Böyle bir toplantıya sekiz konuşmacının yanı sıra, sekiz-on akademisyen katılıyorsa, demek ki, akademisyenlerimizin kahir ekseriyetinin bu toplantıya katılmalarını gerektirecek ciddî bir sorunları yok.
“Hak verilmez alınır” diye bir söz vardır. Hakkın alınması için de istenmesi gerekir ve istemesini de bilmek gerekir. Lafa gelince sağda solda atıp tutan, ama sorumluluk almaya gelince yerinde yeller esen insanların, elde edeceği hiçbir hak olamaz. Vandallığı, sivil itaatsizlik; yakıp yıkmayı eylem zannedenlerin bolca bulunduğu günümüzde, mesele, oturup konuşmaya gelince kimseyi bulamıyoruz.
İş olup bitince “bize sorulmadı” diye çemkirenler, iş olurken fikrini söylemek için oturup konuşmaya üşeniyor. Kendini “ekselans” zannedenlerden bizim akademik câmiada da yok değil. Ülkemizin en ciddî ve öncelikli sorunu olan eğitimin, önemli bir bölümünü oluşturan üniversiteler ve akademik dünyânın sorunlarını, yetkili makamlara çözüm amacıyla bir kere daha hatırlatmak üzere yapılan toplantılarda katılımcı sayısına baktığımızda, her şey “güllük gülistanlık” gibi görünüyor.
Bu toplantılardan biri, 8 Aralık 2018 Cumartesi günü, Beyoğlu Belediyesi’nin ev sâhipliğinde Beyoğlu Akademi’de yapıldı. Organizatörlüğünü Dr. Göktan Ay’ın üstlendiği toplantıya konuşmacı olarak katıldım. Konuşmacı olarak dâvet edildiğimde, ortak sorunları paylaşan ve çözüm yolları bulup tavsiye edecek birçok akademisyenle bir araya geleceğimi umuyordum. Maalesef hayal kırıklığına uğradım.
Dâvet edilmelerine rağmen özellikle devlet üniversitelerinden hiçbir temsilcinin gelmediği toplantıda, eğitim konusunda faaliyet göstermek için kurulan STK’lardan da hiçbiri yoktu. Ne yazık ki, kurumsal olarak kulağını çınlattığımız YÖK de yoktu. Bu kurum ve kuruluşların bürokratik mâzeretleri olabilir. Ama devlet ve vakıf üniversiteleri bağlamında “akademisyenlerin güncel sorunları ve çözüm yolları” başlığıyla bir araya gelen akademisyenlerin sayısı iki elin parmaklarını zar zor geçti.
O zaman dans!
Bu manzaraya şâhit olan devletin bir yetkisi olduğumu hayal edip şu fikre vardım: Böyle bir toplantıya sekiz konuşmacının yanı sıra, sekiz-on akademisyen katılıyorsa, demek ki, akademisyenlerimizin kahir ekseriyetinin bu toplantıya katılmalarını gerektirecek ciddî bir sorunları yok.
“Sözümüzü duyuramıyoruz”, “Hükûmet bizi dinlemiyor”, “Üniversitelerde keyfî uygulamalar var” ve benzeri eleştirileri karnından konuşurcasına dillendiren binlerce akademisyenin salonu doldurması ve taşmasını görmek ne güzel olurdu.
Bu manzaradan haberdar olan yetkililer, sorunun ciddiyetini bir daha göreceklerdi. Yetkililerin, akademisyenlerin kendi sorunlarına çözüm bulmak için sorumluluk aldıklarını görmeleri bir kere daha mümkün olacaktı. Olmadı!
İletişimin en önemli unsurlarının başında gelen propaganda ve iknânın en önemli özelliği, düzenli şekilde tekrar edilmesidir. İletişim fakültesi üyesi ve fakat bir sosyal antropolog olarak ben bunu biliyorsam, diğer üniversitelerin iletişim fakültelerindeki meslektaşlarımız bunu bilmiyor olamaz. Acaba bu sorunların katılımın daha çok olduğu bir toplantıda daha gür ve yüksek bir sesle bir kere daha tekrarlanmasında nasıl bir gereksizlik olabilir?
Öncelikli sorunlar
İstanbul Üniversite Edebiyat Fakültesi’nden emekli Prof.Dr. Şafak Ural, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Doç.Dr. Süleyman Doğan, Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Doç.Dr. Özmen Öztürk, İstinye Üniversitesi’den Doç.Dr. Michael Kuyucu, Hitit Üniversitesi’nden Dr. Vahdet Özkoçak, Kocaeli Üniversitesi’nden Dr. Muhammed Bamyacı, İTÜ’den Müzdak Başkanı Dr. Göktan Ay’ın ve bendeniz konuşmacı olarak akademisyenlerin sorunlarını dillendirmeye çalıştığımız programda, başta doçentlik konusundaki son düzenlemeler olmak üzere, devlet ve vakıf üniversitelerindeki akademisyenlerin arasındaki yeşil pasaport gibi özlük hakları konularındaki dengesizlik ve haksız uygulamalar, ders kitabı yazarlığının akademik puan ile teşvik edilmesi, yabancı üniversitelerin denklik sorunları gibi konular ele alındı ve sonuç raporu yayınlandı.
Başta sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, eğitim ve öğretim politikaları kurulunun sayın üyeleri, sayın Millî Eğitim Bakanımız ve sayın YÖK başkanımızın dikkatine sunulan bu raporun, katılımcı sayısındaki nicelik eksikliğinin aksine, nitelik olarak amacına ulaşmasını diliyorum.
Bizler akademik dünyânın mensupları olarak üzerimize düşeni yaptığımızı düşünüyoruz. Daha fazlasını elimizden geldiğince yapmak için de hiçbir mâzeretimizin olmadığını ben şahsım adına söylemek istiyorum.
Bu raporun bütün sorunları kapsamak gibi bir iddiası yoktur. Ancak bu dâvete icâbet etmediği hâlde, “ama bizim sorunlarımız bu raporda yok” demesi kuvvetle muhtemel meslektaşlarımıza da, taşın altına ellerini koymayı tavsiye ediyorum.
Beyoğlu gibi merkezî bir yerde ve mesâi günü olmayan cumartesi günü saat 13:30 gibi uygun bir vakitte yapılan bu toplantıya katılmalarını engelleyecek kadar önemli işleri varsa, Allah kolaylık versin diyorum.