Öte yandan aylarca yağmayan yağmur da tadını kaçırıyor.

Karadeniz’in yağışı bol olur bilirsiniz. Çocukluğumda hiç sevmezdim yağmuru. Tuhaf bulabilirsiniz ama öyle. Hani öyle gençliğimde de durum değişmedi. Yağmur romantizmi vardır değil mi? Misal yağmur yağarken ağaçlar arasında uzunca bir yürüyüş yapıp ıslanarak bir kahveye girip sıcacık bir çay içmek gibi. Olmaz olsun öyle romantizm derdim. Fakat şimdi durum öyle değil. Özellikle kuraklık tehlikesi ile karşı karşıya olduğumuz son yıllarda yağmura hasret kaldık. Hava durumunun yanında barajlardaki su seviyesini takip eder olduk.

Öte yandan aylarca yağmayan yağmur da tadını kaçırıyor. Şöyle yavaş yavaş yağmıyor ki mübarek. Bardaktan boşanırcasına yağıyor. Geçen hafta İstanbul’un bazı ilçelerinde tanık olduğumuz yağmuru nasıl tanımlamak gerek bilmiyorum. Galiba vorteks denen bir yağış şekli. Fırtınayla birlikte geliyor ve hayatı bir anda felç ediyor. Ve öyle yağmurluk aldım şemsiyem de vardı diyerek önlem alınabilecek bir durum değil. Geldi mi öyle bir geliyor ki anlatılır gibi değil.

Son yıllarda yaşadığımız sellerin büyük bir kısmı bu şekilde meydan geliyor. AFAD yağmurun beklendiği yerlerle ilgili uyarıları yapsa yetkili kurumlar önlem de alsa bir anda şehir merkezlerinde insanları suyun içinde sürüklenirken görüyoruz. Benim takıldığım konu ise sürekli suçlu arama telaşımız. Neresi yağıştan etkilense bu bölge şu yol şu belediyenin yetki sahasında. Şurası iktidar belediyesinin diğeri muhalif belediyenin vs. Peki ne fark eder diye soruyorum ben de. Bugüne nasıl gelindiğini hepimiz biliyoruz. Çarpık kentleşmenin sonuçlarını yaşıyoruz. Bunun yanında şehirlerin aldığı yoğun göçler alt yapıyı zorluyor. Öyleyse bundan sonrasına bakmak gerekmez mi? Zira iklim dengesinin bozulması nedeniyle yeni normalimiz bu oldu belli ki. Kuraklığın ardından gelen aşırı yağışlar... Çözüm önerileri çeşitli ama çözüme giden yolda senin belediyen benim iktidarım demeden çalışmak şart. Aynı felaketler ne yazık ki en gelişmiş ülkelerin kentlerinde de meydana geliyor. O halde önlem alırken sen ben kavgasına ne gerek var! El birliği ile şehirlerin alt ya da üst yapı problemlerinin çözümlenmesi gerekir. Birkaç yıl önce yine Karadeniz’de meydana gelen sel felaketinin ardından dere yatağına yapılan evleri gördüğümüzde ne dedik? Bu nasıl bir planlama hatası demedik mi? Peki ardından ne oldu? Aynı bölgeye evler yapıldı mı yapılmadı mı? O halde soralım. Bir kez daha meydana gelebilecek bir felakette – ki dilerim olmaz- ne diyeceğiz?

Suçlu aramayalım ama sorunlara da kalıcı çözümler bulmak gerek. Millet olarak felaketler sonrası kader deyip geçmeden önce yerel ve merkezi idareyi alınabilecek önlemler konusunda uyarmak vatandaşlık görevimiz. Hani ne diyordu o meşhur şarkıda; kader diyemezsin sen kendin ettin...