Geçen yazımda millet, kavim ve ırk kavramlarının birbirinden farklılıklarını anlatmış ve ülkemizde bu kavramların birbirine karıştırıldığından bahsetmiştim. Bugün milliyetçilik nedir onu tartışacağım ve milliyetçiliğin kaynakları ile çeşitlerini anlatacağım. Sonra da, Türkiye'deki milliyetçilik ve ulusalcılık akımını inceleyeceğim.
Milliyetçilik, tanım itibarı ile “bir milletin, başta kendi anayurdu üstünde egemenliğini tesis edip korumak amacı olmak üzere, menfaatlerinin savunusu” ile şekillenen siyasi, toplumsal ve iktisadi bir sistemdir. Burada iki nokta önem kazanmaktadır: İlki “millet” tanımıdır, ikincisi ise milletin siyasi egemenliğidir. Geçen yazıda milletin tanımını vermiştik. “Millet ‘ortak dil, ortak vatan, ortak iktisadi hayat ve ortak bir kültürle şekillenen ortak psikolojiye sahip’ insan topluluğuna verilen addır.”, demiştik. Tabii ki bu tanım, sosyal bilimcilerin tanımıdır. Ancak insan toplumları her zaman siyasi görüşlerini bilimsel tanımlara göre belirlenmez. Kitleler bazen dini, bazen vatanı, bazen de kavmi milletin tanımında temel alırlar. Bu yüzden, farklı toplumlarda, fiilen, birbirinden çok farklı milliyetçilikler ortaya çıkmıştır. Farklı tanımlarla da olsa, her milliyetçilik kendi tanımına göre belirlediği milletin egemenliğini ve bağımsızlığını ister. Egemenlikten bahsediliyorsa, o takdirde, bir devletten de bahsetmek gerekir. Devlet ise iktidar demektir. Eğer milliyetçilik mevcut devlet yapısını değiştirmeyi vaat ediyorsa, o takdirde müesses nizamla da çelişecektir.
Milliyetçiliğin siyasi ideolojisi “bir milletin dış müdahalelerden bağımsız olarak” kendi kendini yönetmesidir. Bu, aynı zamanda, halkların kendi kaderini tayin hakkı ile de benzerlik gösterir. (Not: Burada halk tanımına göre işin rengi değişebilir, DMD.) Bunun ötesinde, milliyetçilik, ortak kültür, ortak dil, ortak din ve ortak soy gibi paylaşılan toplumsal özelliklere dayanan bir milli kimliğin geliştirilmesi ve/veya pekiştirilmesini hedefler. Bu anlamda, milliyetçilik, bir milletin kültürünü milli başarılardan gurur duyarak ve ortak acıları paylaşarak korumayı amaçlar. Bu anlamda vatanseverlikle de sıkı sıkıya bağlantılıdır. Aynı zamanda milliyetçilik, ekonomi politikalarının uygulanmasında, gerekirse, devlet müdahalesine de kapı aralar.
Modern anlamda sosyal bilimciler milliyetçiliği modern sanayi toplumunun bir ürünü olarak tanımlarlar. Buna göre bir milletin var olabilmesi için bireylerin gönüllü olarak tarihten gelen bazı ortak özelliklerin de desteğiyle bir arada yaşama iradesi geliştirmesi gerekir. Bu da ancak modern şehirli-sanayi toplumunun sağladığı işbölümü ve uzmanlaşma sayesinde olur. Bu sayede, toplum içindeki gruplar ve bireyler birbirinin rakibi değil, ama bir yap-bozun parçaları gibi birbirini tamamlayan unsurlar olacaktır. Sanayileşmesini ve şehirlileşmesini tamamlayamamış toplumlarda kabile bağları, aşiret ilişkileri din – mezhep ve tarikat aidiyetleri belirleyici olur. Türkiye ve kısmen İran dışındaki bütün İslam ülkeleri buna örnektir. Bu manada milletin çimentosu ortak değerlerle birlikte milletin unsurları için birbiriyle dayanışmanın kârlı olacağı ortamın oluşmasıdır.
Dünyadaki çeşitli milliyetçilikleri kabaca iki grupta tasnif edebiliriz: Devlet merkezli milliyetçilikler ve tarihi karakteristikler merkezli milliyetçilikler.
Devlet merkezli milliyetçilikler: Hatırlanacağı üzere, siyasi anlamda, bir millet bir devletin vatandaşlarından oluşmaktaydı. Bu yüzden, bağımsız bir devletin vatandaşı olan ve o devlete bir aidiyet hisseden insanlar için millet olmanın ana belirleyicisi devletin kendisidir. Zaten devletler de, eğitim, kültür ve iletişim sistemleri vasıtasıyla bu algıyı pekiştirmeyi amaçlar. Bu tarz toplumlarda oluşan milliyetçilikler kavime, dine veya kabile asabiyetine dayanmaz. Örneğin hemen hemen bütün çağdaş Batı toplumlarında, kısmen Rusya’da ve tabii ki İran ve Türkiye’deki milliyetçilikler bu bağlamda devlet merkezli milliyetçilik sayılır.
Devlet merkezli milliyetçiliklerde devletin vatandaşı olmak temel milli kimlik tanımını oluşturur, buna ek olarak, yine devletin kurulu düzeni tarafından tanımlanan bazı başat kültürel karakteristikler de bu milliyetçilik ideolojisini destekler mahiyettedir. Bazı tarihi, kültürel ve dini normlar gibi. Ancak, anlaşılacağı üzere, bu karakteristiklerden sadece devletin kurulu düzeni ile çelişmeyenleri tercih edilir.
Tarihi karakteristikler merkezli milliyetçilikler: Eğer bir toplumun devleti yoksa veya devletin kurulu düzeninin tanımladığı milli kimlik o toplum içindeki bazı unsurları cezbetmiyorsa, o takdirde, bu gayr-ı memnun kitleler veya devletsiz toplumlar varlıklarını oluşturan kimlik ögelerini (kültürel değerlerini, dini normlarını, töre ve geleneklerini ve en önemlisi dillerini) korumak için ırk, kavim, din veya mezhep merkezli bir milliyetçilik geliştirirler. Buna ek olarak, eğer bir ülkede belli bölgeler, ülkenin geneline nispetle daha yüksek bir gelişmişlik düzeyine sahipse bu da ayrılıkçı bölgesel milliyetçilikleri ateşleyebilir. Yani bir milli devlet içindeki etnik azınlıkların milliyetçilikleri, aslında milliyetçilik değil ama bazen kavmiyetçilik bazen de ırkçılık şeklinde tezahür etmektedir. Türkiye’deki yasadışı ayrılıkçı Kürt hareketi genel olarak bu tanımın içine girer. Yine, ülke genelinden daha yüksek gelire sahip bölgesel yapılar da, ayrılıp kendileri bağımsız devlet olmayı amaçlarlar: Kanada da Quebec’in, İspanya’da Katalonya’nın ve İtalya’da Lombardiya’nın ayrılığını savunanlar gibi. Bazı durumlarda da, aynı kavme mensup ve aynı dili konuşan topluluklar kendilerini dini farklılaşmalar üzerinden tanımlarlar. Örneğin Yugoslavya’da Müslüman Boşnaklar, Ortodoks Sırplar ve Katolik Hırvatlar gibi… Yine benzeri bir örnek olarak, hepsi Arap kavminden olan, hepsi Arapça konuşan Şii ve Sünni Iraklılar arasındaki ayrılıkçılık hareketleri de bu bağlamda değerlendirilebilir.
Bazı durumlarda tarih içinde devletsiz kalmış ve dünyaya dağılmış toplumlarda, kendileriyle aynı kavme ve/veya dine mensup bütün insanları bir bağımsız devlet altında toplamak düşüncesi gelişir. Bunun en çarpıcı örneği Siyonizm’dir. Yine Rusya’daki Türkler arasında gelişen Turancılık da, kavim ve dil birliği esasına bağlı olarak bütün Türkleri tek devlet altında toplama düşüncesine dayanırdı. Ancak, Turancılık birkaç istisna dışında Türkiye’de benimsenmedi. Çünkü Türkiye Türklerinin zaten bağımsız bir devleti vardı ve bu devlet kavme dayalı bir milliyetçiliği değil, vatandaşlığa dayalı bir milliyetçiliği empoze etmekteydi.
Türkiye’de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve Hükümeti’ni ırkçılıkla ve ayrımcılıkla suçlayanlar büyük bir utanmazlık, sınırsız bir cehalet ve karşı çıkılmaz bir iki yüzlülük içindedirler. Türkiye’deki Türk milliyetçileri, Türk ulusalcıları, Atatürkçüler ve Cumhuriyetçi Hükümetler ne bir kavmi diğerlerinden üstün tutup ayırımcılık yapmıştır, ne bir mezhebi veya dini öne çıkarıp diğerlerini ezmiştir. Buna karşın, Cumhuriyet karşıtı ve Cumhuriyeti ırkçılıkla suçlayan yasadışı siyasi hareketler bizatihi kendileri ırkçı ve kavme dayalı ayrılıkçı bir milliyetçiliği savunmaktadırlar. Devletimiz bütün milletin beraberliğini sağlamaya çalışırken, bu kesimler ülkeyi parçalama, milleti ayrıştırma gayreti içindedirler. Hiç şüpheniz olmasın dünyadaki bütün ayrılıkçı hareketlerin arkasında onları destekler mahiyette dış güçler vardır; bunların çoğunu da emperyalist devletler oluşturur.
Hülasa, bilimsel açıdan, “Ne mutlu Türküm diyene” sloganı da, “Andımız” da, ırkçılık ve ayrımcılık içermez. Tarihsel süreçte Türkiye Cumhuriyeti Devleti birleştirici ve kaynaştırıcı bir milliyetçiliği hedeflemiştir. Problem, bunda ne derece başarılı olduğudur. Son dönemde, Cumhuriyet Hükümetlerinin yaptığı siyasi reformlar bu konudaki eksiklikleri ve hataları giderir mahiyettedir. Cumhuriyet karşıtı ve devlet düşmanı yasadışı hareketler ise, aksine, ayrıştırıcı ve kavmiyetçi bir tavır içindedirler. Şu anda içinde bulunduğumuz ortamda, bunun aksini söyleyenler ya art niyetli ya da cahildirler.
Hayırlı Cumalar…