Kutuplaşma kavramının içinde birazda "güçlü olan haklıdır" anlayışının türevi olarak, "güçlü olan başka kutup istemez" anlayışı olduğunu söylemek gerekir.
Bir önceki yazıda, kutuplaşma kavramının içine doldururken yapılan yanlışlardan; iki zıt uçta abartıya gidilip ifrat ve tefride düşüldüğünden bahsetmiştim. Ayrıca kutuplaşma konusunda tavır alıp bunun olmaması gerektiği yönünde söylemi benimseyenlerin de, içten içe “bizden” ve “onlardan” ayrımını yapmaktan çekinmediklerinin altını çizmiştim.
Kutuplaşma kavramının içinde birazda “güçlü olan haklıdır” anlayışının türevi olarak, “güçlü olan başka kutup istemez” anlayışı olduğunu söylemek gerekir.
Kutuplaşma karşıtlığının kökeni
Birçok ülkenin anayasası olmak üzere, insan hak ve özgürlükleri konusunu ele alan birçok makale, kitap ve araştırma metni, kutuplaşmanın olumsuz taraflarını göstermek için, Batı’nın Ortaçağ Karanlığı içindeyken önce kendi içindeki bölünmüşlüğün getirdiği yıkımlardan, sonra da sömürgecilik sırasında yapılan ırkçı ayrımın insanlık dışı sonuçlarından bahsetmektedir. Bu yaklaşım, meselenin vahametini ve garabetini târihsel bir altyapı örneğinde ortaya koymak açısından oldukça yerinde bir yaklaşımdır. Ancak tıpkı kapitalizme karşı komünizmin ve Hristiyanlıktaki kadın düşmanlığına karşı feminizmin Avrupa’da ortaya çıkması gibi, kutuplaşma karşıtlığının Avrupa’da ortaya çıkmış olduğu bir gerçektir.
Hemen hemen bütün ideolojilerin Avrupa kaynaklı ve Batı dünyâsında çıkması, aynı zamanda bu ideolojik mücâdelelerle giderilmek istenen eksikliklerin yine Avrupa merkez olmak üzere, Batı dünyâsında var olduğunun kanıtıdır. Bu mücâdeleyi veren insanlar, kendi yaşam şart ve koşulları üzerinden bir bakış açısı ve söylem geliştirmişlerdir. Bunda bir seviyeye kadar haklıdırlar. Ama haksız oldukları taraf, Avrupa-merkezci bir anlayış ve emperyalist bir tavırla, bu eksikliklerin tüm dünyâ insanlarının eksiği olduğu anlayışını gütmeleridir.
Örneğin Batı dünyâsındaki kadının yaşadığı sorunlara karşı bir tavır olarak ve Marxist felsefe zemininde geliştirilen Feminizmin, dünyânın her yerindeki kadınların sorunlarına çâre olan bir reçete olduğu iddia edilmektedir. Bunun aksi yönündeki söylemler ise, bu ideolojinin güçlü çevreleri tarafından “kutuplaşma” ve “ayrımcılık” olarak yaftalanmaktadır. Ancak bu yaftalama ve dışlama, kutuplaşmanın ifrat tarafındaki yanlışlıktır. Kadınların sorunlarına Avrupa merkezli bakmayıp, farklı yerel bakış açıları geliştirmeyi, Feminizm için bu muhalefet olarak gören bu “aşırı-feminist” anlayış, mutlak gerçeğin ve alternatifsiz çözümün kendilerinde olduğunda ısrar etmekte ve kendileri dışındaki çözüm arayışlarına “kutuplaşma” yaftası ile baskı uygulamaktadırlar.
Kutuplaşmaya kimler karşı?
Artık ideolojik ve siyâsî bir söylem hâline gelen “kutuplaşma”nın son yıllarda popüler olmasının arkasında, Soyvetler Birliği’nin dağılmasından sonra dünyâda ortaya çıkan Amerika Birleşik Devletleri merkezli “tek kutuplu” dünyâ sistemi yatmaktadır. 20. Yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan bu sosyo-politik durum, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde “minâreye kılıf” olarak “kutuplaşma” içinde reklam edilmektedir. Kısacası kutuplaşma karşıtı söylemlerin arkasındaki destekçiler, dünyâyı tek merkezden yönetme erkini kaybetmemek için dünyâyı kana bulamakta tereddüt etmeyenlerdir.
Ama kutuplaşma karşıtlığının “sempatik ambalajları” da vardır. Mesela dünyânın her yerinde açılıp dünyâ mutfağındaki çeşitliliği yok etmek üzere olan zincir fast-food restoranları ya da her evde aynı masa, sandalye, dolap, bardak, sürahi, lamba olmasına sebep olan hazır mobilya markaları bu sempatik ambalajlardan sâdece ikisidir. Tüm dünyâda giyilen ayakkabı markaları, tüm dünyâda kullanıcısı olan cep telefonu markaları, tüm dünyâda aynı günde vizyona giren filmler ve farklı dillere çevrilmiş olarak aynı günde satışa çıkan kitaplar ve benzeri birçok örnek verilebilir. Kozmetik dünyâsı bile, bütün kadınların birbirine benzediği bir kadın tipini desteklemektedir. Botoks sebebiyle her kadın aynı şekilde bakmakta ve aynı şekilde gülüyormuş gibi yapmaktadır. Sokaklarda seri üretimden çıkmış ticârî ürünler gibi birbirinin aynısı insanlar dolaşmaktadır.
Balığın denize karşı olması gibi
Yaşam (tüketim, eğlence, seyahat, eğitim, vs.) şekli “aynılaşmış” insanların “kutuplaşmaya hayır” diye slogan atması sizce de trajikomik bir durum değil mi? Bu durum, denizin içinde olup denizin ne olduğunu bilmeyen balıkların hikâyesine benziyor. Ama hikâyenin bir ileri seviyesinde, bu balıklar ne olduklarını bilmedikleri kutuplaşmaya karşı çıkmaktadırlar.
Her tarafımızda “tek tipleşmiş”, “aynılaşmış”, “farksızlaşmış”, “birbirine benzeyen” şeyler varken neyin kutuplaşma karşıtlığını yapıyoruz? Kutuplaşma, şeyleri ve ticârî ürünlerin ötesinde insanları bile aynılaşmışken, kutuplaşma aleyhine yapılan söylemlerin inandırıcılığı, terör örgütlerinin şiddeti kınaması kadar ciddiyetsiz bir kandırmacadan ileri gidememektedir.