MÜTAREKE MÜNEVVERLERİ – II: LİBOŞLAR, YES BE ANNEMCİLER, YETMEZ AMA EVETÇİLER, ÇÖZÜMCÜLER VE TÜRKİYE
Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Geçen yazıda rahmetli Cengiz Aytmatov’un popülerleştirdiği eski Türkçe bir kavram olan mankurt
üzerinden Osmanlı’nın yıkılışında vatan ve namuslarını Majesteleri Britanya Kralına gönüllü veya şahsi
menfaat karşılığı peşkeş çeken vatansızları anlatmıştım. Bunları mütareke münevveri olarak
tanımlamıştım. Kimdi bu mütareke münevverleri? Filozof Rıza Tevfik, gazeteci Ali Kemal, ulemadan
Sait Molla ve mülkiyeden Damat Ferit Paşa… Hepsi kendi ikbal ve istikballerini Majestelerinin
inayetine teslim etmişlerdi. Bu mütareke münevverleri artık yaşamıyorlar ama habis ruhları içimizdeki
yeni mütareke münevverleri arasında yeniden hayat bulmakta. Bugün isim vermeden bu mütareke
münevverlerini savundukları fikirler üzerinden ifşa edeceğim. Göreceksiniz ki, çevrenizde bilerek veya
bilmeyerek mankurt ve vatansız olan onlarca insan vardır.
TÜRKİYE İŞGAL ALTINDA MIDIR?
Hemen aklınıza bir soru gelecektir: “Hocam, şimdi mütareke dönemi var mı? Mütareke yoksa
mütareke münevveri nasıl var olur?” Elbette ülkemiz işgal altında değildir, TSK yerlileşen silahlarıyla
çok güçlüdür, devletimiz – ciddi iktisadi sorunlarına rağmen- bağımsızdır. Bu yüzden Cumhuriyet ve
Türk Milletine karşı olan bu zevat düşmanlığı açıktan açığa değil, örtülü bir şekilde yapmaktadır.
Aslında bu ve benzeri kişiler hemen hemen bütün dünyada bulunmaktadır. Çünkü 1970’lerde yavaş
yavaş başlayan küreselleşme süreci 1990’da Soğuk Savaş’ın bitmesi ile birlikte uluslararası
sermayenin güdümünde milli devletleri, millet olgusunu ve milli kimliği ortadan kaldıracak şekilde
işlemeye başlamıştır. Uluslararası sermayenin dünyanın tamamında hakimiyetini pekiştirmek için milli
devletlerin hakimiyetinin zayıflaması gerekmektedir. Büyük küresel kodamanların kurduğu vakıflar
bazen çevrecilik ve doğa sevgisi, bazen demokrasi ve insan hakları bazen de LGBT hakları üzerinden
milli kimliği, millete aidiyeti zayıflatacak propagandaları her geçen gün daha da arttırmaktadırlar.
Süreç öyle şiddetlenmiştir ki, küreselleşmeyi kendi çıkarına kullanmak isteyen ABD gibi emperyalist
bir devleti bile tehdit edecek hale gelmiştir. Pekiyi, uluslararası sermaye bu propagandayı kiminle
yapmaktadır? Etki ajanları ya da, diğer adıyla, lümpen entelijansiya…
ETKİ AJANI VEYA LÜMPEN ENTELİJANSİYA KİME DENİR?
Lumpen entelijansiya İngilizce “lumpenintelligentsia” kelimesinin tercümesidir. Oxford Sözlüğünde
kelimenin anlamı şöyle verilir:
“Entelijansiyanın topluma yararlı bir katkı yapmadığı ya da zevkten, kültürden vs. yoksun olduğu
kabul edilen bir kesimi. Ayrıca daha genel olarak: Kolektif olarak değersiz ya da güçsüz görülen
entelijansiya” ("lumpenintelligentsia". OxfordDictionaries.com. Oxford University Press.)
Pekiyi entelijansiya nedir? Entelijansiya, bir toplumun siyasetini, politikalarını ve kültürünü eleştiren,
şekillendiren ve yönlendiren karmaşık zihinsel çabalarla meşgul olan üniversite eğitimli insanlardan
oluşan bir statü sınıfıdır; bu haliyle, entelijansiya akademisyenler, filozoflar, öğretmenler, gazeteciler
ve edebiyat yazarlarından oluşur. Bu anlamda lümpen entelijansiya toplumun siyasetini, politikalarını
ve kültürünü olumlu yönde eleştirip gelişmesini yol açmayan, aksine toplumun gelişmesinin önünde
engel olan, hatta toplum dışı etkenlerin toplum içinde temsilcisi olan, milli kültür ve zevkten yoksun
kesim anlaşılır.
Etki ajanı ise bir ülkedeki kamuoyunu etkilemek veya başka bir ülkeye faydalı sonuçlar üretmek için
karar almak amacıyla konumlarını kullandığı söylenen bazı itibara sahip kişileri tanımlamak için kullanılan tartışmalı bir terimdir. Terim, hem bir istihbarat servisinin kontrolü altında faaliyet gösteren
bilinçli ajanları hem de "yararlı aptal" olarak sınıflandırılabilecek siyasi muhalifleri, yani eylemlerinin
yabancı bir gücün çıkarlarını nasıl desteklediğinden tamamen habersiz birilerini tanımlamak için
kullanılır.
Küreselleşme sürecinin uluslararası sermayenin güdümünde olduğu, uluslararası sermayenin iktisadi
çıkarları için milli devletlerin otorite ve etkisinin zayıflatılmak istendiği temel alınırsa, uluslararası
fonlar tarafından beslenen ve örgütlenen aydınlatılmış arkadaşların hem lümpen entelijansiyaya
mensup hem de etki ajanı olduğu söylenebilir. Amaçları küresel vatandaş olmak, küresel topluma
entegre olmak, vatanı ve milli değerleri insanlığın gelişimi önünde bir engel olduğunu anlatmak olan
bu insanların orijinal mütareke münevverleri ile benzerliği şâyan -ı hayrettir. Pekiyi ülkemizde son 20
yılda ortaya çıkmış bu yeni “mütareke münevverlerini” nasıl tanıyacağız? Burada bunları kronolojik bir
sırayla -kendime göre- sınıflandırdım: “Liboşlar”, “Yes be Annemciler”, “Yetmez ama Evetçiler”,
“Çözümcüler” ve “Türkiyeliler”.
LİBOŞLAR!
Soğuk Savaş bittiğinde eskiden kendini sosyalist olarak tanımlayan bazı aydınlatılmışlar hemen yeni
şartlara uyum sağladılar: Artık onlar kendilerini liberal demokrat olarak tanımlamaktaydılar. Burada
gerçekten çok az sayıdaki liberali tenzih ederim ancak bu zamana ve zemine göre renk değiştiren
arkadaşlar hızlı bir şekilde Batı dünyasından fonlarla desteklenen hareketlere mensup oldular. Onlara
göre insanlığın önündeki en büyük engel milli devletler, insanlığın gelişimini yavaşlatacak en tehlikeli
olgu millet olgusu idi. Bunlar terkedilmeli, evrensel gerçekler (o da ne demekse) doğrultusunda ülke
serbest piyasa ekonomisine açılmalıydı. Kendilerine liberal diyen ama kamuoyunda “liboş” olarak
tanınan bu arkadaşlar özelleştirmeyi, dışarıdan kontrolsüz yabancı sermaye girişlerini ve bu günlerde
de kaçak işgücü ithalatını hararetle savundular, savunmaya devam etmektedirler. Liboşların en
önemli özelliği Küresel emperyalizmden yana olmak kadar, aynı zamanda, iktidara kim gelmişse
ondan yana olmaktır. Bu da tamamen duygusal sebeplerledir.
YES BE ANNEMCİLER!
AK Parti’nin iktidara ilk geldiği yıllarda Kıbrıs Meselesi gündeme geldi. AB bizi birliğe almak için
Kıbrıs’ta tek devletli çözüme razı gelmemiz gerektiğini, öyle olursa hem Kıbrıs hem de Türkiye’nin
AB’ye tam üye olabileceğini telkin etmişti. Bizdeki etki ajanları, liboşların önderliğinde, vaveylayı
başlattılar: “Kıbrıs Türkiye için bir ayak bağıydı. Hem Kıbrıslılar da Türk olmak istemiyordu. Kıbrıs’ta
çözüme karşı gelmek ve ‘Kıbrıs Türktür!’ demek faşistlikti. Ecevit ve Erbakan’ın yoldaşı, milli
kahramanımız Denktaş statükocu ve hırsızdı.” İşte bu zevat – ı namuhtereme (saygın olmayan kişiler)
Kıbrıs’taki referandumda Annan Planı’nın kabulü için “Yes be Annem!” sloganını attılar. Allah’tan
Rumlar hayır dedi de, habis plan işlemedi. AB ne yaptı? Rum Kesimini AB’ye aldı!
YETMEZ AMA EVETÇİLER!
2011 yılında Anayasa Değişimi sürecinde bir kısım “liboş” ve “Yes be Annemci” bu sefer “Yetmez ama
Evetçi” olarak arz-ı endam ettiler. Aslında AK Parti Hükümeti kendisine ayak bağı olduğunu
düşündüğü yüksek yargıyı güçten düşürmek ve kısmen kendi kontrolüne almak için bir dizi değişiklik
önermişti. Bu mütareke münevverlerine göre tümden Türkiye Cumhuriyeti’ni tasviye etmek ve Sevr
Hükümlerini hayata geçirmek gerekliydi de, şimdilik bu değişimlere de “Yetmez ama Evet” demek
gerekiyordu. Zaman içinde gördük ki bu kişiler küresel emperyalizmin maşası ve tetikçisi FETÖ casus
teşkilatından nemalanmaktaydılar.
ÇÖZÜMCÜLER 2012 yılında, sonradan Sayın Cumhurbaşkanı’nın da kabul ettiği gibi, siyasi bir hatayla “Çözüm Süreci”
denen proje başlatıldı. Temelde PKK’nın silah bıraktırılması için bölücü terör örgütünün siyasi kanadı
vasıtasıyla Eşkıyabaşı Öcalan’la iletişim sağlandı. Tabii ki, çakal çakaldır, kurt da kurttur. Bölücü Terör
Örgütü silah bırakmayı bir tarafa koyun, bütün Güneydoğu vilayetlerimizi silah deposuna çevirdi, o
dönemde devlet güçlerinin “proje gereği” göz yummasından da istifade ederek Güneydoğu’daki il ve
ilçelerimizde özyönetim ilan etti. İşte bu “Çözüm Süreci” adı verilen çözülme sürecinde mütareke
münevverleri yeniden piyasaya çıktılar. Onlara göre Türk demek ilkellik, Türk olduğunu söylemek
faşistlikti! Şimdi çok sıkı Reisçi olarak bilinen bir Hanım Ablamız Türkiye Cumhuriyeti ve Türk
Milletinin ismini, bayrağını değiştirmesi gerektiğini söyledi. Bu Hanım Ablamız Casus Başı Feto’dan
övgüyle “Hocaefendi!” diye bahsederken, o günlerde omuzlarında poşu Eşkıyabaşı Apo’nun
“önümüzü aydınlattığını” söylüyordu. Ancak hiçbir milli devlet kendi otoritesini sıfırlamaya tahammül
edemez. Çakallar çakal olduğu gibi kurtlar da kurttur!
TÜRKİYELİLER!
2023 Seçimlerinin hemen sonrasında kaşarlanmış liboşların, eski “Yes be Annemci”, “Yetmez ama
Evetçi” ve “Çözümcülerin” ortaklaşa desteği ile yeni furya başladı: Türkiyelilik! Bunlara göre Türk
Edebiyatı, Türk ekonomisi, Türk Müziği demek faşistlikti, ırkçılıktı! Türkçe edebiyat, Türkiye
ekonomisi, Türkiye Müziği denmesi ise demokratlıktı. Ama Alman Edebiyatı, Kürt Edebiyatı, Fransız
Sineması, İtalyan mutfağı diyebilirdiniz… Sonra Türk Milleti demek de faşistlik ve ırkçılık sayılmaya
başlandı. Bunlara göre Osmanlı’nın II. Mahmut’tan sonraki Hükümdarları (Vahıdeddin hariç), bütün
İttihatçılar, başta Aziz Atatürk olmak üzere bütün Cumhuriyet yönetici ve politikacıları faşist, eli kanlı
ırkçıdırlar. Çünkü Padişahlar Türk Hakanı unvanı kullanmakta, Cumhuriyet Yöneticileri ise Türk Milleti
adına görev yapmaktaydılar. Bunlara göre demokrat bir insan “Türkiyeliyim!” demeliydi. Fransız
Fransızım, Alman Almanım, İngiliz İngilizim diyecek, Türk Türküm derse faşist olacak, ırkçı olacak! Ne
güzel İstanbul be!
İşte bu yüzden bugün “Türkiyeliyim!” diyenin Sait Molladan, Ali Kemal’den, Damat Ferit’ten farkı
yoktur! Eksiği yoktur, fazlası vardır!
Yorumlar