Birleşmiş Milletlerin dünya insani sistemini bir araya topladığı bir haftalık etkinlikte yer almak üzere Cenevre'deyim. Dünyanın farklı ülkelerinden ilham veren kişilerle bir arada olmak güzel.
Ajandalarda yapılan iyiliklerin metodunu konuşmak ve yarın nasıl bir dünya bizi bekliyor bunu görmek var. İnsani yardım dünyasının Davos’u olarak tanımlayabiliriz. Dünya insani sisteminin geldiği noktayı görmek için önemli bir fırsat. Tabii şehri de. Şehir küçük olduğu için hemen her yer yürüme mesafesinde. Duraklarımdan biri Kırık Sandalye olarak isimlendirilmiş devasa bir heykel. Sandalyenin bir bacağı kopmuş, savaşta zarar gören sivilleri temsil ediyor. Büyük ölçüde kara mayınlarına karşı bir sembol. Dünyada kara mayınlarının yasaklanmasına dair anlaşma bu heykel vücuda geldikten sonra kabul edilmiş. Etkisi var mısır bilmiyorum ama hemen arkasında müsebbibi olan ülkelerin bayrakları dalgalanıyor: Birleşmiş Milletler ’in Cenevre’deki merkezi. Suriye’de yaşananları görünce aslında dört ayaklı sandalyenin kırık bacaklarının daha fazla olması gerektiğini düşünüyorum.
Yolumuzda Hapishane temasını işleyen Uluslararası Kızılhaç Komitesi Müzesi’nin sergi açılışı var. Daha önce Kızılay vesilesiyle Antalya’da bir araya geldiğimiz iletişim sorumlusu beni Fransızca yapılan sergi toplantısına alıyor. Kazara girdiğim basın toplantısının ardından küratör eşliğinde sergiyi gezmeye başlıyoruz. Sergi, hapishanenin insanlığın bulduğu insancıl çözümlerden biri olduğu vurgusuna sahip. Ama geldiğimiz çağda bunun gerekli olup olmadığı başka cezalandırma yöntemleriyle suçluların ıslah edilip edilmeyeceğini tartışıyor sanat aracılığıyla. Hapishanelerin temel işlevi ıslah mekanizmasını çalıştıramadığını vurguluyor. Suç ve ceza kavramlarını irdeleyen serginin ufku maalesef dört duvarla sınırlı kalmış. Göç yolları tıkanmış mülteciler, Gazze Şeridi’ne hapsedilmiş Filistinliler ve Suriye’de bombardıman altında yaşamaya çalışan siviller bu serginin yani hapishane kavramının sınırları içinde değil. Dünya sisteminin topyekûn cezalandırdığı insanlar yerine bireysel, perakende verilen cezalara odaklanılmış.
Toplantıların ardında Jean Jaques Rousseau’nun evine gidelim dedik. Malum Toplum Sözleşmesi’ni yazmış birisi. Aklıma ablamla yüksek lisans çalışmasında kullanmak için doksanların başında Kadıköy sahaflarında aradığımız Emile kitabı geldi. Çocuk terbiyesine dair kitap yazan bu düşünür dört çocuğunu bırakıp alıp başını gitmiş. Müze evine vardığımızda bizi bir sürpriz karşıladı: Ev restorasyondaydı. Hemen yanındaki Reform Kilisesine gidelim diye düşündük. Hani şu Protestanların sembolik mekanlarından, Kalven’in mekânı. Kiliseye girdiğimizde sade bir mimari bizi bekliyordu. Kalvinist damarları tutmuş ve kilise kulesine çıkmak için para ister olmuşlardı.
Bir bacağı eksik bir sandalye, dar anlamda bir hapishane ve evinde olmayan bir düşünür. Kalvenizm’in başkentinden aktaracaklarım bu kadar. Bu aynı zamanda dünya insani sisteminin anlatıldığı salonlardaki konuşmalarla da uyumlu. Bol fikir, dar teori ve çok cılız çıktılar. Kırmızı üzerine beyaz haçı olan İsviçre bayrağının ters çevrilmiş hali olan Kızılhaç amblemi e aslında yapabileceklerinin sınırını ve kurucu düşüncesinin perspektifini gösteriyor. Rousseau evde olaydı konuşacak çok şey vardı.