Geçen yazıda rahmetli Cengiz Aytmatov’un popülerleştirdiği eski Türkçe bir kavram olan mankurt üzerinden Osmanlı’nın yıkılışında vatan ve namuslarını Majesteleri Britanya Kralına gönüllü veya şahsi menfaat karşılığı peşkeş çeken vatansızları anlatmıştım. Bunları mütareke münevveri olarak tanımlamıştım. Kimdi bu mütareke münevverleri? Filozof Rıza Tevfik, gazeteci Ali Kemal, ulemadan Sait Molla ve mülkiyeden Damat Ferit Paşa… Hepsi kendi ikbal ve istikballerini Majestelerinin inayetine teslim etmişlerdi. Bu mütareke münevverleri artık yaşamıyorlar ama habis ruhları içimizdeki yeni mütareke münevverleri arasında yeniden hayat bulmakta. Bugün isim vermeden bu mütareke münevverlerini savundukları fikirler üzerinden ifşa edeceğim. Göreceksiniz ki, çevrenizde bilerek veya bilmeyerek mankurt ve vatansız olan onlarca insan vardır.

TÜRKİYE İŞGAL ALTINDA MIDIR?

Hemen aklınıza bir soru gelecektir: “Hocam, şimdi mütareke dönemi var mı? Mütareke yoksa mütareke münevveri nasıl var olur?” Elbette ülkemiz işgal altında değildir, TSK yerlileşen silahlarıyla çok güçlüdür, devletimiz – ciddi iktisadi sorunlarına rağmen- bağımsızdır. Bu yüzden Cumhuriyet ve Türk Milletine karşı olan bu zevat düşmanlığı açıktan açığa değil, örtülü bir şekilde yapmaktadır. Aslında bu ve benzeri kişiler hemen hemen bütün dünyada bulunmaktadır. Çünkü 1970’lerde yavaş yavaş başlayan küreselleşme süreci 1990’da Soğuk Savaş’ın bitmesi ile birlikte uluslararası sermayenin güdümünde milli devletleri, millet olgusunu ve milli kimliği ortadan kaldıracak şekilde işlemeye başlamıştır. Uluslararası sermayenin dünyanın tamamında hakimiyetini pekiştirmek için milli devletlerin hakimiyetinin zayıflaması gerekmektedir. Büyük küresel kodamanların kurduğu vakıflar bazen çevrecilik ve doğa sevgisi, bazen demokrasi ve insan hakları bazen de LGBT hakları üzerinden milli kimliği, millete aidiyeti zayıflatacak propagandaları her geçen gün daha da arttırmaktadırlar. Süreç öyle şiddetlenmiştir ki, küreselleşmeyi kendi çıkarına kullanmak isteyen ABD gibi emperyalist bir devleti bile tehdit edecek hale gelmiştir. Pekiyi, uluslararası sermaye bu propagandayı kiminle yapmaktadır? Etki ajanları ya da, diğer adıyla, lümpen entelijansiya…

ETKİ AJANI VEYA LÜMPEN ENTELİJANSİYA KİME DENİR?

Lumpen entelijansiya İngilizce “lumpenintelligentsia” kelimesinin tercümesidir. Oxford Sözlüğünde kelimenin anlamı şöyle verilir: “Entelijansiyanın topluma yararlı bir katkı yapmadığı ya da zevkten, kültürden vs. yoksun olduğu kabul edilen bir kesimi. Ayrıca daha genel olarak: Kolektif olarak değersiz ya da güçsüz görülen entelijansiya” ("lumpenintelligentsia". OxfordDictionaries.com. Oxford University Press.) Pekiyi entelijansiya nedir? Entelijansiya, bir toplumun siyasetini, politikalarını ve kültürünü eleştiren, şekillendiren ve yönlendiren karmaşık zihinsel çabalarla meşgul olan üniversite eğitimli insanlardan oluşan bir statü sınıfıdır; bu haliyle, entelijansiya akademisyenler, filozoflar, öğretmenler, gazeteciler ve edebiyat yazarlarından oluşur. Bu anlamda lümpen entelijansiya toplumun siyasetini, politikalarını ve kültürünü olumlu yönde eleştirip gelişmesini yol açmayan, aksine toplumun gelişmesinin önünde engel olan, hatta toplum dışı etkenlerin toplum içinde temsilcisi olan, milli kültür ve zevkten yoksun kesim anlaşılır. Etki ajanı ise bir ülkedeki kamuoyunu etkilemek veya başka bir ülkeye faydalı sonuçlar üretmek için karar almak amacıyla konumlarını kullandığı söylenen bazı itibara sahip kişileri tanımlamak için kullanılan tartışmalı bir terimdir. Terim, hem bir istihbarat servisinin kontrolü altında faaliyet gösteren bilinçli ajanları hem de "yararlı aptal" olarak sınıflandırılabilecek siyasi muhalifleri, yani eylemlerinin yabancı bir gücün çıkarlarını nasıl desteklediğinden tamamen habersiz birilerini tanımlamak için kullanılır. Küreselleşme sürecinin uluslararası sermayenin güdümünde olduğu, uluslararası sermayenin iktisadi çıkarları için milli devletlerin otorite ve etkisinin zayıflatılmak istendiği temel alınırsa, uluslararası fonlar tarafından beslenen ve örgütlenen aydınlatılmış arkadaşların hem lümpen entelijansiyaya mensup hem de etki ajanı olduğu söylenebilir. Amaçları küresel vatandaş olmak, küresel topluma entegre olmak, vatanı ve milli değerleri insanlığın gelişimi önünde bir engel olduğunu anlatmak olan bu insanların orijinal mütareke münevverleri ile benzerliği şâyan -ı hayrettir. Pekiyi ülkemizde son 20 yılda ortaya çıkmış bu yeni “mütareke münevverlerini” nasıl tanıyacağız? Burada bunları kronolojik bir sırayla -kendime göre- sınıflandırdım: “Liboşlar”, “Yes be Annemciler”, “Yetmez ama Evetçiler”, “Çözümcüler” ve “Türkiyeliler”.

LİBOŞLAR!

Soğuk Savaş bittiğinde eskiden kendini sosyalist olarak tanımlayan bazı aydınlatılmışlar hemen yeni şartlara uyum sağladılar: Artık onlar kendilerini liberal demokrat olarak tanımlamaktaydılar. Burada gerçekten çok az sayıdaki liberali tenzih ederim ancak bu zamana ve zemine göre renk değiştiren arkadaşlar hızlı bir şekilde Batı dünyasından fonlarla desteklenen hareketlere mensup oldular. Onlara göre insanlığın önündeki en büyük engel milli devletler, insanlığın gelişimini yavaşlatacak en tehlikeli olgu millet olgusu idi. Bunlar terkedilmeli, evrensel gerçekler (o da ne demekse) doğrultusunda ülke serbest piyasa ekonomisine açılmalıydı. Kendilerine liberal diyen ama kamuoyunda “liboş” olarak tanınan bu arkadaşlar özelleştirmeyi, dışarıdan kontrolsüz yabancı sermaye girişlerini ve bu günlerde de kaçak işgücü ithalatını hararetle savundular, savunmaya devam etmektedirler. Liboşların en önemli özelliği Küresel emperyalizmden yana olmak kadar, aynı zamanda, iktidara kim gelmişse ondan yana olmaktır. Bu da tamamen duygusal sebeplerledir.

YES BE ANNEMCİLER!

AK Parti’nin iktidara ilk geldiği yıllarda Kıbrıs Meselesi gündeme geldi. AB bizi birliğe almak için Kıbrıs’ta tek devletli çözüme razı gelmemiz gerektiğini, öyle olursa hem Kıbrıs hem de Türkiye’nin AB’ye tam üye olabileceğini telkin etmişti. Bizdeki etki ajanları, liboşların önderliğinde, vaveylayı başlattılar: “Kıbrıs Türkiye için bir ayak bağıydı. Hem Kıbrıslılar da Türk olmak istemiyordu. Kıbrıs’ta çözüme karşı gelmek ve ‘Kıbrıs Türktür!’ demek faşistlikti. Ecevit ve Erbakan’ın yoldaşı, milli kahramanımız Denktaş statükocu ve hırsızdı.” İşte bu zevat – ı namuhtereme (saygın olmayan kişiler) Kıbrıs’taki referandumda Annan Planı’nın kabulü için “Yes be Annem!” sloganını attılar. Allah’tan Rumlar hayır dedi de, habis plan işlemedi. AB ne yaptı? Rum Kesimini AB’ye aldı! YETMEZ AMA EVETÇİLER! 2011 yılında Anayasa Değişimi sürecinde bir kısım “liboş” ve “Yes be Annemci” bu sefer “Yetmez ama Evetçi” olarak arz-ı endam ettiler. Aslında AK Parti Hükümeti kendisine ayak bağı olduğunu düşündüğü yüksek yargıyı güçten düşürmek ve kısmen kendi kontrolüne almak için bir dizi değişiklik önermişti. Bu mütareke münevverlerine göre tümden Türkiye Cumhuriyeti’ni tasviye etmek ve Sevr Hükümlerini hayata geçirmek gerekliydi de, şimdilik bu değişimlere de “Yetmez ama Evet” demek gerekiyordu. Zaman içinde gördük ki bu kişiler küresel emperyalizmin maşası ve tetikçisi FETÖ casus teşkilatından nemalanmaktaydılar.

ÇÖZÜMCÜLER

2012 yılında, sonradan Sayın Cumhurbaşkanı’nın da kabul ettiği gibi, siyasi bir hatayla “Çözüm Süreci” denen proje başlatıldı. Temelde PKK’nın silah bıraktırılması için bölücü terör örgütünün siyasi kanadı vasıtasıyla Eşkıyabaşı Öcalan’la iletişim sağlandı. Tabii ki, çakal çakaldır, kurt da kurttur. Bölücü Terör Örgütü silah bırakmayı bir tarafa koyun, bütün Güneydoğu vilayetlerimizi silah deposuna çevirdi, o dönemde devlet güçlerinin “proje gereği” göz yummasından da istifade ederek Güneydoğu’daki il ve ilçelerimizde özyönetim ilan etti. İşte bu “Çözüm Süreci” adı verilen çözülme sürecinde mütareke münevverleri yeniden piyasaya çıktılar. Onlara göre Türk demek ilkellik, Türk olduğunu söylemek faşistlikti! Şimdi çok sıkı Reisçi olarak bilinen bir Hanım Ablamız Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milletinin ismini, bayrağını değiştirmesi gerektiğini söyledi. Bu Hanım Ablamız Casus Başı Feto’dan övgüyle “Hocaefendi!” diye bahsederken, o günlerde omuzlarında poşu Eşkıyabaşı Apo’nun “önümüzü aydınlattığını” söylüyordu. Ancak hiçbir milli devlet kendi otoritesini sıfırlamaya tahammül edemez. Çakallar çakal olduğu gibi kurtlar da kurttur!

TÜRKİYELİLER!

2023 Seçimlerinin hemen sonrasında kaşarlanmış liboşların, eski “Yes be Annemci”, “Yetmez ama Evetçi” ve “Çözümcülerin” ortaklaşa desteği ile yeni furya başladı: Türkiyelilik! Bunlara göre Türk Edebiyatı, Türk ekonomisi, Türk Müziği demek faşistlikti, ırkçılıktı! Türkçe edebiyat, Türkiye ekonomisi, Türkiye Müziği denmesi ise demokratlıktı. Ama Alman Edebiyatı, Kürt Edebiyatı, Fransız Sineması, İtalyan mutfağı diyebilirdiniz… Sonra Türk Milleti demek de faşistlik ve ırkçılık sayılmaya başlandı. Bunlara göre Osmanlı’nın II. Mahmut’tan sonraki Hükümdarları (Vahıdeddin hariç), bütün İttihatçılar, başta Aziz Atatürk olmak üzere bütün Cumhuriyet yönetici ve politikacıları faşist, eli kanlı ırkçıdırlar. Çünkü Padişahlar Türk Hakanı unvanı kullanmakta, Cumhuriyet Yöneticileri ise Türk Milleti adına görev yapmaktaydılar. Bunlara göre demokrat bir insan “Türkiyeliyim!” demeliydi. Fransız Fransızım, Alman Almanım, İngiliz İngilizim diyecek, Türk Türküm derse faşist olacak, ırkçı olacak! Ne güzel İstanbul be! İşte bu yüzden bugün “Türkiyeliyim!” diyenin Sait Molladan, Ali Kemal’den, Damat Ferit’ten farkı yoktur! Eksiği yoktur, fazlası vardır!