Günlük koşuşturmalarımız içerisinde Allah'ı yani bizi yaratana dönmek ve huzur bulma ihtiyacı içindeyiz.

Günlük koşuşturmalarımız içerisinde Allah’ı yani bizi yaratana dönmek ve huzur bulma ihtiyacı içindeyiz. Çünkü yaratılış olarak huzursuz olmaya çok meyilliyiz. Huzuru maazallah menfi yollarda gelip geçici şeylerle aramanın da tehlikesi var. Kendini namaz ile frenleyen bir kimse hem iç huzura kavuşur hem de kötülüklerden uzak kalır.

İnsan ancak Allah’ı ile baş başa kaldığı zaman onunla aracısız gönülden gönülle giden bir yolla dertleşebilir, ağlaşabilir. Bizi anlayan tek varlık O’dur. Dost olarak bize Allah yeter. Bekir Bin Abdullah demiş ki: ”Ey Ademoğlu! Eğer Allah’ın huzuruna izinsiz girmek ve onunla tercümansız konuşmak istersen bu mümkündür.” “Bu nasıl olur” diye sorduklarında ise “Abdestini alırsın, namaz kılacağın yere geçersin. İşte o an Allah’ın huzuruna izinsiz girersin ve O’nunla tercümansız konuşabilirsin.”

Şer’i olarak namaz Müslümanlara emredilmiş, yani farz kılınmış İslam’ın şartlarından ikincisidir. Hazreti Muhammed’in Miraca yükseldiği o kutlu gecede Peygamberimiz vasıtasıyla Müslümanlara namaz bir müjde olarak gelmiştir. Hazreti Peygamber namaz için, Gözümün Nuru, demiştir. Yine kültürümüzde “Namaz dinin direği” dendiği gibi halk arasında da “Namaz; yolda komaz!..” şeklindeki söylemlerle işlerimizin rast gitmesi, hayırla tamamlanması anlamında bir nevi uyarıdır bize. Namaz ve niyazla en kalbi yaklaşımı ve irtibatı kurabiliriz Mevlamızla. Lisan-ı kalb ve hulus-i kalb ile bütünleşiriz Yaratanımızla.

namaz1

Adem’e secde etmeyen Şeytan

Lanetli şeytan Allah’ın Adem’e secde et emrine uymadı böylelikle de cennetten kovuldu. Karşılığında da Allah’tan insanları günah işlemeye sevketmek için izin istedi. İşte bu yüzden Namazın hikmeti Adem’e secde etmeyen ama Allah’a secde eden müminin hikmetinde gizlidir.

Namaz Meditasyon değildir

Mistik doğu felsefeleri ile zaman zaman aynı kefeye konmaya çalışılan namaza bir meditasyon gözüyle bakmak yanlıştır. Mutlaka, sûrelerin tesiri ile gelen bir huzur bir arınmadan bahsedebiliriz namaz için. Ancak hikmet dediğimiz namazdaki muhasebe, mûrakebe, müşahede kavramlarını eksik bırakırız. Zira biz bu alemde öyle gelişi güzel var değiliz. Bizi Yaratanın bizi gözlediğini ve her an bizimle olduğunu bilme şuurunu da idrak etmeliyiz. Meditasyonun günümüzde popülist bir tarafı da var. Bu popülizim, insanı yükümlülüklerinden kaçmanın ve kendini aklamanın da kolay yolu olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden namaz bize her an sorumluluklarımızı ve yaratılmış olan her şeye karşı olan yükümlülüklerimizi hatırlatıp bizi insan olmaktan dolayı sorumlu kılar. İslam’ın tüm umdelerini hakkıyla yerine getiren, namazı sektirmeden tadil’i erken üzerine eda eden bir müminin ne doğu, ne batı hiç bir felsefeye ve anlayışa zerre kadar gereksinimi yoktur. Onun için şuurlu bir mümin ibadetini dünya işlerine göre ayarlamaz. İşlerini namaz vakitlerine göre ayarlar. Ömrü boyunca hiç namazını sektirmeden, hiç bir vaktini kazaya bırakmadan boyunca kılan müslümanlara “Sahib-i tertip” denir. Ne mutlu ki onlara ve namazın feyzinden daha çok nurlananlara!..

Namaz ile maksat Kalpte huzuru bulmaktır

Namaz evde tek başına veya ev halkı ile birlikte veya camiide topluca kılınsın sonuçta aynı anda yapılan ve manevi tesiri yüksek bir ibadettir. İslâm dininin en büyük özelliği tevhid dini olması nedeniyle ibadetlerin cemaat içinde gerçekleştirilmesi övülmüştür. Çünkü birliktelik ruhu insana manevi güç ve huzur verir. Bu birliktelik insanın sosyal hayatına da yansır. İhtiyacı olanlara yardım, manevi sıkıntıda olanlara teselli olmak gibi bir takım şeylere karşı insanda duyarlılık gelişir. Zaten bu yönü olmayan bir Müslümanın namazında eksiklik var demektir. Çünkü namazda istenen kalp huzurudur. Yoksa sureleri ezberden kalbin huzur duymadan söylemesinin ancak vazifesini yerine getiren bir makineden ibaret olur.

Namazda düşüncelerden kurtulmak

Allah’a kalbi selim ile varanların dışında kimse kurtulamaz. Çünkü esas olan samimiyet yani ihlastır. Kalp en çok ne ile ilgiliyse ona bağlanır. O yüzden kalbin eğitilmesi önemlidir. Kalp imanın ölçüsü kadar Allah’tan korkar. Buradaki korkmak Allah’ın rızasını yani sevgisini kazanamama korkusudur. İmam Gazali derki: “Kim bir şeyi severse sürekli onu hatırlar. Sevilen şeyin hatırası kalbi zorunlu olarak kuşatır. Bundan ötürü kim Allah’tan başkasını severse o kişinin namazı düşüncelerden kurtulmaz.” Açıkçası namaz sadece bir vazife olduğu için değil de, bir ibadet şuuruyla kılınmalıdır. Ancak o zaman vesveselerden ve dünyevi düşüncelerden kurtulmak mümkündür.

Secde Allah’ın Rahim sıfatına sığınaktır

Allah Rahimdir. Rahim korunaklı bir yerdir. Anne karnındaki rahim nasıl bir cenini her tür darbe ve kazadan korursa işte Allah’ın Rahim sıfatı, secde anında tıpkı bir cenin gibi bükülen mümini Allah koruması altına alır. Rahim ebed ile ilgilidir. Allah-ü Azimmüşşan Rahmetim gazabımı örtmüştür diyerek ölümden sonrasına da büyük müjde vermektedir. Secdede Allah’ın azameti karşısında bu merhameti iliklerine kadar hisseden bir mümin namazı terk etmez. Aslında böyle bir kula Allah namazı bıraktırmaz demek daha doğru olacaktır.

Miraç kandilinde Namaz ile ilişkimizi bir gözden geçirelim

Namazı hakkı ile kılabiliyor muyuz? Kalbimiz bu konuda huzur içinde mi? Yoksa dünya işlerini bahane edip namazı bir türlü hayatımıza yerleştiremiyor bunu sadece bir vazife gibi mi görüyoruz? Ya da Allah muhafaza namazı sadece günahlarımızı örtmek için mi kullanıyoruz. Kendimizi bu mübarek günde Allah ile olan samimiyetimizi tekrar gözden geçirme günüdür. Elbette beş vakit namaz bizi günde beş kez intizami olarak Allah’la başbaşa olmamızı sağlıyor. Bunun yanında Cuma namazı, cenaze namazı, teravih namazı gibi namazların da, İslam inancı ve kültürü içinde önemli yeri vardır.

namaz2

İddialarımız ayağımızdaki PRANGALARDIR

Hazreti Ali efendimiz dünyaya ait nimetlerin geçici olduğunu, buna mukabil mutlak nimet ancak öldükten sonra yaptığımız amellerimize karşılık verilecek olanlardır demiştir. Ama biz bu dünyaya öyle bir bağlanıyoruz ki hırslarımız bizi bir türlü serbest bırakmıyor. İddialarımızda öylesine büyük konuşuyoruz ki; kimse bizden daha doğrusunu bilemezmiş gibi kırıp geçiriyoruz. Hep söylüyoruz yapan yaptıran Allah’tır diye. Bu satırları okuyanlar, hep birlikte bir muhasebe yapmalıyız. Nimetler bize bu dünya için bahşedilmiş güzellikler olduğunu ve bir gün elimizin altından kayıp gideceğini bir tasavvur edebilsek üzüntüye kapılmayacağız.

Bu hafta Pazar günü Miraç kandilini idrak edeceğiz. İnşallah tefekkür, şükür, paylaşma, iddiaları terk etmeye vesile olur bu kutlu gün hepimize. Unutmayalım Pazar gününe vakit ayarlayalım, mahalle çocukları ile çocuklarımızı kaynaştıracak şekilde evde dökülmüş lokmadan, mis gibi kokan taze helvadan paylaştıralım. Evlerimizi kandile hazırlayalım, kandilleşelim. Kandil heyecanını ev halkı ve komşularımızla yaşayalım. Huzur bulalım. Keşke Fener alayları düzenleyebilsek yine eski zamanlardaki gibi.

Şimdiden bütün okurlarımızın Miraç kandilini kutluyorum. Mutlu ve huzurlu ömür diliyorum; günahlarımızdan arınarak.

Aşkın ve hayatın bir yönü çocuksu, bir yönü umutsu!..

foto2

Masumiyetin, güzelliğin, umudun, gelecek neslimizin ve koşulsuz sevginin adıdır çocuk... dünyanın neresinde öldürülürse bir çocuk bu kelimeler de bir bir can çekişir ve ölür. İnsanı bu dünyada yaşatacak yegâne şey çocukların yüzündeki tebessüm ve gözlerindeki umut ışığıdır. Çocuklar olmasaydı bu dünya nasıl bir yer olurdu düşünmek ve aklımdan geçirmek bile istemem. Işıksız, gri, soğuk, soluk bir yerde yaşam olsa bile aşk olabilir mi!.. Yüce Allah aşk ile halk etti bizi.

Aşk ile var oldu insanoğlu. Ne yazık ki; yaşlandıkça aşktan uzaklaşır olduk. Aşkı sadece bir bedene, ölmüş bir iskelete sığdırır olduk.

Oysa aşk maddeyle anlatılmaz ve maddi hiç bir yere sığmaz. Aşkın yeri ve mabedi kirlenmemiş temiz ve pak kalmış yüce bir kalptir. Temiz ve pak olan bir kalp bir çocuk masumiyetidir. İnanç da, ümit de, bitmeyen diriliş de o gülümseyen yüzde ve ışıltılı gözde gizlidir. Aşkın ve hayatın yönü çocuksu, bir yönü umutsudur vesselam.

PERİSKOP

Nisan tasında toplanan şifa

Nisan yağmurları bereket, şifa demektir. Özellikle Orta Anadolu’da ekinler için faydalı olan Nisan ayındaki yağmurlar sevinçle karşılanır. Tarihimizde de Selçuklulardan başlayarak daha sonra da Osmanlıda nisan yağmurları kaplarda biriktirilir ve şifa olarak içilir, yıkanılır, hayvanlara verilir hatta vücuda sürülürdü. Mevlevilerde nisan tası denilen bronzdan yapılmış taslarda biriktirilen yağmurlar dergaha gelenlere ikram edilirdi. Konya Mevlana Müzesinde bu ‘nisan tası’nı görebiliriz. Nisan yağmurlarının şifa olmasında bilimsel payı büyüktür. Çünkü nisan yağmurları okyanus ve büyük denizlerin buharlaşmasından oluşan yağmurlar olması sebebiyle, yüksek miktarda kullanılabilir demir ihtiva eder. Kış mevsiminden dolayı insan vücudundaki demir değeri en alt seviyeye gelir ve nisan yağmurlarında ıslanmak bu yüzden şifa olduğu söylenir. Tabi İstanbul gibi kentsel dönüşümün en fazla olduğu yerlerde, egzoz gazı ve hava kirliliğini de hesaba katacak olursak, nisan yağmurlarının şifası da tartışılabilir!..