Türkiye'de yüzlerce yerde binlerce toplantı düzenleniyor her gün. İrili ufaklı sohbet, konferans, seminer, sempozyum, açık oturum ve diğerleri. Bunlardan ne kadarı faydalı oluyor? Etkinliklerin maddi ve manevi maliyetleri nedir ve atılan taş ürkütülen kurbağaya değiyor mu?
Yeni Şafak gazetesinde Kemal Öztürk, verimsiz toplantı serüvenlerini köşesine taşımış ve herkesin bildiği bir sır olan verimsiz toplantı ekosistemine çomak sokmuş. Bu köşeden ben de kendimce manzarayı yazayım. Az davet alan birisi olarak beni niye konuşmaya çağırmıyorsunuz diye sitem edeceğimi zannetmeyin. Dinleyici olmak, bir şeyler öğrenmeye çalışmak benim için çok daha keyifli. Hem yazmak, konuşmaktan daha az zahmetli ve daha verimli geliyor.
Peki nedir bu gürültü? Evvela her şeyi konuşarak halledebileceğimiz görüşüne takılıp kalıyoruz. Diyalog iyidir ama tek yolu konuşmak değildir. Televizyonlarda saatlerce süren tartışma programlarında artık katılımcıların bile birbirlerini dinlemek yerine akıllı telefonlarına odaklandıklarını söylüyorlar. İzlemediğim için görüş belirtmem yerinde olmaz ama katıldığım birçok toplantıda sözü ele geçirince uzattıkça uzatan karşısındakini izaha muhtaç talebeler gibi gören konuşmacılara muhatap oluyorum. Bunu engellemenin yolu ihtisas sahiplerine konuşabilecekleri küçük mecralar oluşturmaktan geçiyor. Dinleyici sayısı neredeyse etkinlikler için tek değerlendirme ve tabii ki başarı kriteri olarak kabul edilmiş durumda. Dinleyici için de konuşmacının popüler olması veya popüler konulara değinmesi sarmalı tamamlıyor. Sonrası? Birbirini tekrar eden yüzlerce saat konuşma. İnsan bir yerde sıkılıyor. Doğrusu konuşanların bile bu durumdan memnun olduğunu söylemek mümkün değil.
Konuşmalar nereye gelmeli diye soracak olursak... Bilgi vermekten öte ufuk açan, cevap vermekten ziyade yeni soruları hatıra getiren, tekrarı bırakıp ezberleri kırmak gerekiyor. Gerekirse, lüzumlu değilse konuşmayalım. Sükût bizi anlatsın.
Belagatin cazibesine kapılıp kendilerini olmadık durumlara düşüren kişiler olmayı kimse istemez. Bunun için toplantıları düzenleyenlerin mutlaka amaçlarını önceden belirlemeleri, konuşmacılara makul hazırlanma süreleri tanımaları ve sözün değerini düşürmemeleri gerekir. Yani konuşanlara biraz para mı versin diyorsunuz? Şart değil. Yeni nesil toplantı konseptleri artık konuşmacıların dinleyicilerle etkileşim içinde oldukları noktaya doğru gidiyor. Mütevazi toplantılar şaşalı salonlardaki zoraki konuşmalardan daha değerli. Doğal ve sürdürülebilir konuşma çemberleri giderek hormonlu konferans sisteminin pabucunu dama atıyor.
Söz mühimdir. Söz uçar yazı kalır denildiği zaman, sözün yazıya göre yayılma hızının etkinliğine işaret eder. Yazı statiktir. Söz ise kendisi başlı başına bir eylemdir. Nüanslar, tonlama, dinleyiciyle iç içe olup aynı havayı soluma sözün gücünü artırır.
Sözün gücünü bulacağı ortamlar var etmek, var olanları itibarlı hale getirmek hepimizin temel sorumluluğu olmalı. Yoksa bakın yıllarını ilme hasretmiş bir akademisyen, kendini bilmez bir güruh tarafından linç edilir de kimse neyi nasıl öğreneceğini bilemez.
Temel meselemiz sözün değerini verimsiz ortamlarda heba edilmesinin önüne geçilmesi olmalıdır. Bunun için de ne konuştuğumuz kadar, nasıl ve nerede konuştuğumuz da önemli. Tabii nerede kime hitap ettiğimiz de. Yoksa neden konuştuğumuz unutmamız işten bile değil.