyalizmi olduğunu söylemek akıllarının ucundan bile geçmez. Çünkü bizatihi kendileri bu eşitsiz ve acımasız sistemin seçkinleri arasında bulunmaktadırlar.

Fakirlikle mücadele için fakirliğe yol açan sebepleri teşhis etmek gerekir. Fakirliğin en genel sebebi küresel eşitsizliğe dayalı serbest piyasa sistemidir. Serbest piyasa yoluyla, zenginlerin sadakasıyla, Batılı STK’ların ianesiyle belki karnınızı doyurursunuz ama vatanınızı, bağımsızlığınızı ve kimliğinizi kaybedersiniz.