Kimine göre 100 yıllık, kimine göre ise 140 yıllık bir sistem tarihin derinliklerine gömülmüştür.
Kimine göre 100 yıllık, kimine göre ise 140 yıllık bir sistem tarihin derinliklerine gömülmüştür.
Bu bir devrimdir!
Bu bir Anadolu ihtilalidir!
Kimse kendini kandırmasın…
16 Nisan’dan önceki mevcut sistem bir parlamenter sistem değildi.
Bir vesayet sistemiydi.
Bürokratik oligarşinin seçilmişlerin üstünde olduğu, halkın temsilcilerini bürokratik vesayetin yönlendirdiği bir sistemdi.
Dolayısıyla halk hiçbir zaman kendini iktidarda hissetmedi.
Evet, seçimler vardı, sandık vardı, meclis vardı ama ne irade ne de yönetim seçilmişlerin elinde değildi, parlamenter sistem içinde palazlanan vesayet odaklarının elindeydi.
İşte bu parlamenter sistem Kemalist rejimi, FETÖ’yü palazlandıran; birbiri içerisine sokarak birbirlerinden beslenmesini sağlayan ve dolayısıyla birbirlerini çığ gibi büyüten bir sistemdi.
Artık bu geride kaldı.
Türkiye ayaklarına dolanan o prangalardan kurtuldu ve “evet, söz de benim, yönetim de benim” diyerek kararını verdi.
Öyle sıradan bir değişiklik değil bu.
100 yıldır elimizi kolumuzu bağlayan bu vesayet sistemini ortadan kaldıracak olan değişiklik paketini Cumhurbaşkanı Erdoğan üç ay boyunca hiç durmadan anlattı.
Tek başına bir zafer kazandı adeta.
Kimse kendine pay çıkarmasın.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üç aydır meydanlarda neredeyse sabahlamadığı kaldı.
Gündüz meydanda, gece televizyonda tek tek anlattı maddeleri, tek tek Türkiye’yi dolaşarak milyonların kalbine, hislerine hitap etti.
Zaten bakıldığında da alınan oy oranının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişisel oyu olduğunu görüyoruz.
2014’teki oyla hemen hemen yakın bir oy oranı yakalandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan milletteki yerini korudu, güvenoyunu aldı ve millet ona “hedeflerinden vazgeçmeyerek durmadan yürü, biz arkandayız, destekliyoruz” mesajı verdi.
Az şeyle mücadele etmedi Erdoğan…
Batı’sı, Avrupa’sı, AB’si, AP’si, PKK’sı, FETÖ’sü, DHKP-C’si, DAEŞ’i ve daha birçok şer unsuru yüklendi Türkiye’nin üstüne doğru.
Terör örgütlerinin içinde bulunduğu tüm şer unsurları “hayır” kampanyasının CEO’luğunu üstlendiler.
Erdoğan’ın bu mücadelede ise yanında bir tek milleti vardı.
Onu hiçbir zaman bırakmayan, 15 Temmuz günü liderinin bir sözüyle şehit olmayı göze alan ve lideriyle birlikte bu toprakları tekrardan diriltmek için tarih sahnesine çıkan bir millet…
İşte o millet 16 Nisan’ın 15 Temmuz’un ertesi günü olduğunu çok net bir şekilde anlamıştı.
Lideriyle birlikte yürüyen bu kutlu ama bir o kadar da dikenli yolda vermiş oldukları mücadele Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesiydi.
İlk etap geçildi geçilmesine ama yürüyecek daha çok yol var.
Daha yeni başlıyoruz aslında.
16 Nisan’dan sonra başlıyor Yeni Türkiye’nin inşası.
Her şey bitmiş değil.
Düşmanın beli kırılsa da tezgâhları, kumpasları henüz bitmiş değil.
Ama bu yolda yürüdükçe ve bu yoldan sapmadıkça Türkiye’nin önü çok açık.
İşte 16 Nisan’da bu resmileşti, 15 Temmuz’daki o destansı diriliş kurumsallaşmış oldu.
Çünkü artık asker üniforması giymiş FETÖ’cü katillerin rahatça hareket edebildiği bir Türkiye olmayacak.
Millet ne derse o olacak, milletin üstünde bir güç olmayacak, tanınmayacak!
Farkında mısınız bilmiyorum…
Bu saatten sonra kurumsallaşan başka bir şey ise millet Erdoğan’dır, Erdoğan millettir.
Bunu yok saymaya çalışsalar da, görmezden gelseler de Erdoğan ve millet bu yolda yalnız yürüyor.
Onların yalnızlığı kalabalıkların içinde kimseye aldırış etmedikleri bir yalnızlık aslında.
Kimseye eyvallahı olmayan bir yalnızlık.
Bu işin kaderi böyle…
Bir davanız varsa, sadece üzerinde yaşadığınız topraklar değil, küresel çetenin mağdur ettiği tüm mazlumların ve mağdurların sorumluluğu üstünüzdeyse, her babayiğidin harcı da değildir bu yalnızlık.
Ama millet ve Erdoğan birbiriyle bütün olmuş ayrılmaz bir ikili artık.
Bu resmiyete döküldü ve bu ikili tarih sahnesine bir ülkeyi yeniden çıkartmak için şimdiden yola koyuldular.
Konuşacağımız daha çok şey var…
AK Parti’nin seçim kampanyasındaki sönüklüğünü, bu teşkilat yapısıyla artık devam edemeyeceğini ve yeni bir dilin, yeni bir arınmanın gerektiğini konuşacağız mesela.
Ya da…
Devlet Bahçeli’nin elinden geleni hakkıyla yaptığını ama MHP tabanının yeteri oranda oy vermediğini konuşacağız.
Yahut…
Mahalle zabıtası AKP’li fırıldakların kendi “gizli ‘hayır’cılıklarını” unutmak, unutturmak adına Bahçeli’ye saldırdığını ama kendi partilerinin eski cumhurbaşkanı ve eski başbakanına referandumda susmalarından ötürü tek bir kelime söyleyememelerini konuşacağız örneğin.
Yukarıda da dedim ya, asıl mücadele şimdi başlıyor…
Sadece bu toprakların değil, küresel merkez tarafından ezilen, katledilen tüm günahsızların sorumluluğu var üzerimizde.
Ve buna göre davranmak zorundayız.
Bu yol hata götürmez.
Bu yol tarihi bir eşikte sessiz kalmayı ya da gizliden gizliye şer cephesine çalışmayı hiç götürmez.
Hepsini konuşacağız.
Ama öncesinde dünyasına, batısına nasıl bir ders verdik onun manifestosunu kutlayalım.
Topu gelse de topuna birden verecek cevap çok.
Kutlu olsun!