Cağaloğlu'nun sokaklarını 17 yaşında arşınlamaya başladım.
Cağaloğlu’nun sokaklarını 17 yaşında arşınlamaya başladım.
Şimdi turizm ahlaksızlığına heba edilmiş Ticarethane sokaktaki matbaadan taşra baskısını alıp Güle Güle Apartmanının ikinci katında bulunan yazı işlerine rahmetli Mahmut Genç Ağabeyin önüne götürürdüm; ofisboyluğa denk bir görevle “gazeteci” olmanın dayanılmaz haz ve heyecanı içinde, gerçekten mesai tanımaz, çay-simiti ziyafet bilir anlayışla yorgunluğun tadını çıkarırdım.
1- Ben bu devlete/ mesleğe şu kadar sene hizmet ettim manyaklığı tarif ve kabul dünyamın dışındadır. Seversen çalışırsın. Çalıştığına göre aldığın karşılığa razısındır. Yaptığın işe bedavadan kutsiyet yüklemek sahtekarlıktır.
2- Bir değişim ve dönüşümün kendimce analizini yapıp siz sevgili okuyucularımla paylaşma gayesiyle sınırlı ve “Biz zamanında neler çektik. Ne şartlarda çalıştık!” palavralarını sıkmak maksadından uzak olduğumu beyan ederim.
İşte tam o zamanlar gazetelerdeki görevlerin anlamlı karşılıkları, değer ve önemleri vardı.
Yani mesleğe yeni başlamış bir heveskâr için mesela “Yazı İşleri Müdürlüğü” çok uzun yıllar liyakat ve başarının sonunda belki gelebilecek ağır bir makamdı.
Hele ki “yazar”lık, Allah vergisi şartının yanında üslup, fikir, isabet ve okuyucuda karşılık bulmak gibi olmazsa olmaz zorlukları da barındıran gayet yüksek bir makamdı.
Bütün bunlara rağmen ofisboy olarak bile mesleğin içinde olmak samimi idealistler için bulunmaz nimetti ve hele ki muhabirlik, özünde gazeteciliğin bütün unsurlarını barındırdığı için ölene kadar fit olunacak bir unvandı.
Alaylı olmanın en fazla anlam bulduğu meslektir gazetecilik. Çünkü eğitim kadar ve hatta daha çok saha pratiği ile öğrenilen, tecrübe kazanılan bir iştir. Hatta diyebiliriz ki, işin mektebi sahadır. Masa başında öğretilecek/ öğrenilecek çok az şey vardır.
Unvanlar kıymetli olunca, gazetelerin jenerikleri de gayet sade sayılırdı. Yani elbet bir sahibi olacaktı mevkutenin madde bir, ondan sonra bir genel yayın müdürü ve yazı işleri müdürü ile bağlanırdı detaylar.
Gerisi laf-ı güzaf…
Ne mi anlatıyorum? Yok yeterince yaşlanmadım ve hatıralar çıkmaz sokağında nefsim için yankesiciliğe soyunmuş değilim.
İşte taşra baskısını matbaadan heyecanla alıp koştura koştura yazı işlerine getiren 17 yaşındaki Murat için “Yazı İşleri Müdürlüğü” -teşbihte hata olmaz- “başkanlık” kadar ulaşılmaz bir mertebe, hayal ve hedefti…
Sonra modern zamanların azizliği ve tersine doğal seleksiyonun sonucu olarak unvanlar ağırlıklarını ve seviyelerini kaybettiler, bunu telafi için yeni unvanlar ihdas edildi ve ne yazık ki gençlerin hayal, hedef ve motivasyonları da mesleğin genlerinden uzaklaşarak başkalaştı.
Adeta çok başarı gösterip vergi rekortmeni olacakken birinciliği Manukyan’a kaptırmak gibi bir şey. İşte o andan itibaren bir sonraki sene hedefinize ulaşsanız bile gidip ödülü almazsınız.
Yani üstat gözüyle baktığınız yazı işleri müdürünün üstüne genel koordinatör olarak patronun oğlu tayin edilmiştir, artık jeneriğe girmenin herhangi bir anlamı ve mesuliyeti kalmamıştır.
Eli yüzü düzgün bir cümle kurabilmenin değer kaybettiği kırılma noktasıdır orası.
Saygı duyulan, örnek alınan ve tâbi olunan otoritenin kırılmasının yansıması, matbaanın bitişiğindeki büfede çalışanı bile etkiler. Çünkü Türkçe’nin bayraktarlığını yapan bir mesleğin mensubu, o heyecanlı ofisboy, artık kendini düzgün konuşmaya mecbur hissetmemektir; “Bir gazoz rica edebilir miyim?” derken bile…
Mesela bütün bu iş meziyeti ve meslek ahlakının çok meraklı, değerli ve ufuk açıcı bir sonucuydu karşılıklı tartışmalar ve “polemik” adıyla kavramlaşıp edebi türlerin arasına girecek kadar ciddiye alınırdı.
Mesleğimiz plazalara düştükten ve jenerikler telefon rehberi gibi kalabalıklaştıktan sonra polemiklerin yerini sokak çocuklarının çirkin kavgaları aldı.
Şimdi matbaa ile yazı işleri arasında koşturarak meslek öğrenen gençler yok.
Aynı katta çalışıp birbirini mailleşerek, mesajlaşarak yöneten, sayfalara ekrandan onay verilen, Word yazı programının kırmızı/ mavi alt çizgi ikazlarıyla musahhihlik yaptığı bir sektörde, mesleğe adım atan her heveskârın hayali ve hedefi “Başkan’ın uçağına binmek” artık.
E uçağa binmek uğruna yeri gelir Manukyan’ın plaketine de ihtiram edersiniz; ne yazıyor o dairenin duvarında: Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır.
Başkanlığa ulaşmak için prostatlı pornocunun, hem Fetö’ye hem eşkıyaya kucak açması, tıynetsizliğin tüy dikilmiş heykelidir.
Bu yazıya bir son cümle lazım. Ve fakat ne kadar zor!
Böyle medyaya böyle siyaset mi diyelim…
Veya:
Masal da burada bitmiiiş.