Bu izlenimlerime dayanarak birkaç yazı boyunca muhafazakârlık üzerinde görüşlerimi açıklamak istiyorum.

Cumhuriyetin Yüzüncü yılındayız. Ne acıdır ki, devletimiz koskoca bir asrı devirmiş ama ne doğru dürüst bir kutlama var ne de halkımız bu yüzyıl dönümünü gurur ve şevkle idrak etmede… Bunun sebebi Türk toplumunun son 20 yılda başta küreselleşmenin ve yıkıcı siyaset dilinin etkileri olmak üzere çeşitli etkenlerle kendi ortak değerlerini kaybetmeye başlaması ve birbirine yabancı mahallelere bölünmüş olmasıdır. Cumhuriyet’in vatandaşı, Cumhuriyet’in sanatçısı, Cumhuriyet’in bilim insanı hatta Cumhuriyet’in yöneticisi olup Cumhuriyet’e düşman gözle bakabilmek ciddi şekilde incelenmesi gereken psikolojik ve sosyolojik bir arızaya işaret etmektedir.

Bu izlenimlerime dayanarak birkaç yazı boyunca muhafazakârlık üzerinde görüşlerimi açıklamak istiyorum. Çünkü medeni toplumlarda muhafazakârlar o toplumun ortak norm ve değerlerini korumayı kendilerine temel düstûr edinirler. Görünüşte Türkiye 1950’den bu yana (arada birkaç yıllık istisnalar haricinde) muhafazakâr siyasi partiler tarafından idare edilmektedir. Eğer 73 yıl boyunca muhafazakâr siyasetin hâkim olduğu bir yönetim süreci varken toplumun bölünmeye başladığı, değerlerinin dış etkenlere karşı çok zayıfladığı, aile kurumunun önemini kaybettiği, milli ve dini aidiyetin zayıfladığı ve vatandaşlık bilincinin aşındığı bir atmosfer oluşmuşsa, ya muhafazakâr yönetimler gerçekten muhafazakâr değildir, ya muhafazâ edilmek istenen değerler çok iptidâi ve kırılgandır ya da muhafazakâr siyaset yetersiz ve başarısızdır. Bu üç farklı görüşü Türkiye özelinde savunan kişi ve/veya kesimler bulunmaktadır. Ahalimiz ise bir kavram ve kafa karışıklığından mustariptir. Kimin sağcı, kimin solcu olduğu; ortak değerlerimizin ne olduğu; hatta bizlerin kim olduğumuz hakkında her kafadan bir ses çıkmaktadır. Bu yüzden bu yazımda ilk önce kavramları yerli yerine oturtalım istedim. Muhafazakârlık nedir, kime muhafazakâr denir, bu tanım ülkeden ülkeye zamandan zaman değişir mi? Bu sorulara cevap vereceğim.

MUHAFAZAKÂRLIK NEDİR?

Muhafazakarlık, geleneksel kurumları, gelenekleri ve değerleri teşvik etmeyi ve korumayı amaçlayan kültürel, sosyal ve politik bir felsefedir. Muhafazakarlığın temel ilkeleri, içinde ortaya çıktığı kültür ve medeniyete göre değişiklik gösterebilir. Batı kültüründe, belirli bir ulusa bağlı olarak muhafazakarlar, çekirdek aile, örgütlü din, ordu, mülkiyet hakları ve monarşi gibi bir dizi sosyal kurumu teşvik etmeye çalışırlar. Muhafazakarlar, toplumsal düzeni garanti altına alan ve yavaş yavaş gelişen kurumları ve uygulamaları tercih etme eğilimindedir. Muhafazakarlığın taraftarları genellikle modernitenin belirli yönlerine (örneğin kitle kültürü ve laiklik) karşı çıkarlar ve geleneksel değerlere geri dönüş ararlar, ancak farklı muhafazakar gruplar korumak için farklı geleneksel değerleri seçebilirler.

Terimin siyasi bağlamda ilk yerleşik kullanımı, Fransız Devrimi'nin politikalarını geri almaya çalışan Bourbon Restorasyonu döneminde François-René de Chateaubriand ile 1818'de ortaya çıktı. Tarihsel olarak sağcı siyasetle ilişkilendirilen bu terim, o zamandan beri geniş bir görüş yelpazesini tanımlamak için kullanıldı. Muhafazakar olarak kabul edilen tek bir politika dizisi yoktur çünkü muhafazakarlığın anlamı, belirli bir yer ve zamanda neyin geleneksel olarak kabul edildiğine bağlıdır.

Muhafazakar düşünce, mevcut geleneklere ve ulusal kültürlere uyum sağladığı için önemli ölçüde değişiklik göstermiştir. Örneğin, bazı muhafazakarlar daha fazla ekonomik müdahaleyi savunurken diğerleri daha fazla laissez-faire görüşünü, yani serbest piyasa ekonomisini savunur. Bu nedenle, dünyanın farklı yerlerinden gelen ve her biri kendi geleneklerini koruyan muhafazakarlar, çok çeşitli konularda fikir ayrılığına düşebilir. Bu duruma örnek olarak Fransız Devrimi'ne karşı çıkan ancak Amerikan Devrimi'ni destekleyen 18. yüzyılda bir politikacı olan Edmund Burke, 1790'larda Anglo-Sakson muhafazakarlığının ana teorisyenlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Günümüzde muhafazakâr klişesi altında tanımlanan çok farklı siyasi ve toplumsal kurumları birleştiren ortak sorun küreselleşmenin etkileridir. Küreselleşme hem çok hızlı bir iktisadi değişim hem de kültürel farklılıkların hızla silindiği bir toplumsal sürece yol açmaktadır.

MUHAFAZAKÂRLIĞIN FARKLI TANIMLARI

Samuel P. Huntington gibi bazı siyaset bilimciler muhafazakarlığı durumsal, yani ilgili toplumun içinde bulunduğu duruma bağlı, olarak gördüler. Bu tanıma göre muhafazakarlar “kendi zamanlarının yerleşik kurumlarını savunan kişiler” olarak görülür. Yine de farklı düşünürler farklı temalara bağlı olarak farklı muhafazakârlık tanımları geliştirmişlerdir.

GELENEK (TRADITION)

Evrensel bir tanımın olmamasına rağmen, bazı temaların muhafazakar düşüncede ortak olduğu kabul edilebilir. Michael Oakeshott'a göre “muhafazakar olmak tanıdık olanı bilinmeyene, denenmişi denenmemişe, gerçeği gizeme, gerçek olanı mümkün olana, sınırlı olanı sınırsıza, yakını uzağa, yeterli olanı fazla olana, uygun olanı mükemmele, şimdiki kahkahayı hayalî mutluluğa tercih etmektir.” Yani muhafazakârlık aslında elinde olanın kıymetini bilmek, ata sözünde dendiği gibi “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak”, yani tarihsel birikim sonucunda miras alınan değer, norm ve davranışları bilinemeyecek ve anlaşılamayacak yeni değer, norm ve davranışlara tercih etmek anlamına gelmektedir. Bu tür bir gelenekçilik, 'ölülere oy' veren toplumsal örgütlenmenin zamanla test edilmiş yöntemlerine duyulan güvenin bir yansıması olabilir. Gelenekler aynı zamanda o toplumdaki insanları bir araya getiren bir kimliğe aidiyet duygusunu da temsil edebilir.

HİYERARŞİ

Geleneğe dayalı muhafazakarlık tanımının aksine, Corey Robin gibi bazı sol görüşlü siyaset teorisyenleri, muhafazakarlığı öncelikle “sosyal ve ekonomik eşitsizliğin genel savunusu” olarak tanımlıyor. Bu perspektiften bakıldığında, muhafazakarlık, eski kurumları ayakta tutma girişiminden çok Robin’in kendi sözleriyle, "güce sahip olmanın, onun tehdit altında olduğunu görmenin ve onu geri kazanmaya çalışmanın hissedilen deneyimi üzerine bir meditasyon ve bu deneyimin teorik bir yorumudur".

Siyaset filozofu Yoram Hazony, geleneksel muhafazakar bir toplumda üyelerin, yaş, deneyim ve bilgelik gibi faktörleri içeren sosyal hiyerarşi içinde onurlandırıldıkları ölçüde önem ve etkiye sahip olduklarını ileri sürer. Dolayısıyla Hazony’ye göre muhafazakârlık bu bireylerin sahip oldukları güç ve itibarı koruma içgüdüsü ile güç ve itibarlarını kaybetme korkusuna dayanır. Her iki düşünüre göre toplumlarda gücü ve üretim ilişkilerini kontrol eden zümreler bu gücü kaybetmemek için muhafazakâr görüşleri sahiplenirler.

GERÇEKÇİLİK (REALISM)

Muhafazakarlık, Noël O'Sullivan tarafından "insanın kusurluluğu felsefesi" olarak adlandırılmıştır ve bu, taraftarları arasında insan doğasına ilişkin olumsuz bir bakış açısını ve onu 'ütopik' planlar yoluyla iyileştirme potansiyeline ilişkin karamsarlığı yansıtmaktadır. Kısaca açıklayacak olursam O’Sullivan’a göre insan doğası gereği kusurludur, bu kusurlu doğa kaosa evrilmeye ve toplumsal düzenin bozulmasına eğimlidir. Bu yüzden toplumların bir düzen ve otoriteye bağlı olarak yönlendirilmesi, bu düzen ve otoritenin tartışılmaması gereklidir. Bu anlamda muhafazakârlık “toplumu bir sürü, yöneticileri de çoban” olarak anlar. Buna da “gerçekçilik” adını verirler.

OTORİTE

Otorite, muhafazakarlığın temel ilkesidir. Daha spesifik olarak, Max Weber'e göre geleneksel otorite, "çok eski geleneklerin kutsallığına ve bunlar altında otoriteyi kullananların - örneğin ebeveynler, rahipler ve hükümdarların - meşruluğuna dair yerleşik bir inanca dayanmaktadır". Danny Kruger da, muhafazakar otoriteyi “bir ailede veya toplulukta uygulanan, zorlayıcı olmayan sosyal ikna” olarak tanımlamaktadır. İşte gerçekçilik adı altında savunulan ve insanların kusurlu doğaları sebebiyle bir “çobana” ihtiyaç duydukları söylenen görüşün doğal sonucu olan “Pekiyi çoban kim olmalı?” sorusunun cevabı da burada verilir: aile ölçeğinde baba, dini ölçekte din adamları sınıfı ve toplumsal ölçekte egemen iktidarlar. Bunların meşruiyeti de “çok eski geleneklerin kutsallığına” dayanmaktadır. Günümüz toplumunda muhafazakârlığın bu tanımı çok kabul edilebilir değildir.

TEPKİSELCİLİK (REACTIONISM)

Tepkiselcilik, sağ siyasette toplumun toplumsal dönüşümüne yönelik politikalara karşı çıkan bir yaklaşımdır. Özünde hangi sebeple olursa olsun toplumsal değişime yol açan etkenlere karşı olarak geliştirilen tepkilere dayanır. Popüler kullanımında tepkiselcilik, sosyal, politik ve ekonomik değişime karşı olan bir kişinin güçlü gelenekçi muhafazakar siyasi perspektifini ifade eder. Corey Robin gibi bazı akademisyenler tepkiselci (reactionist) ve muhafazakar kelimelerini eşanlamlı olarak değerlendirmektedir. Mark Lilla gibi diğerleri ise tepkiselcilik ve muhafazakarlığın farklı dünya görüşleri olduğunu savunuyor. Lilla’yı destekler mahiyette olarak siyaset bilimci Francis Wilson, muhafazakarlığı “siyasi çatışmanın gerilimi çerçevesinde belirli kalıcı değerlerin savunulduğu bir toplumsal evrim felsefesi” olarak tanımlıyor.

Tepkiselci, toplumun önceki siyasi durumu olan statükoya dönüşü destekleyen siyasi görüşlere sahip olan ve statükonun çağdaş toplumda bulunmayan olumlu özelliklere sahip olduğuna inanan kişidir. Güçlü bir tepkiselci hareketin ilk örneği, Fransız Devrimi'nde serbest bırakılan rasyonalizm, laiklik ve bireycilik güçlerine karşı organikçilik, ortaçağcılık ve gelenekçilik kavramları etrafında yoğunlaşan Alman Romantizmiydi.

Tepkiselci ve gerici birbirine çok yakın kavramlardır. Ama tepkiselcilik değişime karşı bir tavır olarak ortaya çıkarken, gericilik bizatihi değişimin bir illüzyon olduğunu ve insanın doğasının başlangıçtan beri aynı olduğunu, dolayısıyla insanın doğasının / fıtratının değişmemesi sebebiyle toplumsal değişimin de gerçek olmayacağı üzerine kuruludur. Biri değişimi kabul edip bunun insanlar için kötü olduğunu söylerken, diğeri esasen hiçbir şeyin değişmediğini savunur.

Cumartesi günü Türkiye’deki muhafazakârlığı bu anlattığım standartlar çerçevesinde inceleyeceğim.