İnsanlar öldüklerinde genelde arkalarında kolayca paylaşılamayan bir şey bırakırlar: Miras.
Annemin babası vefat ettiğinde anneme dedemin mirasının en önemli kısmının bize kaldığını söylemiştim. Kastettiğim dedemin bir ömür boyu biriktirdiği dostluklardı. Allah rızasına dayanan ve hatıralarla örülmüş hakikatli dostluklardı bize bıraktığı kısmındaki. O kısım hiç azalmadı aksine artarak sürdü.
Lafı mirasa getirmemin sebebi başka. Geçen gün çocuklarla otururken hanım şu hadisi şerifi hatırlattı: “Hiçbir anne baba çocuğuna güzel ahlaktan daha önemli bir şey miras bırakmamıştır. “. Söyleyin bakalım çocuklar bizim size aktardığımızı güzel huylar neler? İki çocuğumuz da bizim hakkımızda güzel laflar etti. Sağ olsunlar. Sonra eşim ve ben kendi anne babalarımızın bize tevarüs ettirdikleri güzel hasletleri düşünmeye başladık. Sonra bunları teke indirmeye çalıştık. Allah sağlıklı ömür versin onun da benim de anne-babalarımız hayatta. Ama bu miras olarak güzel ahlak bırakmalarına mani değil. Babamın hayran olduğum belirleyici özelliğinin beklentisizliği olduğunu söyledim. Müdanasız bir adamdır babam. Dönüp ardına bakmaz yaşadıklarından sonra, insanlardan beklentisi de neredeyse hiç yoktur. Elinden geldiğince iyilik yapar ve hayatını hep ileriye bakarak sürdürür. Bu nedenle çekiştiği veya kişisel problem yaşadığı kişi yok denecek kadar azdır ve hatta bildiğim kadarıyla yoktur. Elbette başka birçok güzel hasleti vardır ama özellik teke inecek olsa budur derim. Annem ise tek kelimeye indirecek olursam gayrettir. İmkansızlığın içindeki imanlar demektir annem. Başka bakış açılarıyla hayatı zenginleştirir ve etrafına enerji saçar. İlişkilerini geliştirir ve her dem tazedir düşünceleriyle. Asla karamsarlığa yer yoktur hayatında. İlk bakışta çok basit gibi görünen bu iki özelliğin benim kişiliğime etki eden en büyük iki haslet olduğunu söyledi çocuklarım. Annem ve babam daha hayattayken en büyük mirası bırakmışlar bana. Ne güzel değil mi?
Aile planından ülkeye taşıdığımızda ilginç bir manzarayla karşılaşıyoruz. Herkesin çokça özelliği olsa da biri ön plana çıkıyor. Yine aileyle devam edeyim. Küçük kızım ödev yaparken Aziz Sancar’ın kim olduğunu sordu. Kimya Nobeli’nin sahibi olduğunu biliyordum ama açıkçası hangi çalışmalarıyla Nobel aldığını bilmiyordum. DNA onarımı başlığıyla almış. Yani genetik özelliklerimizi taşıyan yapı. Bunun tahribatını engelleyen çalışmaları yapmış. Ama konuşmalarına bakınca yaptığı çalışmaları anlatmak yerine topluma özgüven aşılamaya çalıştığını görüyoruz. Yani Aziz hoca toplumun DNA’sının aşağılık kompleksiyle tahrip olduğunu görmüş ve Nobel sonrası tüm çabasını bu alana yoğunlaştırmış. Benzer şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da etkili bir siyasetçi olarak tüm çabasını bu yönde yoğunlaştırdığını görüyoruz. O da Aziz Sancar gibi milletin DNA’larını onarmanın ve tahrip olmasını engellemenin peşinde. Gündelik gürültü bittiğinde her ikisinin de bıraktığı en önemli miras bu olacaktır ve paha biçilemez bir mirastır bu. Atatürk’ün, Özal’ın ve Erbakan’ın da aynı çizgide bir miras bırakmak için ömür harcadıklarını düşünüyorum.
Hepimizin durup düşünme vaktidir. Geriye hangi belirgin özelliğimizi miras olarak bırakacağız. Zor değil ama uğruna bir ömür harcama azmi gerekiyor. Üzerinde düşünmeye değer.