Bugünkü yazıma iki alıntı ile başlayacağım. Önce Frau Merkel ne demiş bir görelim:
Bugünkü yazıma iki alıntı ile başlayacağım. Önce Frau Merkel ne demiş bir görelim:
“DW Türkçe'nin aktardığına göre, Almanya Başbakanı Angela Merkel, Almanya Yazı İşleri Ağı'na verdiği röportajda, Sosyal Demokrat Partili (SPD) rakibi Martin Schulz ile karşı karşıya geldiği televizyon düellosunda söylediklerinin altını çizerek ekim ayında gerçekleştirilecek AB Zirvesi'nde diğer AB liderleriyle Türkiye'nin üyeliğini masaya yatırmak istediğini belirtti. Türkiye ile müzakerelerin ancak ortak bir karar ile durdurulabileceğini vurgulayan Merkel, AB'ye üye devletler arasında konuyla ilgili bir ihtilaf yaşanmamasını arzu ettiğini ifade etti. Merkel, Türkiye'nin üyelik müzakerelerini büyük ölçüde selefi Gerhard Schröder'den devraldığını, ancak Schröder'in partisi SPD'den farklı olarak hiçbir zaman Türkiye'nin AB üyeliğinin taraftarlarından olmadığını da vurguladı. (www.cumhuriyet.com.tr, 06 Eylül 2017 Çarşamba, 22:07)”
Şimdi de sevgili Mösyö Macron’a bir kulak verelim:
“Macron, ‘Türkiye AB'nin vazgeçilmez bir partneri olduğunu düşünmemiz lazım. Türkiye bu bölgenin güvenliğinde çok önemli bir aktör. Aynı zamanda en güçlü ve askeri durumu en iyi olan NATO müttefiklerinden biridir.’, dedi. Macron, Türkiye ile AB arasındaki 'sığınmacı anlaşmasının' da Yunanistan'ın üzerindeki yükün azaltılması açısından önemli olduğunu ve sonuç verdiğini söyledi. (www.cumhuriyet.com.tr, 07 Eylül 2017 Perşembe, 09:51)”
FRAU MERKEL “KAISERİN” OLMAYA KARAR VERMİŞ GİBİ…
“İki Almanya ve İki Türkiye” başlıklı yazımda Almanya’nın Atlantik Paktı ile Avrasya Paktı arasında kaldığını, Merkel’in her iki tarafı da idare etmeye çalıştığını söylemiştim. Yukarıdaki demeçten sonra Merkel’in üçüncü bir yolu tercih aşamasında olduğunu görüyorum. Tıpkı jeopolitiğinin Türkiye’yi Ankara merkezli politikalara ve her iki sıklet merkezi arasında bağımsız duruşa zorlaması gibi, Almanya da Avrupa Birliği’ni bir kaldıraç olarak kullanarak üçüncü bir küresel güç olmaya karar vermiş gibi görünüyor. Türkiye’nin Orta Asya, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu çerçevesinde bir güç merkezi olabilmesi için daha çok yol katetmesi gerekir. Ancak Almanya, halihazırda kendi güdümünde AB gibi çok yararlı bir araca sahip olarak, üçüncü bir Küresel Emperyalist Güç olarak yeniden başını kaldırmaya hazırlanıyor. Bunun için AB’nin Washington idaresi ve New York finansmanından çıkıp Berlin idaresi ve Frankfurt finansmanına girmesi gerekir. Binaenaleyh, Almanya başta Fransa olmak üzere diğer ülkelerle bilek güreşine girecek ve kendi iradesini onlara dikte etmeye çalışacaktır. Türkiye meselesi Almanya için aslında teferruattır, esas mesele Avrupa’nın teslim alınmasıdır. Büyük Friedrich’in, Bismarck’ın ve Hitler’in yapamadığını yaparsa, Frau Merkel, Kutsal Roma Germen İmparatoriçesi -yani Kaiserin- Birinci Angela olarak Brüksel’de taç giyecektir.
MÖSYÖ MACRON: SAHİBİNİN SESİ İDEAL PROJE LİDER
Fransa’nın “sempatik ve sevimli” Cumhurbaşkanı Macron için “proje lider” diye yazmıştım. Seçim sürecinde Madame Marine Le Pen, “Seçimden sonra Fransa’yı bir kadın yönetecek: ya ben ya da Merkel!”, demişti. Atlantik Paktı için Almanya, kendi çizdikleri rotada olduğu müddetçe, AB’yi de yönlendirebilirdi. Bu durumda Mösyö Macron çok fazla ses çıkarmaz ve “sempatik ve sevimli” hareketlerine devam ederdi. Ancak, Almanya rotadan çıktığı vakit, Atlantik paktı müdahale etmek ihtiyacı hissetmiştir. Ehh, sahibinin sesi “ideal proje lider” Mösyö Macron da görevini sorumlulukla ifa etmiştir. Yukarıdaki demeç, Fransa’nın Almanya’ya diplomatik dille “Bir dakika arkadaş, AB senin tapulu malın değil, burada biz de varız…”, demesidir. Tekrar ediyorum, Türkiye esas mesele değildir, tartışmanın bahanesidir… Esas mesele Almanya’nın AB’yi teslim alıp almamasıdır.
SAYIN KILIÇDAROĞLU KOLTUĞU SAĞLAMA ALDI
Sayın Kılıçdaroğlu, Arap atı gibi geç açıldı. Adalet Yürüyüşü, Adalet Kurultayı derken, şimdi de bir İnsan Hakları Çalıştayı’na imza attı. Kendisini kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum. Ancak, CHP’nin Çanakkale’de düzenlediği Adalet Kurultayı’ndaki İnsan Hakları Çalıştayı raporu, Y-CHP’nin gerçekten Atlantik Paktı’na yanaşmaya ve “projeye dahil olma” iştahını da göstermektedir. Bu rapor 12 öneri sunmaktadır ve bunlar aşağıdaki gibi özetlenebilir:
•İnsan hakları çalışmalarının (yani bölücü terör örgütü ve uyuşturucu kaçakçısı PKK ile gerici terör örgütü ve casus teşkilatı FETÖ taraftarlarına her türlü desteğin ) kriminalize edilmesine engel olunması sağlanmalıdır.
•Hak taşıyıcısı olarak vatandaşlık tanımının yeniden yaşama geçirilmesi için mücadele edilmelidir. (Türk Hukuku bu aktivistlerin isteyip de insanların sahip olmadığı ‘vatandaşlık tanımı içinde belirtilmesi istenen’ hangi hakkını tanımıyor: kollektif haklar. Bu haklarla kastedilen etnik ve dini cemaatlerin özerk statüye sahip olması ve millet birliğinin hukuken ortadan kaldırılmasıdır… Nerede Kuvvacıların CHP’si nerede Y-CHP!)
•Adalet, özgürlük, eşitlik gibi demokrasinin temeli olan kavramlar, soyut kavramlar olarak algılanmaktan vazgeçilmelidir. (T.C. bütün vatandaşlarına aynı statüde haklar verir, zaten bunun için bireyin haklarının korunması esastır. Adalet, özgürlük, eşitlik gibi kavramların somutlaşması için devletin meşruiyet kaynağının değiştirilmesi, yönetim gücünün milletten alınıp ne idüğü belirsiz topluluklara dağıtılması gerekir.)
•Hukuk tanımayan bir iktidar ile mücadele konusunda, Meclis’in dışına çıkılmalı; CHP, en az oyu aldığı köylere giderek “Neden bize oy vermiyorsunuz” diye sormalı. (Rahmetli Necati Mumcu Hoca’mızın dediği gibi “Good morning after supper”, bugüne kadar nerdeymişler!)
•OHAL’in kaldırılması için güçlü bir kampanya başlatılmalı.(Rojava, Kandil ve Pensilvanya’ya selam çakılır…)
•Kürt meselesinin çözümü için cesur adımlar atılmalı. Barış yüksek sesle ısrarla talep edilmeli. (AK Parti Kürt kökenli vatandaşlarımızın siyasi ve kültürel sorunlarının çözümü için milli ve üniter devlet çatısı altında yapılması gereken her şeyi yapmıştır. İktisadi problemler hala daha devam etmektedir ama bu zaten konumuz değil. O zaman hangi Kürt meselesi, hangi Barış… Bir ülkede suçlu, haydut ve eşkıyalara karşı asayişin sağlanması Savaş değildir ki Barış istensin. Söylemek istedikleri şudur: “Teröristleri affedin, Apo’yu çıkarın, Cemli Bayık’ı Doğu’ya Paşa yapın”)
•Kürt fobisinden kurtulmalı ve HDP ile güçlü bir ittifak kurmalı. Demokratik bir ittifak ile seçime girilmeli. Bir seçimlik bile olsa kırmızı çizgilerden vazgeçilmeli. (Bunun için yoruma gerek yok!)
•Ve bazı diğer incir çekirdeğini doldurmayacak öneriler…
Bu öneriler, Sayın Kılıçdaroğlu’nun Atlantik Paktı’nın projesine dahil olmaya çok hevesli olduğunun göstergesidir. Ama bu arada Atatürk’ün, İsmet Paşa’nın ve Bülent Ecevit’in mezarlarında ters döndüklerini ve ruhlarının muazzep olduğunu da unutmayalım. Neyse ki, kendileri gayet medeni bir şekilde artık eski CHP değil “yeni CHP / Y-CHP” olduklarını beyan etmektedirler. Buradan, Atlantik Paktı için proje lider çıkmaz, bu göle bu maya tutmaz ancak Sayın Kılıçdaroğlu parti içinde muhalifleri susturup koltuğu sağlama almıştır. Bu da az başarı değildir.
Bizdeki “ideal proje liderin” sahip olması gereken vasıfları da Pazartesi yazalım.