Maalesef ülkemizde bâzı konular, sayın Cumhurbaşkanımız gündeme getirmediğinde unutulmakta ya da görmezden gelinmektedir.
Kültür ve siyâset arasındaki ilişki, çok su götüren bir tartışmadır. Bununla ilgili daha önce yine bu köşede birçok yazı yazdım. Hatta bu konuyla ilgili yazılarımı biraraya getirdiğim “Kültür ve İktidar” isimli bir kitap da yayınladım.
Maalesef ülkemizde bâzı konular, sayın Cumhurbaşkanımız gündeme getirmediğinde unutulmakta ya da görmezden gelinmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımız da her şeyi her gün gündeme getiremeyeceği için, konuya ilgi duyanlar olarak bu gibi konuları zaman zaman ele almamız gerektiğini düşünüyorum. Ancak konunun ehemmiyeti ve âciliyeti, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden devreye girmesini gerektirdi.
İbn Haldun Üniversitesi’nin yeni külliyesinin ve akademik yıl açılışı için düzenlenen törende konuşan sayın Cumhurbaşkanı’nın, birkaç yıl önce “kültürel iktidar” ile ilgili yaptığı çıkışın tonunu bu defa biraz daha yükselttiği görüldü. Bu sefer, “fikrî iktidar” kavramını da kamuoyuna sunan Cumhurbaşkanı’nın bu çıkışının arkasında, gerekli çalışmalarının başlamış olduğu sinyalini alıyorum. Fikrî iktidârı, kültürel iktidardan ayıramayacağımız için, meselenin temelinde iktidâra geçmesi istenen fikrin, bir kanadını “iktidar kültürü” oluşturmaktadır. İktidârı fikren benimsemeyen ve sâhiplenmeyen bir yapının, her seçime “acaba” gerginliği ile girmesi kaçınılmazdır.
Bu sorunun çözüm yollarından biri olarak yaptığım öneri, “Kültür ve Turizm Bakanlığı” yapısının değiştirilmesi ve diğer alternatiflerle birlikte “Kültür Başkanlığı” fikrinin değerlendirilmeye alınmasıdır. Aksi takdirde kültürel ve fikrî iktidar, bürokratik engeller sebebiyle zaman ve emek kaybına devam edecektir. Uygun görüldüğü takdirde kurulacak Kültür Başkanlığı ile sanat çevrelerinin iç iletişimi daha sağlıklı hâle gelecektir.
Nedir sanatsal iletişim?
Bir bilim dalı olarak her geçen gün daha da önem kazanan iletişimin en hassas dallarından biri, sanatsal iletişimdir. Yapıları itibâriyle kırılgan, muhalif, alıngan, eleştirel olma eğilimdeki sanatçıların kendi içlerindeki rekâbet ortamı ayrı bir tartışma konusudur ama devlet ile olan ilişkileri “devlet memuru” kimliğinden kurtarılarak, devlet-sanatçı ilişkisi, yeni ve daha verimli bir zemine oturtulmalıdır. Bu zemin üzerine devletin ekonomik, siyasal ve diplomatik faaliyet alanlarının değişken yapısından etkilenmeyecek bir yapı oluşturulabilir. Böylece sanatçıların kafalarının rahat olması sağlanacaktır. Bu yapının en önemli avantajlarından biri de, “maaş alıp oturan sanatçı” ile “yaratıcı sanatçı” arasındaki farkın ortaya çıkması olacaktır. Emeğinin karşılığını öncelikle mânevî, sonra da maddî olarak alan sanatçı, bunu sağlayan devletin sanat politikalarının dünya standardına çıkmasını sağlayacaktır.
Sanatsal iletişim, devletin konservatuarlardan mezun olan sanatçılara “iş imkânı” ve “maaş garantisi” sağlaması değildir. Devletin son onbeş-yirmi yılda diğer alanlarda gösterdiği icraat başarısı, bunun daha uzun zaman gerekse de, sanat ve kültür alanında başarılabileceğini göstermektedir. Bu sürecin başlamış olduğunu görmek bile, sanatçıların devlete olan bakış açılarında büyük değişikliğe sebep olacak ve süreci hızlandıracaktır.
Popüler sanatçıların menejerlerinden şımartılırcasına ilgi gördüğünü bilen devlet sanatçıları, böyle abartılı bir ilgi beklentisi içinde değildir. Zira bu abartılı ilginin kısa süreli olduğu ve popülerliğe dayandığını bütün gerçek sanatçılar bilir. Sanat dallarında ustalık kazanmak için uzun bir zamânın gerekli olduğunun bilincinde olan sanatçıların popülerliğe hevesli olacaklarını zannetmiyorum. Ama devlet koroları, tiyatrolar gibi belli başlı devlet kurumlarında özel sektör iş birliğiyle sanatsal menejerlik uygulamasına geçilmesi ve sağlıktan seyahate, sanatsal performanstan akademik çalışmalara birçok alanda verilecek imtiyaz mevcut durumu değiştirecektir.
Sanatçı ve bürokrat
Bir örnek ile konuyu daha anlaşılır hâle getireyim. Sanat câmiâsıyla iletişim, öncelikle onların gönüllerini kazanmak ile mümkündür. Bu da bürokraside bulunmayan bir estetik anlayış gerektirmektedir. Birçok ilimizdeki devlet korolarının konserlerine ve devlet tiyatrolarının oyunlarına o ilin kültür müdürü, vâlisi, kaymakamları gidiyor mu? Devlet sanatçıları, sanatlarını icra ederken, seyirciler arasında devletin erkânından kaç kişiyi görüyor? Bu devlet erkânı konser ve perde aralarında kulise girip sanatçılarla görüşüyor mu? Hastaneleri, okulları ve diğer devlet kurumlarını ziyârete giden bürokratlar, sanat merkezlerine, konser salonlarına ve tiyatrolara gidiyor mu? Sanatçılarla yemekli toplantılar yapılıyor mu? Sanatçılara yurt içi ve yurt dışı meslekî geziler yapmak için imkânlar tanınıyor mu?
Sanatçı olmanın bir insanın başaracağı en zor şeylerden biri olduğunu biliyoruz. Ama sanatçılarla iletişim kurmak hiç de zor değildir. Ama bunu daha kolay hâle getirmek için şu anda sâdece az sayıdaki üniversitemizde (Kültür, Aydın, Yeditepe, Bilgi ve Yıldız Teknik) bulunan sanat yönetimi bölümlerini çoğaltmakla, konservatuarlarda çift ana dal yapma imkânı sunmakla ve siyâset bilimi, hukuk, işletme, iktisat ve iletişim fakülte ve bölümlerine sanat yönetimi dersleri koymakla işe başlayabiliriz. Futbola gösterdiğimiz ilginin yüzde 10’unu sanat câmiâmıza göstersek, kısa süre içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir daha özeleştiri yapmasına gerek kalmayan bir seviye ulaşmamız hiç de zor değildir.